Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Kara, "İslamcılık Müslümanlık dairesinin içinde ama tersi doğru değil" dedi. Prof. Kara, "Türkiye İslamcılığının en büyük zaafı ve handikapı enternasyonalizm ve ümmetçilik üzerinden kendi toprağına yabancılaşmasıdır" diye konuştu.
Yazar Abdullah Arslan da Milat gazetesine verdiği ropörtajda, "İslamcılık, modern olan ya da harici bir durum karşısında, müslümanın tutum ve tavrını ifade eder. Bu haliyle bence, bütün Müslümanlar kabul etseler de, etmeseler de İslamcıdırlar" dedi.
Star gazetesinden Fadime Özkan'ın "Her Müslüman İslamcıdır ifadesi biraz teşvik kokuyor" başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2012) söyleşisi şöyle:
19. yüzyılın ortalarında, çağın özel şartları nedeniyle bu topraklardan doğan İslamcılık düşüncesi o gün bugündür sadece Türkiye’de değil nüfusu Müslüman olan hemen her ülkede değişik formlarda da olsa canlılığını sürdürüyor. Türkiye’de bir fikriyat, siyasi hareket, dünya görüşü, “ideoloji” vb. olmanın ötesinde, dinamik dindar toplum ve iktidar tecrübeleri nedeniyle de her dem taze bir tartışma konusu. Geçen ayın başlarında yeniden başlayan “İslamcılık, İslamcıların iktidarla imtihanı, AK Parti İslamcı mıdır değil midir” başlığı altında toplanabilecek tartışma çok sayıda yazar, düşünür, entelektüel, teorisyenin verimli katkılarıyla sürüyor. Bir anlamda “lüzumlu bir muhasebe”, “temize çekme” işlevi gören, görecek olan tartışmaların gidişatını ve tartışılan konuların esasını, konunun sayılı uzmanından biri olan Prof. Dr. İsmail Kara ile konuştuk.
“Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi” adlı üç ciltlik çok değerli bir çalışması bulunan, şu aralar ilki 2008’de yayınlanan “Cumhuriyet Türkiyesi'nde Bir Mesele Olarak İslâm”ın ikinci cildi üzerinde çalışan Prof. Kara Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi. Kara’nın çalışma alanları Osmanlı-Türk düşünce tarihi, din-modernleşme ve din-siyaset ilişkileri.
İslamcılık tartışması hız kesmiyor ama tanımı hakkında bile bir konsensus oluşamamış gibi görünüyor. Bunca zaman kesintisiz şekilde İslamcılık çalışan bir akademisyen ve entelektüel olarak size soralım: İslamcılık nedir, İslamcı kimdir?
Nereden baktığınıza bağlı olarak İslamcılığın tarifinde bazı değişiklikler, öncelik farklılaşmaları olabilir, bu normal. Yine de bazı özellikleri sıralayabiliriz. Birincisi, İslâmcılık modern dönemde ortaya çıkmış, bütünlüğü olan yeni bir İslam yorumudur. Bu yüzden modern ve hatta kısmen modernist yönleri öne çıkar. Aynı zamanda din merkezli yüksek bir sese ve samimi bir feryada sahiptir. Uyandırmak ve ayağa kaldırmak istediği bir müslüman kitle aramaktadır. Burada biz İslamcılığın karşı çıkan, meydan okuyan, muhalefet eden tarafı kadar paradoksal olarak düşman bildiği batılı değerlerle, modern Avrupa düşüncesiyle bir şekilde uyum arayan yönlerini birlikte görürüz. Hareketin aynı zamanda gelenekçi bir akım olarak tanımlanması alt ayırımlara göredir. Elbette diyelim ki daha batılılaşmacı akımlara göre İslamcılık gelenekçi kalabilir, çünkü daha dini bir söyleme sahiptir, koruması gereken şeyler daha çoktur, daha dindarane bir gelecek ve toplum tasavvuru vardır falan. Fakat bu onun aynı zamanda modern ve modernist bir hareket olmasını ortadan kaldırmaz.
İslamcılığın modernist bir hareket olduğuna Türkiye’de ilk defa siz vurgu yaptınız…
Hâlâ öyle. İşin bu zor tarafı İslamcıların da, onlara karşı çıkanların da hoşuna gitmiyor. Kolaycılığı, indirgemeciliği ve ideolojik olanı tercih ediyorlar. Aslında çok taraflı olarak bilgileri de yetmiyor.
Bütüncülükten kastınız ne?
