Siyaset bilimi ve devletler hukuku uzmanı Prof. Dr. Hasan Köni, Obama Yönetimi’nin Ortadoğu bataklığına saplandığını söyleyerek, “ABD içindeki siyah grupların IŞİD gibi radikalize olmaları tehlikesi ortaya çıkmaya başladı. İsrail’de yaşayan yaklaşık 3 milyon Müslüman Arap’ın radikalize olmaları tehlikesi İsrail’i düşündürüyor” dedi.
Köni, “Şu anda ABD Kongresi alt komitesindeki konuşmalar Türkiye’ye dolaylı mesaj veriyor. Kamuoyuna, biz buna aldırmıyoruz, denebilir. Ama herkes bunlara aldırmak zorundadır. Ankara çıkış yolu arıyor” ifadelerini kullandı.
ABD'nin IŞİD'e karşı kurmayı planladığı koalisyona Türkiye'nin de katılacağını belirten Köni, "Ne dediğiniz nezaketen dinleniyor. Ama karşı taraf, 'Şunu şunu yapmak zorundasınız. Türkiye’nin de buna mutlaka katılmasını bekliyoruz' diyor. Diplomatik dilde bu, katılacaksınız demektir" dedi.
Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu’na konuşan Hasan Köni, Ortadoğu’da esen Irak Şam İslam Devleti terörüne karşı başta ABD olmak üzere birçok ülkenin başlatacağı harekatı değerlendirdi. Tavşanoğlu’nun “IŞİD kontrolden çıktı” başlığıyla yayımlanan (14 Eylül 2014) röportajı şöyle:
Siyaset bilimi ve devletler hukuku uzmanı Prof. Dr. Hasan Köni, Ankara’nın Washington’ın baskıları karşısında IŞİD’le mücadele koalisyonuna destek vermek zorunda kalacağını söylüyor. Ankara’nın içinde bulunduğu uluslararası sistemin dışında davranmasının ülkenin başına çeşitli zorluklar açabileceğinin altını çizen Köni, bir de şu uyarıyı yapmadan geçemiyor: “Ben içte çok parlak ama dış dünyada durumu kötü bir ülke bilmiyorum.”
ABD Senatosu alt komisyonunda, IŞİD terörüne karşı alınacak önlemlerin müzakereleri yapılırken Türkiye ve Katar’ın terörizme destek veren iki ülke olarak açıkça telaffuz edilmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda kongre alt komitesinde yapılan konuşmalar Türkiye’ye dolaylı mesaj veriyor. Kamuoyunda biz buna aldırmıyoruz, denebilir. Ama gerçekte herkes aldırır. Aldırmak zorundadır. Geçmiş tecrübeler bunu gösteriyor. Bunların ne anlama geldiğini de geçmiş tecrübeleri yaşayanlar bilir. Ben bölgede yaşananlara geniş bir açıdan bakmak istiyorum.
Arap Baharı’yla ortaya çıkan taban Batı’nın beğendiği bir taban olmadı. Belki zaman içinde Batı şunu gördü: Ilımlı İslam ya da radikal İslam yok İslam var. Bunlar 1948’den beri dayak yedikleri için ruhlarında radikalizm taşıyorlar.
Ardından Mısır’da yeniden bir iktidar değişikliği oldu. Mursi devrildi, Sisi geldi. Bu sefer karşı düşman olarak Şii tarafı görüldü. Örneğin İran. Irak’ın güneyi İran etkisinde, Hizbullah var. Bu sefer o konuya yoğunlaşıldı. Böyle olunca ılımlı olarak görülen ülkelerin bunları destekleyen Suriye’ye yönelmeleri istendi. Bu da oldu.
İyi de Türkiye dahil o ülkeler bir dönem Suriye’yle çok dost değiller miydi?
Bakın, büyük devletin bir partner (ortak) bir de client (müşteri) olarak tanımladığı ülkeler var. AB ülkeleri, Türkiye hatta Japonya müşteri devletler. Türkiye burada bir numaralı müşteri. Değişim böyle oluyor. Ama hiçbir devlet kamuoyuna bu şekilde açıklayamaz. Yani içinde bulunduğumuz büyük sistemin yapılanmasını takip edeceğiz.
