Anayasa Hukukçusu Marmara Üniversitesi Öğretim üyesi Prof.Dr. İbrahim Kaboğlu, YSK tarafından cumhurbaşkanının resmen açıklanmasından sonra, hukuken Tayyip Erdoğan’ın TBMM üyeliğinin otomatik olarak düştüğünü ve başbakanlık sıfatının bittiğini söyledi. Erdoğan’ın buna direnmesi durumunda, yaptığı işlemlerin filli işlem anlamına geleceğini vurgulayan Kaboğlu, fiili işlemin ise yok hükmünde olduğunu hatırlattı. Türkiye’yi riskli ve tehlikeli bir dönemin beklediğine dikkat çeken Kaboğlu, “Çok karşı çıktığımız 1982 Anayasası’nı bile arar duruma gelebiliriz” dedi.
Birgün gazetesinden Zeynep Kuray'ın sorularını yanıtlayan (18 Ağustos 2014) Kaboğlu'nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:
- Cumhurbaşkanlığı seçiminde Fransa modeline özenildiğini söylüyorsunuz. Ancak ülke hâlâ 1980 cuntası ürünü bir anayasayla yönetiliyor. Bu bir çelişki değil mi?
Eğer 2007’de yaptıkları değişiklik 1982 metninden daha demokratik bir çerçeveye getirilseydi o zaman iş değişirdi. Oysa 2007 yılında anayasa değişikliği yaparken, mevcut durumu kabul ettikleri gibi, cumhurbaşkanının statüsünü daha ileriye götürmek istediler. Bu ileriye götürmek nedir? Halkın seçmesini sağlamaktır. Oysa parlamenter rejimde cumhurbaşkanı parlamento tarafından da seçilebilirdi. Peki, aksaklık nerede? Buradaki esas sorun, 1982 Anayasası’nın cumhurbaşkanına tanıdığı yetki fazlalığının sistemi yarı başkanlık rejimine götürüp götürmeyeceği, yani “à la française” (Fransız usulü) bir yönetime yol açıp açmayacağıdır. Bunu tartışmak gerek. Kamuoyunda sanki cumhurbaşkanı halk tarafından seçildiği zaman “à la française” bir yönetime geçilecekmiş izlenimi yaratılıyor. Oysa 1982 Anayasası’nda cumhurbaşkanına tanınan yetkiler sembolik yetkilerin ilerisine geçse de teknik anlamda Fransa’dan önemli farklar vardır.
Şöyle ki Fransa’da belirli kayıtlar dışında cumhurbaşkanı parlamentoyu feshedebilir ama Türkiye’de parlamentoyu cumhurbaşkanının feshetmesi çok zordur. Mesela şu anda cumhurbaşkanı olan Erdoğan parlamentoyu feshedemez, ya da seneye başka bir parlamento seçildiği zaman kendi çoğunluğu ortadan kalkarsa, “Hayır ben beğenmedim” diyemez. Ancak 45 gün içerisinde hükümet kurulmazsa veya kurulduğu halde güven oyu alamaz ise, CB, TBMM seçimlerini yenileyebilir.. Birinci fark bu. İkinci fark ise, Fransa’da cumhurbaşkanı seçildiği zaman parti ile ilişiği kesilir hükmü yok iken, bizim anayasamızda tam tersine kesilir. Şöyle ki anayasanın 102. maddesinde, oyların salt çoğunluğunu alan aday cumhurbaşkanı seçilir, 101. maddesinde ise cumhurbaşkanı seçilen kişinin varsa partisiyle ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sona erer deniliyor. Üçüncü fark ise, Fransa Anayasa md.16’nın olağanüstü durumlara ilişkin CB’ye tanıdığı olağanüstü yetkilerdir…
- Anayasa açısından baktığımız zaman YSK tarafından cumhurbaşkanı seçildiği ilan edilen Erdoğan’ın 27 Ağustos’a kadar başbakanlık makamında kalacağını beyan etmesi mümkün müdür?
Bu soruya yanıt verebilmek için Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun 20. ve 21 maddelerini okumak gerekiyor. Madde 20’de cumhurbaşkanı seçim sonuçlarının YSK tarafından kesinleştirilmesi seçilmeyi belirliyor. Madde 21’de ise, cumhurbaşkanı ant içerek göreve başlar diyor. Şimdi bu açıdan 21. maddenin açık hükmü, seçilmiş olma anı ile yeminle görevine başlama anını birbirinden ayırıyor. Bu açıdan bakıldığı zaman, YSK tarafından cumhurbaşkanlığı seçiminin kesin sonuçları açıklandıktan ve Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra, Tayyip Erdoğan’ın TBMM üyeliği hukuken otomatik olarak düşeceği için başbakanlık sıfatı bitecek ve parti ile ilişiği kesilecek. Buna direnirse, yaptığı işlemler filli işlem olacak. Yani bu işlemlerin anayasal dayanağı bulunmayacak. Bu nedenle fiili işlemler yok hükmündedir.
- Çokça tartışılan başka bir husus ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sır olmayan başkanlık sistemine geçme arzusu. Bugün var olan sisteme göre bakacak olursak bu mümkün mü?