Geniş manasıyla dinle alakalı bütün meseleleri içerir İslamcılık. Siyasi alan bu dairenin önemli fakat sadece bir unsurudur. İsterseniz burada benim çeyrek yüzyıl önce yaptığım uzun tarifi verelim (Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi adlı kitabından okuyor): “İslamcılık 19-20. yüzyılda İslamı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, hukuk, eğitim…) ‘yeniden’ hayata hakim kılmak ve akılcı bir metodla Müslümanları, İslam dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların bütününü ihtiva eden bir hareket…”
Bu tarifin en belirgin ve öncelikli yanı İslamcılığın siyasi yönü gibi geldi bana?
Entelektüel ve aktivist İslamcılık siyaset önceliklidir. Çünkü kaynağında devletin bekası ve müslüman toplumların kurtarılması fikri var. Hemen ilave edelim; Sünni İslam dünyasında dinin muhafazası ile devletin muhafazası kültürel olarak birbirinden ayrılamaz şeylerdir. Bu durum din-siyaset meselesini İslamcılık üzerinden daha karmaşık hale getirmiştir.
Nasıl?
Siyaset meselesinin bir teorik tarafı var. İslamcılık hareketi İslam siyasi düşüncesinin ana yapısında ve kavramlarında ciddi muhteva ve hiyerarşi değişiklikleri yapmayı hedeflemiş ve kısmen başarılı olmuştur. Siyasi kurumlarda hilafet-saltanat sisteminden meşrutiyetçi-cumhuriyetçi-demokratik çizgiye doğru kaymıştır. Uluslararası boyutunda ise panislamizm yahut ittihad-ı İslam yani İslam birliği arayışları vardır.
Bir de entelektüel ve aktivist olmayan İslamcılık mı var?
İslamcılık tarifini yaptığınız yere bağlı olarak evet. Mesela radikal İslamcı hareketlerin büyük çoğunluğu tasavvuf ve tarikat karşıtıdır, halk müslümanlığıyla ciddi mesafelidir, onları İslam’ın da İslamcılığın da uzağında görür hatta sapkın kabul eder. Bunun sebebi ölçü olarak yeni İslam yorumunu, entelektüalizmi ve modern manasıyla aktivizmi öne çıkarmış olmalarıdır. Halbuki farklı açılardan bakarsanız tarikatlar İslamcılık hareketinin en önemli ögelerinden biri olagelmiştir, sömürgecilik karşıtı bütün hareketlerde tekkeler başı çeker, Milli Mücadele dahil. Toplumun dindarlaşmasında da… Bugün için cemaatler de öyle. Şimdi durum biraz değişti ama Türkiye’deki İslamcı hareketler cemaatleri Müslümanları uyuşturan, sistemin kölesi yapan gruplar olarak gördüler ve tenkit ettiler, cemaatler de kendilerini daha gayrimeşru hale getirecek olan İslamcı yaftasını yememek için çok gayret sarfettiler.
Toplumsal-siyasal meselelerle ilgilenen her müslümana İslamcı denir mi peki?
Toplumsal-siyasal meselelerde İslam üzerinden talepleri olan her Müslüman diye düzeltirsek bu soruya evet diyebiliriz.
İslamcılığın tepkiselliğinde önceki kuşak Müslümanlara, onların ihmallerine duyulan bir öfke de yok mu?
İslamcılık aynı zamanda farklı bir İslam tarihi yorumuna sahiptir, büyük ölçüde İslam tarihini İslam’ın olması gereken tarihi olarak görmez. Dört halife sonrasından ta 19. yüzyıl sonlarına kadar bir tarih sapmasından bahseder. Daha da önemlisi oryantalistik dili paylaşarak bütün bu uzun dönemi istibdat olarak adlandırır. İslam dünyasını gerilemeye ve çöküşe sevk eden İslam değil bu sapmalar ve yanlış yaşanan tarihtir onlara göre. Bu aynı zamanda İslam ilim ve kültür mirasını en yumuşak tabiriyle hantal, yetersiz görmek ve bağlayıcı olmaktan çıkarmaya çalışmak demektir. Hatta yeni bir epistemoloji geliştirmek… Çokça problemi olan kaynaklara dönüş hareketi bu arayışlardan besleniyor ve kuvvet alıyor.
Ne diye eleştirdiği ve karşı duruş geliştirdiği Batı dünyasının bakışıyla bakıyor kendine?
