İbrahim Kaboğlu*
“Fiili durum” deyimi pek tutmuştu, özellikle Cumhurbaşkanı seçimini izleyen dönemde. Bu kavramın kullanılmasına karşı çıkanlara göre fiili durum, “anayasal darbe” demekti. D. Bahçeli, 16 Ekim 2016 günkü çıkışı “Anayasa dışı yönetime son” şeklinde olumlu bir okunuşa açık olsa da, Türkiye’yi, “Anayasa’dan arındırılmış bir Cumhuriyet”e dönüştürme yolunda sacayağı işlevi gördü.
Anayasasızlaştırma mimarı: 10 Ağustos 2014 seçimi ardından Anayasa, açık bir biçimde ihlal edilmeye başlandı. En somut göstergesi; “parlamenter rejim bekleme odasına alındı” beyanı. Oysa, Anayasa’nın bağlayıcılık özelliğinde herhangi bir değişiklik yoktu.
Hükümet ayağı: Mayıs 2016’da görevden alınan Davutoğlu yerine B. Yıldırım’ın getirilmesi, anayasasızlaştırma sürecinin hükümet ayağını oluşturdu.
Sacayağı: TBMM’de temsil edilen en küçük parti lideri 16 Ekim günü, “CB’nin söylem, işlem ve eylemleri anayasa dışı olup, bu duruma son vermek gerekir” dedi.
Bu sözlerin AK Parti çevrelerinde okunması, CB’nin beklentisi doğrultusunda bir Anayasa değişikliği çalışmasına başlanması şeklinde oldu.
Anayasa değişikliği de, usul yönünden ve içinde bulunulan koşullar bakımından, geniş anlamında, anayasa dışı yol ve yöntemlerle kotarıldı.
OHAL yönetimi, hem Anayasa değişikliği için kullanıldı; hem de demokratik muhalif çevreleri tasfiye için. Yok hükmündeki Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), olağanüstü hal ilanı ile ilgili olmayan alanlarda, muhtemelen “yeni anayasal düzen”e zemin oluşturmak amacıyla kullanıldı.
İşte Başbakan’ın itirafı: “Kurunun yanında yaş da yanıyor olabilir... Hatalı işlem olabilir... Önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip doğru yanlış yapıldığını bilemeyiz... Ancak bunlar olduktan sonra haberlerde çıkıyor, ondan sonra haberimiz oluyor. Haksızlıklar varsa düzelecek. Akademik çevrelerde bu şikayetler geliyor... Kamuoyundaki etkilere göre önlem alıyoruz” (Sedat Ergin, Hürriyet, 23 Şubat).
Bu itiraf, CB başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nun KHK adı altında yaptığı işlemlerin Anayasa ve hukuk dışılığının açık göstergesi. Anlamı ise şu: KHK altına biz imza attık; ama işlemi başkaları (bürokratlar) yaptı.
Başbakan ve Hükümet üyeleri, hemen bütün mesailerini, “kişi-parti-bürokrasi” yönetim ve hakimiyeti ereğinde, “anayasal düzeni” kaldırmak için harcamakta. Haliyle, ülke yönetimine ayıracak zamanları kalmıyor.
Hak-hukuk ihlalleri, yaşam hakkı, onlar için ikincil; hele muhalif olarak gördükleri çevrelerin tasfiyesi, onlar için bir öğünç kaynağı.
Ne var ki, Anayasa, mesailerinin ilk sırasında yer alsa da, “anayasal bilgi kirliliği”nin kaynağı da kendileri.
Mesela, TBMM’ye ait yasama yetkilerinin önemli bir kısmı bir kişiye devredilecek. Buna karşılık, yürütme görev ve yetkisine sahip kişi, bu sıfatı nedeniyle hiçbir biçimde Meclis önünde sorumlu olmayacağı gibi, yasama yetkisi de kullanabilecek. Bu vb. değişiklikler halktan sürekli saklanmıyor mu?
Anayasal emri yerine getirmeyen ve anayasal yasaklara aykırı davranan Hükümet üyeleri, ihlallerde “sınır” tanımıyor. İşte yasa ve yasak; üstelik kendilerinin koyduğu: “Yurt dışı seçmenler, milletvekili genel seçimi, Cumhurbaşkanı seçimi ve halkoylamasında oy verebilirler. Yurt dışında ve yurt dışı temsilciliklerde seçim propagandası yapılamaz” (5749 sy. Ve 13/3//2008 sy.lı K. md. 94/A)
Anayasal düzenleme ve gerekçelerinden değil, “anayasa değişikliğinin erdemleri!” üzerine yurt dışında yaşayan seçmenlere yönelik faaliyetleri engellenen vekillerin durumu ve söylemleri nasıl anlamlandırılabilir?
“Hayır” diyenleri, teröristler ile aynı safa koymakta yarışan vekiller, kendilerine yabancı bir ülkede yasak gelince, seyahat, ifade ve toplanma özgürlüklerinin erdemlerini hatırladı.
Oysa kendileri, “yargısız infaz” yoluyla binlerce kişiyi sokağa atarak bütün özlük haklarını ellerinden almakla yetinmedi; onların yurt dışına çıkma hakkını da ellerinden aldıkları için, ülke dışında çalışma hak ve özgürlüğünden de yoksun kıldılar. Gazeteciler, seçilmişler ve öğretim üyeleri için hapishaneleri yeterli görmeyip, ülkeyi de hapishaneye çevirdiler.
Avrupa üniversitelerinde görev yapan veya oradan davet alan öğretim üyelerine, “göndermem” diyen hükümet üyelerine bazı Avrupa devletleri, “Gelemezsiniz” diyor şimdi...
İçeride, kurunun yanında yaşı yakmaya devam eden hükümetin dışarıda karşılaştığı engellerin tek olumlu tarafı, ifade özgürlüğü ve önemini, seyahat özgürlüğünü, hak arama yollarının gerekliliğini ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi yolunu hatırlamasına vesile olması…