Darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) uygulamasının 686 sayılı kanun hükmünde kararnamesiyle (KHK) ihraç edilen Marmara Üniversitesi Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, "Kararname, Anayasal açıdan ‘yok hükmünde’ olsa da doğurduğu sonuçlar, savaş halinde bile görülebilecek türden değil. Çünkü savaşın da bir hukuku ve ahlakı var" dedi.
İbrahim Kaboğlu'nun BirGün'de "OHAL-KHK ve değişiklik süreci" başlığıyla yayımlanan (16 Şubat 2017) yazısı şöyle:
“Anayasa halkoylaması, meşru ve geçerli mi?” başlıklı geçen haftaki yazımı, (8 Şubat Adana Anayasa Toplantısı nedeniyle) salı akşamı yazdığım sırada, 686 sayılı KHK vurdu.
OHAL KHK ve AYM’nin konuya ilişkin kararı üzerine çok yazdım. 686 sayılı KHK, tam da, ‘Halkoylamasının meşruluğu ve hukuki geçerliliği’ sorgulamasına yanıt gibi oldu. Bu nedenle yazımı değiştirmedim.
Kararname, Anayasal açıdan ‘yok hükmünde’ olsa da, doğurduğu sonuçlar, savaş halinde bile görülebilecek türden değil. Çünkü savaşın da bir hukuku, ahlakı ve mertliği var.
7 Şubat 2017 Salı günü 29972 sayılı (Mükerrer) Resmi Gazete’de yayımlanan 686 sayılı KHK; “Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirler alınması; (...) Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nca 2/1/2017 tarihinde kararlaştırılmıştır.” cümlesi ile başlamakla, iki ayrı işlemin varlığını ortaya koymakta.
‘Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’ kaydı, toplantı ile KHK eşzamanlılığını gerekli kılmakta. Buna karşılık, toplantı tarihi, 2 Ocak 2017, Kararname tarihi ise, 7 Şubat 2017.
Bu zaman farkı, Kararname ve ek listelerin ayrı işlemler olarak hazırlanmış olduğunu göstermekte. CB ve Bakanlar Kurulu imzalı KHK, muhtemelen ‘bürokratlar’ca hazırlanan ve Kararname’ye sonradan eklenen liste, hiçbir açıklama ve gerekçeyi içermemekte.
Çok yazdım: Olağanüstü yönetim de, bir hukuk rejimi. 1982 Anayasası’nda ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde olduğu gibi Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre OHAL, ‘neden, yetki, yer, konu ve zaman’ bakımından sınırlı olup yargısal denetime tabi. Nitekim bu hukuki çerçeve, Anayasa md.120 ve 121’in yanı sıra, madde 15’te açıkça belirlenmiştir. Anayasa ve uluslararası sözleşmeler, olağanüstü hale neden olan kişi ve gruplar için bile geçerli hakları güvenceler. Bunların başında, hak ve özgürlükleri sınırlama ölçütleri ve dokunulamayacak alanlar; adil yargılanma hakkı ve aşağılayıcı muamele yasağı gelmekte.
Gelin görün ki; OHAL kapsamında KHK doğrultusunda 4.287 akademisyen görevinden çıkarılmış; görevden çıkarılan kamu personeli sayısının yüz bine yaklaştığı anlaşılmakta. Acaba bunlardan ne kadarı darbe ile ilişkili?
Yaptırımlar açısından bu bir ‘imha harekâtı’: Yok hükmündeki KHK, -sıraladığı yaptırımlar zinciri ile- listede adı bulunanları bütün haklarından yoksun kılmakta. Şu benzetme abartı olmaz: Kurşun sıkılarak –karanlıkta ve arkadan- öldürmek ve şarjörü üzerine boşalttıktan sonra da tekmeleyip, cesedini sürüklemek...
Haysiyet açısından; kimin onuru zedelenmiş oluyor? Bunun yanıtını vermek zor olmasa gerek.
15 Temmuz sürecini yaratanlar, erkler ayrılığını kaldıran Anayasa değişikliğine karşı çıkanları ‘darbeci’ler ile özdeşleştirme pişkinliğini sergileyebiliyor.
AKP-Cemaat ittifakı: Anayasa dışı yönetim Aslında, bu Anayasa değişikliğine karşı çıkmak, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya karşı çıkmaktır; tıpkı 15 Temmuz öncesi anayasızlaştırmaya karşı çıkmakta olduğu gibi. Eğer uyulsaydı, zaten 15 Temmuz’a giden yolun kilometre taşları döşenmezdi. Yine sıkça yazdım: 15 Temmuz Darbe Girişimi ile Anayasa arasındaki sıkı bağ, iki maddede somutlaşmakta:
-Din ve politika ilişkisi (md.24): Tarikatlar, din özgürlüğünü kötüye kullandı; Hükümet ise, dini politikaya alet etti.
-Kamu hizmeti ve liyakat (md.70): ‘Görevin gerektirdiği nitelik’ ölçütü hep ihlal edildi.
AK Parti-MHP İttifakı: Anayasasızlaşmanın teyidi ‘Fiili durum’ (D. Bahçeli) söylemine dört elle sarılan AK Parti, yeni bir ortak bulmuş oldu. Önceleri yadsımış olsa da, anayasasızlaştırma itirafı, Türkiye’yi yeni bir eşiğe taşıdı. Anayasa değiştirilecekti ve fiili durum ‘hukukileştirilecek’ti. Nitekim öyle oldu.
İki parti temsilcisi figüran olarak kullanıldı: Nerede çalıştıkları, hangi uzman ve danışmanlardan yararlandıkları vb. bilgi var mı? Bu işi, Külliye danışmanlarının kotardığı günışığına çıktı. Ya sonuç? Bütün devlet organlarının saygı göstereceği bir Anayasa yerine, bir ‘siyasal şahsiyetin kılıcı’ olmaya elverişli bir ‘araç’ ortaya çıktı.
Eğer 16 Nisan oylamasında ‘evet’, ‘hayır’dan bir fazla çıkarsa, bu metin, ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ (6771 sy. Ve 21/01/2017) başlığını taşısa da, ‘15 Temmuz Anayasası’ olarak anılacak. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir ‘anayasal devlet’ yapmayacak...
Her halde böyle bir metin, ancak savaştan beter bir ortamda kotarılabilirdi: Hukuksuz, ahlaksız ve kalleşçe...
Büyük teşekkür: Yoğun dayanışma ve destek mesajlarına dönemedim; tanıdığım ve tanımadığım, herkese içten sevgiler, esenlikler.