Bu çizginin de uyum meselesiyle alakası var. İslamcılar Kur’an ve sünnetle sınırlı bir din anlayışının yeni şartlarla daha kolay uzlaştırılabileceği kanaatindedirler. Taklit karşıtlığı, içtihat taraftarlığı da bu sürecin bir parçası. Aynı zamanda akılcılık, şu veya bu düzeyde bilimperestlik, hatta kısmen pozitivizme yakınlık…
Her müslüman “bittabi ve bizzarure” İslamcı mıdır?
İslamcılık elbette Müslümanlık dairesinin içindedir ama tersi doğru değil. Bu yüzden her müslümanın tabii olarak İslamcı olacağı ifadesi biraz hafif kaçıyor ve teşvik kokuyor. Türkiye’ye bakın, kahir ekseriyet müslüman, peki kaçta kaçının İslamcılıkla akrabalığı var acaba? Ayrıca çok dindarane bir hayat yaşan halktan insanların İslamcılıkla irtibatları ancak dolaylı ve zorlayarak kurulabilir.
Peki, İslam siyasetten ari midir? Din toplumsal hayatı düzenlerken siyaseti gerektirmez mi?
Hiçbir din siyasetten ari değildir, İslamiyet de değildir, isterseniz hiç değildir diyelim. İslam kültüründe siyaseti “insanların ibadetlerini kolaylaştırmak edimi” şeklinde tarif eden alimler bile var. Aktivist ve entelektüel İslamcılık söz konusu olduğunda siyaset ve siyasi talepler öne çıkıyor, biraz önce işaret ettiğimiz üzere bu biraz kaynağıyla alakalı, biraz da dönüştürücülük talebi, hakim konuma geçme fikriyle alakalı.
Seyyid Kutup bunları görse tanır mı?
Bir modern zaman siyasi akımı olarak 19. yüzyılın özel şartları içine doğan İslamcılık en azından kavramsal anlamda varlık kazanması bakımından bir tepkisellik içeriyordu, hep içerdi. Bu refleks hali, İslamcılığın, İslamcı siyasetin yerini muhalefet olarak mı sabitler? İslam buna ne der? Bu bizatihi İslamcılığın önerisine ters değil midir?
İslamcılığı sadece muhalefet ve başkaldırı hareketi olarak açıklamak yanlış, en azından eksiktir. İslamcılık aynı zamanda bir uyum ve uzlaşma hareketidir. Dönemlere göre biri öne çıkar, diğeri zayıflar. Bakınız İkinci Dünya Savaşı sonrası şartlarda, Türkiye’de ise 60 İhtilalinden sonra İslamcılık muhalefet damarı kuvvetli, dışlayıcı tarafı baskın bir akımdı. Bugün ise bütün İslam dünyasında, bu arada Türkiye’de de uyum ve uzlaşma tarafı baskın hale geldi. Türkiye’de 70’li yıllarda “tağuti düzen” sloganına yapışanlar, tekfiri yani dışlamayı öne çıkaranlar 12 Eylülden sonra birarada yaşamacı oldular, ılımlı ve kültürel İslama yapıştılar, ağır ifadelerle tenkit ettikleri cemaatlerin ve tarikatların şemsiyesi altına girdiler. Şimdi hiçbir güncelliği olmayan adil düzen edebiyatını, Medine vesikası tartışmalarını, çokhukukluluk söylemlerini hatırlayın. Ne oldular, niçin çekildiler? Müslüman Kardeşler Mısır’da, Tunus’ta iktidara geliyormuş, Suriye’de de gelecekmiş diyorlar. Hangi Müslüman Kardeşler? Seyyid Kutup bunları görse tanır mı dersiniz?
Unutmadan bir şeyin altını çizelim, bütün bu olup bitenler sadece müslümanların, İslamcıların, İslam dünyasının iç şartlarıyla, kendi dinamikleriyle açıklanamaz, burada kuvvetli bir uluslararası etki alanı da var. İndirgemeci olmadan, bütün soğukluğuyla bu çok taraflılığı görmek lazım.
İslamcı hareket devlete talip değil mi? İslamcılık bir siyasi proje değil midir?
Aynı zamanda devlete taliptir, aynı zamanda siyasi bir harekettir. Ama sadece bu değil. Çok yeni bir kavramsallaştırma olan siyasal İslam İslamcılığı hatta İslamı tehdit edici siyaset dairesine hapsetmek için üretilmiş ve kurgulanmıştır. Şiddet ve terör bu kurgunun altbaşlıklarıdır. Sonra da “siyasal İslamın iflası” hikayeleri başladı biliyorsunuz.
