Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu, 16 Nisan'da halk oylamasına sunulacak anayasa değişikliğiyle ilgili olarak "Evet', anayasal ve siyasal birikim bakımından tarihimizde en büyük kırılmayı beraberinde getirecek. Kazanımları sahiplenme fırsatı yaratacak olan ‘Hayır’ ise, yeni ve demokratik bir anayasanın yolunu da açmış olacak" görüşünü dile getirdi. Prof. Kaboğlu, anayasa değişikliği teklifinin 'Evet' ve 'Hayır' karşıtlığı ekseninde 16 ana sorunu öne çıkarmakta olduğunu savundu.
Prof. İbrahim Kaboğlu'nun BirGün gazetesinin bugünkü (13 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan 'Halk neyi oylayacak - 7: Neye evet, neye hayır?' başlıklı yazısı şöyle:
16 Nisan Pazar günü halkoyuna sunulacak olan 6771 sayılı Anayasa değişikliği Kanunu (R.G.: 11.02.2017), ‘Evet’ ve ‘Hayır’ karşıtlığı ekseninde şu ana sorunları öne çıkarmakta:
“15 Temmuz 2016’da millet iradesiyle oluşan iktidarı hazmedemeyen vesayetçi anlayış, başka bir kisve ile başını kaldırmış” gerekçesi karşısında; ‘15 Temmuz Darbe Girişimi’nin kaynağı Anayasa’ diyenler ‘Evet’; tam tersine asıl neden, ‘Anayasa’nın emredici hükümlerinin ihlal edilmesi’ diyenler ‘Hayır’ oyu verecek.
Hak ve özgürlüklerin bastırıldığı, iktidarın ise keyfilik ölçüsünde artırıldığı ve kötüye kullanıldığı olağanüstü hal ortam ve koşullarında –üstelik Anayasa ihlal edilerek ve kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen- Anayasa değişikliğinde meşruluk ve demokrasi sorunu görmeyenler ‘Evet’; ortam ve koşulları, seçmenin serbest kanaat oluşturmasına engel görenler, ‘Hayır’ diyecek.
Sivil toplum örgütlerinin geçen yıllarda hazırladıkları anayasa taslak metinlerinde ve raporlarında, yargı bağımsızlığı, hak ve özgürlükler, yerelleşme ve TBMM’nin demokratikleştirilmesi ereğinde rejim içi anayasal düzenleme önerilerine rağmen, üç devlet erkini tek kişinin güdümüne koyan değişikliği onaylayanlar ‘Evet’, buna karşı çıkanlar ‘Hayır’ diyecek.
Kaldırılan hükümete ve Cumhurbaşkanına ait bütün yetkiler, bir kişiye- artı yetkilerle birlikte- veriliyor. Bunlar, Cumhurbaşkanı kararnamesi (CBK) ile düzenlenecek. CB, aynı zamanda parti başkanı olabileceği için, aslında Cumhurbaşkanlığı da kaldırılıyor. Kurumsal düzenlemelerin sona erdirilmesini yararlı bulanlar ‘Evet’, sakıncalı görenler ‘Hayır’ diyecek.
Yasama yetkisinin genelliği ilkesini ortadan kaldıran Değişiklik Kanunu, TBMM’nin yetki kanununa gerek olmadan Cumhurbaşkanına genel bir normatif yetki alanı tanıyor: “Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri ve yetkileri, teşkilat yapısı ile merkez ve taşra teşkilatlarının kurulması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.”
OHAL KHK’leri de, CB tarafından tek başına çıkarılacak ve bugün olduğu gibi, bütün hak ve özgürlükleri yok edici sonuçlar doğurabilecek.
CB kararnameleri (CBK), ‘sosyal, iktisadi ve kültürel hakları’ da düzenleyecek.
TBMM’nin kabul ettiği kanunu CB geri gönderirse, yeniden oylamada salt çoğunluk sayısı gerekecek.
Yasama yetkisinin önemli bir kısmını tek kişilik yürütmeye geçiren düzenlemeyi yararlı görenler ‘Evet’, sakıncalı görenler ise ‘Hayır’ diyecek.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir” deniyor. Hangi CBK? Konu ve alanı Anayasa’da açıkça sayılan mı, yoksa genel olarak belirtilen mi?
“Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır” deniyor. CBK ile ‘kanunlarda farklı hükümler’ kaydı, TBMM’nin aynı konuda kanun çıkarması, hangi yasalar için geçerli olacak? ‘Bakanlıkların kurulması, (...)’, CB’ye Anayasaca tanınmış olan norm koyma yetkisi olduğuna göre, ‘aynı konu’ ve ‘farklı hükümler’, bu alanda geçerli olacak mı?
Dahası, “Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulabilecek”. TBMM’ye ait bu genel yetki, CB’ye de eşit biçimde tanındığına göre, düzenlemeyle ilgi çatışmaları hangi organ çözecek?