Az önce Fransız örneğinde belirttiğim üzere, Türkiye’de yarı başkanlık sistemi olamayacağı gibi başkanlık sistemi ise hiç olmaz. Çünkü burada parlamento karşısında sorumlu bir hükümet var. Yürütme çift başlı. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildi, ama parlamento önünde güven oyu almak durumunda olan bir hükümet var. Başkanlık rejimi ise bambaşka bir rejim. Bu olmaz mı Türkiye’de? Şöyle olur: Anayasadaki yasama, yürütme ve yargı çerçevesinde yapılmış düzenleme hükümleri kaldırılır ve başkanlık rejimine ilişkin yeni hükümler konulur, ancak öyle mümkün olur.
- Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği gün yaptığı balkon konuşmasında anayasa değişikliğine değinmesi bir işaret olarak yorumlanabilir mi?
Tabii başbakanın anayasaya değinmesi, modern, çağdaş, demokratik bir anayasa istiyorum biçiminde yorumlarsanız, desteklenmesi gereken bir durum. Ama yarım kalan projenin tamamlanması anlamında ise, o zaman başbakan daha çok bunu kastetmiştir. Kaldı ki balkon konuşmasında uzlaşma komisyonuna gönderme yaparak, “Biz büyük parti olmamıza rağmen, eşit koşullarda masaya oturduk, ama diğerleri bunun değerini bilemediler” dedi. Fakat komisyona kendisine özgü bir başkanlık modeli dayattığını ifade etmedi. Ben buna o zaman Erdoğan’a özgü bir rejim demiştim. Eğer başbakan hala anayasa komisyonuna sunduğu metin ile kurmak istedikleri siyasal rejim konusunda ısrarcıysa, o zaman dediğiniz gibi, başbakanın böyle bir projeyi uygulamaya geçirmek için ilk fırsattan yararlanmaya çalışacağını söyleyebiliriz.
- Meclis’te çoğunluğu elde tuttuğu göz önüne alındığında, diğer partilerden onay almadan başkanlık sisteminin önünü açmak için bir manevra yapılabilir mi?
Her şey Haziran 2015’te yapılacak ya da daha erkene alınacak yasama seçimleri sırasında ortaya çıkacak. Burada Selahattin Demirtaş’ın öncülüğünü yaptığı hareketin tavrı önemli. Çünkü barış süreci söylemini bütün seçim kampanyasının temeline yerleştiren bir başbakan, balkon konuşmasında hemen milliyetçi vurgular yaptı. Dolayısıyla Türkiye’nin barış ve demokrasi temelinde bir geleceğe yönelmesinin başkanlık rejiminden geçmediğini, bunun parlamenter rejimden geçtiğini Kürt hareketinin kavraması gerekiyor.
Yani Türkiye’de 2015’te hangi hükümet olursa olsun Kürt hareketine sırt çeviremez. Türkiye’nin barışa olan ihtiyacına hayır diyemez. Ama bütün sorun şurada düğümleniyor: Biz bir kişinin sürüklemesi sonucu başkanlık rejimine mi koşacağız sürekli ve bütün demokratikleşme gereksinimlerini , paylaşım eksenlerini ikinci plana mı atacağız; yoksa biz dikkatimizi parlamentoyu, yasama organını, seçimi ve Türkiye’yi nasıl daha çok demokratikleştirebiliriz sorusuna mı yoğunlaştıracağız? Eğer tek bir kişinin arzu ettiği başkanlık rejimine dikkatlerimizi yöneltirsek ki öyle oldu son zamanlarda, o zaman Türkiye’nin demokratikleşmesinden vazgeçmek durumunda kalırız. Nitekim yüzde 10 baraj tamamen unutuldu. Dolayısıyla AKP, Kürt hareketi konusunda, çözüm ve barış konusunda samimiyse bir jest olarak en azından bu yüzde 10 barajı yüzde 5’e çekiyoruz derdi ve herkesin gözünde samimi olurdu. Ama bunu demedi ve demeyecektir. Çünkü bunu derse oyu ve milletvekili sayısı çok düşecek.
- Şimdi önümüzde genel seçimler var. Erdoğan cumhurbaşkanı sıfatıyla AKP adına mitinglere veya televizyonlara çıkıp oy isteyebilir mi?
Kesinlikle katılamaz. Çünkü katılması açıkça anayasanın ihlali anlamına gelir ve anayasanın uygulanmasından sorumlu olan bir kişinin, devletin başının bunu yapması, açıkça anayasal darbe anlamına gelir. Anayasal rejimin fiilen askıya alınması anlamına gelir.
- Son olarak sizce ülkeyi nasıl bir dönem bekliyor?
Bizi riskli ve tehlikeli bir dönem bekliyor. Hatta çok karşı çıktığımız 1982 Anayasası’nı bile arar duruma gelebiliriz. Risk ancak çoğunluğa sahip olan iktidarın sağ duyulu olması ölçüsünde azalabilir, ama bize düşen, demokratik muhaliflere düşen ise uyanık olmaktır. Uyanık olmak için bütün olup bitenleri çok iyi izlemek gerekiyor. Bu konularda çok iyi bilgilenmek ve bu bilgileri de kamuoyu ile paylaşmak gerekiyor.