İslamcılık teolojik ve siyasi olarak ikiye ayrılabilir mi peki?
Alt ayırım olarak belki ama üst ayırım olarak çok da anlamlı olmaz. Hatta yanıltıcı olur. Tekrar olacak ama İslamcılığın bütünlüğü olan yeni bir İslami yorumu olduğunu ihmal etmemek lazım.
İslamcılık açık bir ifadeyle, dini siyasete alet etmek midir?
Siyaset koltuğundan bakarsanız dini siyasete alet etmekten daha tabii bir şey olamaz. Laik devlet de bunu yapar İslamcı politikacı da, kafir de. Ama İslamcılık aynı zamanda bir proje ve ideoloji olarak yeni bir dindarlık ve yeni bir müslüman birey ve toplum tipi öngörür, aktivist ahlak merkezli saf ve sade bir müslümanlık arar, ana kaynaklarla irtibatlarını bilgi olarak ve maneviyat itibariyle kuvvetlendirmek ister. Bu çizgide siyaset amaç değil araç düzeyindedir. Hatta siyaset bağımlı bir hadise haline gelir; müslümanlar dindarlaştıkça siyasi sistem de kendilerine doğru yaklaşacaktır. “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz” ilkesi ve inancı buna kuvvetle işaret eder.
Teorik düzlemde, ideal olanı bir yana bırakıp pratiğe, olana da bakalım isterim: Türkiye İslamcılığının handikapları, zaafları nelerdir desem?
Handikaplara ve zaaflara geldiysek işimiz zor demektir. Aktivist ve entelektüel İslamcılığın bence en büyük zaafı enternasyonalizm ve ümmetçilik üzerinden Türkiye’yi, ayak bastığı zemini unutması, önemsememesidir. Türk İslamcılar başkalarını kendilerinden daha çok tanımak hevesinde olagelmiş gözüküyor. Bu çok ciddi zihni bir savrulmayı ve merkez kaybını getirmiştir. Ayrıca bu stratejik bir hatadır, çünkü kendi toprağıyla alakası olmayan bir hareketin orada kendi kalarak kök salması mümkün değil. Bu mühim meselenin yeteri kadar farkında olunduğunu zannetmiyorum. Tarikatlar ve cemaatler bu manada daha avantajlı çünkü üst düzeyde farkında olmasalar da bu toprakla, bu insan unsuruyla, bu kültürle irtibatları daha köklü ve gelişkin. Onların büyük zaafı kendilerini keşfetmek konusunda ciddi herhangi bir çabanın içine girmeyişleri. Onun için dış şartların, aktüel rüzgarların onları ne ölçüde değiştirip dönüştürdüğünü de yeteri kadar fark etmiyorlar.
İslamcılığın tarihini dönemler ve nesiller üzerinden nasıl tasnif ediyorsunuz?
Genel İslamcılık mı Türkiye’deki İslamcılık mı? Bu ikisi özellikle 1924’ten sonra kronolojik olarak da muhteva olarak da her zaman uyuşmaz. 1924 yılına kadar Türkiye İslam dünyasındaki İslamcılık hareketleriyle kuvvetli irtibatları ve paralellikleri olan bir ülkedir, hatta merkezdir. Lozan sonrasında Türkiye İslam dünyasından da İslamcılıktan da kopuyor, ta İkinci Dünya Savaşı sonrası şartlara kadar. Halbuki bu arada Müslüman Kardeşler ve Cemaat-i İslami başta olmak üzere İslam dünyasında gür sesli, talepkâr İslamcılık hareketlerinin neşvünema bulduğunu görüyoruz. Türkiye bu süreçle 60’lı yılların ikinci yarısında güçlü bir şekilde tanışacak fakat kendi İslamcılık kaynaklarına dönmeyi, onları tenkit süzgecinden geçirerek içselleştirmeyi başaramayacak. Bu zaaf devam ediyor. Milliyetçi ve muhafazakar bir geçmişe ve kafaya sahip olan Erbakan’ın bu yıllarda giderek İslam vurgusu üzerinden kendini ayrıştıracak yeni bir hareketin başına geçmesi tesadüfi değil. Türkiye’de 12 Eylül ihtilali olarak gördüğümüz ve İslamcılığı daha sisteme yaklaştıran sürecin aşağı yukarı aynı tarihlerde Mısır’da, İran’da, Afganistan’da ve Pakistan’da da karşılıkları var. Seyrelmiş, zayıflamış, içi boşalmış, iddiaları ve talepleri unutulmuş bir İslamcılık hakim bugün.