Bu ve benzeri yetki belirsizlikleri ve çatışmalarını olumlu görenler ‘Evet’, sakıncalı görenler ise ‘Hayır’ diyecek.
Hukuk devleti, hukuk kuralları aşamalı değer sırasına göre yapılanır: Anayasa-yasa-tüzük-yönetmelik. Değişiklik Kanunu ile Tüzük tamamen kaldırılıyor ve CBK geliyor. Buna göre, kurallar kademelenmesi; Anayasa-CBK-yasa-yönetmelik veya Anayasa-yasa-CBK-yönetmelik şeklinde, ‘yasa’ ve ‘kararname’ çatışmasına açık. Kuralı koyan organ ile onu uygulayacak organın aynı olması, kurallar sıralamasını olduğu kadar hukuk devletinde organlar farklılaşmasını da ortadan kaldıracak.
Tercih, bunları onaylamak ve kabul etmemek arasında yapılacak.
Yargı için tarafsızlık ilkesi öngörülmekle birlikte, bütün yargı mensupları konusunda karar verme konumunda olan Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), -kendisine partizanlık yolu açılan- Cumhurbaşkanınca doğrudan ve muhtemelen TBMM’deki çoğunluğu tarafından – yargının kendisi tamamen dışlanarak- belirlenecek. Siyasi kişi ve organların güdümü altındaki yargı mensuplarının tarafsız karar vermeleri çok zor; zira bağımsızlık (statü) olmadan tarafsızlık (erdem) beklentisi, açık bir çelişki.
Bu nedenle, ‘yargısal demokrasi ve bağımsızlık’, oylamanın eksenini oluşturacak.
Yasama, yürütme ve yargı görev ve yetkilerinin ayrı organlar şeklinde örgütlenmesi (erkler ayrılığı), uzun bir tarihsel evrimin sonucu olup, insan haklarının güvencesini oluşturur.
Meclis’in yasama ve denetim yetkisinin azaltılması, yargının siyasal iradenin güdümüne konulmasının ötesinde, -bağımsızlığı tartışmalı- Anayasa Mahkemesi’nin çok sonradan ve geçmişe etkili olmayan kararla sınırlı kalması, anayasal denge ve denetim düzeneğini en aza indirgeme anlamına gelir.
‘Evet’ tercihi, denge ve denetim düzeneğinin kaldırılması; ‘Hayır’ ise, denge ve denetim düzeneğini pekiştirme iradesi ile örtüşür.
Hukuk devleti, ‘görev+yetki+sorumluluk’ üçlüsüne dayanır. Değişiklik Kanunu gereği; yasama, yetkilerinin önemli bir kısmını tek kişilik yürütme organına devretmesinin yanı sıra, yürütmenin sorumluluğu üzerinde denetim yetkisini de kaybediyor. Bu yetki, Meclis araştırması, genel görüşme, Meclis soruşturması ve yazılı soru ile sınırlı.
Cumhurbaşkanı, ne TBMM önünde ne de herhangi bir biçimde siyasal bakımdan sorumlu. Bakan ve yardımcıları da Meclis önünde sorumlu değil; sadece CB’ye karşı sorumlu.
Cezai sorumluluk da kayda bağlı: TBMM, Cumhurbaşkanı (suç işlediğine), CB yardımcıları ve bakanların görevleriyle ilgili (suç işlediğine dair) iddiaları, 301 milletvekilinin imzası olmadan (görevleri sona erdikten sonra bile) gündemine alamayacak.
Bu nedenle ‘Evet’, hukuk devletine hayır; ‘Hayır’ise, hukuk devletine evet anlamına gelir.
TBMM önünde sorumlu olmayacak olan CB, yardımcıları ve bakanlar için “halka hesap verecek” deniliyor. Bu kavram, anayasa hukukuna yabancı; çünkü seçmen, parti ve adaylar arasındaki tercihini, ‘anayasal düzen’ içindeki politika farklılıklarına göre ortaya koyar. Yoksa seçim, seçilmişlerin anayasa dışı işlem ve eylemlerine yaptırım uygulaması olmadığından; seçilmemek, hakkında ‘suç iddiası’ öne sürülen kişiyi aklamaz. Kaldı ki, görevi sona eren kişinin yeniden aday olma zorunluğu olmadığı gibi Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların hepsi seçilmemiş kişilerden oluşabilir.
Bu nedenle, tercih, ‘yöneten ve yönetilenlerin hukuk önünde eşitliği ilkesi’ (Hayır) ile ‘yöneticilerin suç işleme ayrıcalığı’ (Evet) arasında yapılacak.
“Halk cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini oylayacak” söylemi, üç açıdan yanlış.