Bu yapılanma içinde, bu bir fırsattır, madem ABD de bunlara düşman o zaman buradaki Sünni boyutu büyütelim, fikri öne çıktı. Derken bu radikal cihatçılar gittikçe etkilerini arttırmaya başladılar. Bugün ABD’de bu IŞİD’cilerin Türkiye üzerinden bölgeye gittiği konuşuluyor. Daha önce ABD bunların Türkiye üzerinden oraya gittiğini, Libya’dan silahların geldiğini bilmiyor muydu? Fakat olay beklenenin tersine doğru değişti. Bir yapı oluştu.
Bu noktada Suudi Arabistan’ın da bu teröre silah sağladığı, ikili oynadığı haberleri dış basında yer alıyor. Buna ne diyorsunuz?
Suudi Arabistan resmi olarak ABD’nin yanında duruyor ama gayri resmi olarak silah sağlıyor.
Kafkaslar’dan başlayıp Sina Yarımadası’na kadar, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir alanda İslam devleti kurma politikası içinde.
Öte yandan Katar bu işleri kotarıyor. Ama Katar’a bakıyorsunuz. Ülkenin yarısında koca bir ABD üssü var. Böyle bir üs olacak ve Katar’ın ne yaptığından hiç kimsenin haberi olmayacak. Bu bana doğrusu çok ilginç geldi.
Olay beklenenin aksine tersine döndü, dediniz.
Aynen Afganistan’daki gibi oldu. Taliban’ı da Sovyetler Birliği’ne karşı Suudi parası, Pakistan istihbaratı ve ABD kullandı. Derken dediğim gibi olay tersine döndü. Taliban o dönem Afganistan’ın yüzde 30’una hâkimken şu anda yüzde 72’sini kontrolü altında tutuyor.
Türkiye’ye, Suriye’ye karşı tutumunu hafiften sürdür ama şimdiye kadar yaptıklarını değiştireceksin, mesajı verildi. Bu kolay yenilir yutulur bir lokma değil.
Peki, sizce ABD’de birden bu IŞİD tehdidi neden bu kadar fazla dillendirilmeye başlandı?
Mesele bu kadar uzayınca ABD içindeki siyah grupların IŞİD gibi radikalize olmaları tehlikesi de ortaya çıkmaya başladı. Bu arada İsrail için de bu tehdit baş gösterdi. Çünkü İsrail’de aşağı yukarı üç milyon Müslüman Arap yaşıyor ve bunların da radikalize olmaları tehlikesi İsrail’i düşündürüyor.
Bütün bunlardan sonra Şii tehdidi bir yana bırakıldı. Hatta sessiz bir şekilde İran ABD’nin yanında yer alıyor. Hizbullah belki iyi gözükmeye başladı. Bu sırada da tükürdüğünü yalamadan, yani Beşşar Esad’ı güçlendirmeden Suriye muhalefeti ve Suriye bombalanarak olay değiştirilecek. Uluslararası durum bu.
Türkiye bu gelişmelere güvenerek ve bu hükümetin de kültürü içinde bu hareketi destekledi. Desteklemesine izin verildi. Önce Suriye muhalefeti sonra IŞİD hareketi desteklendi ama nereye gideceği bilinmiyordu. Hatta muhalefet desteklenirken PKK’yle mücadele ettiği için de mutluluk duyuldu. Ama şimdi şöyle bir durum ortaya çıktı Türkiye açısından: Suriye’ye karşı tutumunu hafiften devam ettir. Ancak şimdiye kadar yaptıklarını değiştireceksin.
İyi de bunca zaman IŞİD’e verilen destekten birden nasıl çark edilecek?
Bu kolay yenilir yutulur bir lokma değil. Bir kere kendi kültürüne karşı çıkarak bu Sünni radikal hareketi içinde bulunduğu güç sistemine uyarak vuracaksın, deniyor. Bakın, hava kuvvetleri, zırhlı birlikleri olmayan bir terör örgütü uzun dönemli bir çatışmaya giriyor. Zaten ABD de bu mücadelenin uzun süreceğini söylüyor. Bu şekilde yayılmaya başlayan ve güç oluşturan bir yapı gelin beni dövün diye Amerikalı gazetecilerin kafasını kesiyor. Bunu da dünya âleme görüntülü olarak ilan ediyor. Bu normal bir davranış değil. Daha açık söylemek gerekirse bunu yaparak Obama’nın eline kendisini dövmesi için koz veriyor.
IŞİD’in göz göre göre bunu yapması sizce nasıl izah edilebilir?