Bu noktada siz de İslamcılık bitti mi diyorsunuz? Ne zaman bitti İslamcılık, neden bitti?
İslamcılık bitti diyenler sanki bitmesini istiyormuş gibi davrananlar galiba. Ömrünü tamamlayan İslamcılıklar var tabii, ayrıca bu tarihte yeni bir şey de değil. Fakat İslam dünyasının, müslümanların, bu arada Türkiye’nin bu kadar büyük tehdit ve tehlikelerle, baskı ve şiddetle, soğuk savaş sonrası yeni emperyalizmle karşı karşıya olduğu bir dönemde İslamcılığın biteceğini düşünmek kafaları bir tarafa doğru yönlendirmek değilse safdillik olur. Yakın tarihte İslamcılığı doğuran şartlar bugün ziyadesiyle ve ağırlaşarak mevcuttur. Unutmayınız ki bütün tarihi boyunca İslamcılığın yeniden yorumlayarak bayraklaştırdığı temel kavramlardan biri cihaddır. Bugünkü sönüklüğü aldatıcı olabilir.
Ayrıca İslamcılığın yeni bir dindarlık ve hayat arayışı ve iddiası var. Bu inançlara ve ahlaka kadar uzanıyor. Dini, kaynakları yeniden okumak, anlamak ve yorumlamak istiyor. Bir ölçüde felsefi problemler ve yoklamalar bunlar. Dolayısıyla iktidara gelip gelmemekle hallolacak düzeyde veya ortadan kalkacak tipte değil.
Bir şey daha var: Anlaşılan o ki hem uluslararası sistem hem de yerli siyasi odaklar daha uzun müddet İslam meselesini kuşatmak, biçimsizleştirmek, yönlendirmek, tahrik etmek için çaba sarfedecekler. Bu da kaçınılmaz olarak İslamcılığı, İslamcılıkları diri ve canlı tutacaktır.
AK Parti'nin İslamcılık ile temasını nasıl görüyorsunuz? Dünün İslamcıları bugünün muhafazakarları oldular yönünde bir eleştiri-saptama var malumunuz, daha veciz haliyle “mücahittiler müteahhit oldu” da denilen. Sizce nasıldır?
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: AKP ileride İslamcılık fikriyatı zaviyesinden ciddi bir analize konu olacaksa içi boşalarak büyümek, iddialarından vaz geçerek iktidara gelmek ve uyum politikaları yürütmek üzerinden analiz edilecektir sanıyorum. Bugün daha ziyade siyasi başarısı üzerinden değerlendiriliyor. Siyaset açısından esas ölçü iktidara gelmek ve kalmak olduğu için AKP’nin başarılı olduğunda şüphe yok. Başbakan Erdoğan da çok partili hayatın en başarılı siyasi lideri.
Bir hususa tekrar dikkat çekmek isterim: İslamcılıktan vaz geçmek Erbakan’ın başlattığı bir şeydir. Refah Partisi’yle başlayan süreç İslamcılıktan vazgeçme süreci olarak rahatlıkla okunabilir. 1991, 1994 ve 1995 seçimlerinin propaganda metinlerine ve afişlerine bu gözle bakan bunu açıkça görecektir. AKP bu manada terkedilmiş bir İslamcılığı terketti. Küçük bir hatırlatma daha: Şu anda İslamcılık tartışmasını farklı bir şekilde yürütenler o süreçte Erbakan’ın yanında olan, danışmanlığını yapan, konuşma metinlerini yazan, adil düzen toplantılarına katılan kişilerdir.
İslamcılık tartışmasının AK Parti aynasına tutularak yapılmasına ne diyorsunuz peki?
AKP için çok iyi. Hem İslamcı olmadığını söylüyor ve onun yüklerinden uzak duruyor, hem de birileri onun İslamcı olduğunu söylüyor ve bazı kanalları ona doğru akıtıyor, en azından eski-yeni bütün İslamcı grupların ve kişilerin oyunu alıyor. İslamcılığın tarihi açısından bakarsanız iş çatallaşıyor; sisteme entegre olmayı ve uyumu benimseyenler için AKP ideal model bile olabilir, ama dikkatlerini fikir, tutarlılık, seviye, derinlik, Türkiye’nin kayıp ve kazançları hatta ahlak üzerinde yoğunlaştıranlar AKP’yi herhalde ağırlıklı olarak ne olmamak lazım geleceği üzerinden düşünüp konuşacaklardır. Karşılaştırmalı olarak baktığınızda AKP’ye haksızlık edildiğini düşünebilirsiniz muhtemelen, çünkü diğer siyasi odaklar ve fikri akımlar da böyle; solculuk, milliyetçilik, kemalizm, liberalizm, üniversite, burjuvazi, askerler, bürokrasi, basın, sivil toplum kuruluşları… Kulak kabartılacak, değer verilecek bir ses, bir görüntü yok maalesef. Birbirini aşağıya çekmekte yarışıyorlar.