Ortada hükümet yok: Sorumsuz bir Devlet başkanı, Devletin başı, (potansiyel) parti başkanı ve Cumhurbaşkanı var. Sadece buna karşı sorumlu ve görev süresi belli olmayan CB yardımcıları ve bakanlar var; bunların kurul halinde sorumluluğu olmadığı gibi, siyasal organ olma durumu da söz konusu değil.
Siyasal (ve partizan) kimliği bulunan tek kişinin yürütme (ve yasama) yetki alanlarının sınırları belirlenmiş değil. Hukuk devletindeki kuralı koyan organ ile onu uygulayan organ ve mutlaka denetleyen organın ilk ikisinden ayrılması gereği şeklindeki çoklu yapılanma, kural koyma ve uygulama bakımından tek kişiye kaydırılmış bulunuyor. Çeşitlilik ise, CBK yoluyla yürürlüğe konulacak kurallarda; ama sınırları belirsiz…
Şu üç gereklilik bulunmadığı için, ‘hükümet sistemi’nden söz etmek mümkün değil: Görev+yetki ve sorumluluk zinciri; denge ve denetim düzeneği (özellikle yürütme ve yasama arasında); erkler ayrılığı ve normlar hiyerarşisi (kuralların aşamalı sırası). Şu halde 16 Nisan’da tercih, parlamenter hükümet (Hayır) ile kişi-parti devleti (Evet) arasında yapılacak.
Siyasal rejim veya hükümet sistemi, yargının bağımsız olması kaydı ile, yasama ve yürütme arasındaki ilişkilere göre tanımlanır. Eğer yasama ve yürütme arasında, oluşum-işleyiş-işlev ve sona erme bakımından ‘karşılıklı bağımlılık’ ilkesi geçerli ise, ‘parlamenter rejim’; aynı ilişkiler bütününde ‘karşılıklı bağımsızlık’ ilkesi geçerli ise, ‘başkanlık rejimi’ söz konusu.
Değişiklik metninde ise, ‘karşıklıklılık/bağımlılık ve bağımsızlık’ üçlüsünde; yasama ve yürütme bağımlı, bağımsız olan ise tek kişi; ‘karşılıklılık’ yok.
Söz konusu olan, erkler ayrılığı terkedilerek, her üç erk, bir kişi tarafından, paylaşılmış olarak veya güdümü altında kullanılabilecek bir erkler birleşmesi. Bu nedenle, düzenleme, ‘demokratik hukuk devleti’ (Any., md.2) çerçevesi dışında kalıp, nasıl işleyeceği belirsiz olan, bir otoriter yönetim veya totalitarizm tehlikesinin önünü açıyor.
Şu halde, oylama, değiştirilmez Anayasa maddesinin içeriğini boşaltmak (Evet) ve demokratik hukuk devletini sahiplenmek (Hayır) arasında yapılacak.
Anayasa, ‘bir toplumun özgeçmişi’ olarak tanımlanır.16 Nisan günü oylanacak olan şu: Sayısı 550’den 600’e çıkartılan TBMM’nin 1876-1909-1921-1924-1961 ve 1982 ekseninde genellikle artan ve kurumsallaşan yetkilerinin kaldırılmasına ‘Evet’ mi, ‘Hayır’ mı? Tanzimat’tan günümüze oluşan, kurallar yoluyla ve kurullar eliyle yönetim geleneği yerine, yetkiyi de kendisi koyacak olan tek kişinin önceden öngörülemeyen yönetimine ‘Evet’ mi, ‘Hayır’ mı?
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bozduğu kamu düzenini onarmayı amaçlayan OHAL ortamında yapılan Anayasa değişikliğinin kabul edilmesi, darbecilere karşı yürütülen davaların da sulandırılması sonucunu doğuracağından, hukuk ve liyakati yine ikinci plana kaydıracak; Türkiye yönetiminde, ‘makbul’ cemaat ve tarikatlar belirleyici olmaya devam edecek.
Bu nedenle, ‘Evet’, cemaat ve tarikatları aklama (haliyle darbeyi gölgeleme); ‘Hayır’ise, hukuk ve liyakati öne çıkarma (demokrasiyi sahiplenme) anlamına gelecek.
Değişiklik Kanunu, 1982’de yapılan değişiklikler sonucu edinilen anayasal kazanımları ortadan kaldırdığı gibi, kabul edilmesi durumunda yeni bir anayasanın da önünü kapatacak. Bu nedenle, ‘Evet’, anayasal ve siyasal birikim bakımından tarihimizde en büyük kırılmayı beraberinde getirecek. Kazanımları sahiplenme fırsatı yaratacak olan ‘Hayır’ ise, yeni ve demokratik bir anayasanın yolunu da açmış olacak.
Sonuç olarak halkoylaması, ‘demokratik rejim’in temeli olan ‘özerk toplumun’ teyidi ile totaliter (toptancı) yönetime kapı aralayacak olan ‘korku toplumu’ arasında bir tercih olarak görülebilir.