Bütün bu süreçte, şunca deneyimde İslamcıların kendilerine ait hiç bir varlıkları, rolleri ve geride bıraktıkları tortuları olmamış mıdır peki?
İslamcıların bir varlıkları ve rollerinin olduğunda şüphe yok. Bu tartışma dışı. Bütün modernleşme tarihimiz bunun delili. İslam dünyası ve Türkiye bugün bile hem modernleşiyor hem de dindarlaşıyorsa İslamcılık hareketinin buradaki etkisini daha ciddi bir şekilde görmek ve tahlil etmek lazım. Ben bir fikir tarihçisi olarak bunun seviyesini, tutarlılığını, tarihle irtibatını, asla sadakatini, dini düşünce ile problemlerini, aktüel olarak da Türkiye’yi ve İslam dünyasını taşıma kapasitesini düşünüyor ve konuşuyorum. Tasvir başka, tahlil başka, kanaat serdetme daha başka…
Toplumda, kamuoyu araştırmalarına da yansıyan bir muhafazakarlaşma-dindarlaşma eğiliminden bahsediliyor. Bunun İslamcılık ile bir ilgisini kurar mısınız?
İngiliz, Fransız türü bir muhafazakarlıktan bahsetmiyorsak eğer Türkiye’de muhafazakarlık bir ölçüde, belki büyük ölçüde dindarlık manasına gelir. Bir kız için “muhafazakar bir aileye mensuptur” dediğiniz zaman bugün bile ne dediğiniz herkes için bellidir. Onun için genel manada bu iki unsur arasındaki ilişkiyi görmek lazım. Burada problemli olan nokta aktivist ve entelektüel İslamcı hareketlerin bu manadaki dindarlaşma ile de muhafazakarlıkla da başlarının pek hoş olmamasıdır.
Hali hazırda İslamcı hareket ve düşüncenin temsilcisi sayabildiğiniz bir örnek var mı?
Zor bir soru…
Arap Baharı’nı İslamcı bir hareket olarak görebilir miyiz?
Ben görmüyorum ama tarihe böyle de geçecek. Yani İslamcılık hareketinin iktidar arayışı başta olmak üzere bazı damarlarını genişletecek, sabiteler ve ilkeler başta olmak üzere bazılarını da dumura uğratacak kanlı ve karmaşık bir süreç. Ben soğuk savaş dönemi aktivist ve mümin İslamcılık fotoğrafının arabı yani negatifi olarak görüyorum bu uğursuz baharı. Yalnız burada durmayacak, burada kalmayacak, yeni hareketlere kaynaklı edecek.
Siz İslamcı mısınız?
Hiç hazzetmediğim bir soru ama cevaplamakta bir mahzur yok: Elbette. İslamiyet itikadi ve ahlaki olduğu kadar siyasi ve toplumsal ilkelere ve taleplere de sahiptir. Türkiye’nin bugünkü şartlarda İslamiyetle olan ilişkisini üst düzeyde yeniden anlamadan ve kavramadan yoluna devam edemeyeceğini düşünüyorum. İnsanlığın da.
Ama sizin ömrünüz aynı zamanda İslamcılık tenkitleriyle geçti…
Bu konuşmada olduğu gibi… Bu bir sahihlik arayışıdır benim için, aynı zamanda bir ahlak meselesi. Meselenin sahiden ne olduğunu anlamakla uğraştım, boğuştum diyebilirim. İslamcılık hareketinin kuvvet ve zaaflarını birlikte ele aldım, kendimi, kendi uzak ve yakın tarihimi keşfe çıktım adeta. İçinden geldiğim İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültelerinin İslam anlayışı dahil, Türkiye’deki radikal İslamcı hareketleri, Erbakan çizgisini, cemaat ve tarikatları, Diyanet’i, buralardaki değişiklikleri, iniş çıkışları belli bir mesafeden, yakın tarihin imkanlarını da kullanarak ama ciddiyetle takip ettim.