Çok kötü komplo teorileri kurmak istemiyorum ama şunu söyleyebilirim: Biri Amerikalı Yahudi olmak üzere o kadar insanı kesti IŞİD. Bir zaman onu destekleyen Katar, Körfez şeyhlikleri, Suudi Arabistan, Türkiye de ABD’nin müşteri ülkesi oldular. Bu IŞİD’ciler ya akıllarını kaybetmişler ya da başka stratejileri var.
Bugün Obama’nın düştüğü durum çok zor. Obama’nın ayrıca Ukrayna olaylarının çıkarılmasını istediğini de pek sanmıyorum. Çünkü Suriye stratejisini Rusya’yla birlikte götürüyordu. Bu da elini rahatlatmıştı. Obama 2012’de, gittikçe büyüyen ve rakip haline gelen Asya pazarıyla uğraşmak için Asya Pivot politikasını açıklamıştı. Bush zamanında olduğu gibi yeniden Ortadoğu’ya girip batağa saplanmak istemiyordu. Çünkü Ortadoğu’da ABD on yılda 6 trilyon 200 milyar dolar harcadı.
Yani bir anlamda ABD’de neo-con ekip 14 Kasım seçimlerinde Cumhuriyetçilerin elinin güçlenip ABD’nin yeniden Ortadoğu’ya topyekûn müdahalesine yol açmak için mi bir tezgâh hazırlıyor?
Öyle gibi görünüyor. Obama bu IŞİD teröründen sonra Ortadoğu’ya en azından şimdilik havadan müdahale etmeye mecbur oldu. Yoksa Obama barışa götüren adamdı. Sünni-Şii çatışmaları çıkmasa, Suriye iç savaşı böylesine uzamasa belki barış olabilirdi.
Ama bölgede bu çalkantılar devam ederken bir dönem Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye hükümetleri acaba bu işi kendi lehimize çevirebilir miyiz, diye kendi politikalarını izlediler. Ama şimdi iş bu ülkelerin elinde kaldı. Yani şimdi müşteri devlet zorda. 2003’teki duruma düşüp sonra peşinden koşturup bunu da yapacağız noktasına gelmek istemeyeceklerdir. Mecburen de yapılanlar başka türlü dönecektir, diye düşünüyorum.
Galler’deki NATO zirvesi sırasında Erdoğan ve Obama buluşmasından sonra bir kısım Türk basını pembe tablolar çizerken görüşmede bulunan bir diplomatın Türk tarafının fena halde kan ter içinde kaldığı sözleri haberlere düştü. Acaba zirveden ne çıktı?
Kürtlere silah veriliyor, PKK meşruiyet kazanma durumuna doğru gidiyor. Kuzey Irak petrolü dünya piyasalarına kıyasla inanılmaz ucuz fiyatlarla pazarlanmaya çalışılıyor. Bu, kolay hazmedilebilir bir durum değil. Suriye olaylarında verilen destek bitti, şimdi yeni bir tehdit çıktı, bunu keseceksiniz, dendiği zaman hazırlanan bütün bu sistem birdenbire çöktü. Bu çok zor bir durum.
Ayrıca siz uzaydan, yerden her taraftan her şeyi dinleyen ve gören bir yapıya masal anlatıyorsunuz. Bu mümkün değil. IŞİD’in nerelere kadar geliştiği haritada tek tek noktalarıyla Washington Post gazetesinde yayımlandı. Uydularla her şeyi görüyorlar. Bakın, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Türk ordusunun nerede durması gerektiğinin haritalarını verdiler. 1974’tü. Bugün 2014’teyiz. Böyle bir ülkeye gidip bir şeyler anlatıyor ve size inanmalarını bekliyorsunuz, öyle mi?
İnandırıcı olamazsınız. Ne dediğiniz nezaketen dinleniyor. Ama karşı taraf, “Şunu şunu yapmak zorundasınız. Türkiye’nin de buna mutlaka katılmasını bekliyoruz” diyor. Diplomatik dilde bu, katılacaksınız demektir.
Obama’nın ilk başkanlık yıllarında arası Tayyip Erdoğan’la çok iyiydi. Derken bildiğimiz gelişmeler yüzünden araları açıldı. Bugün Erdoğan Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu da Başbakan. Sizce Obama hangisini muhatap kabul edecek?
Herhalde işleri Başbakan üzerinden götürür. Çünkü o dışişlerini bilen bir kişi. Pragmatik olarak güç sistemiyle birlikte hareket edeceğini düşünüyorum. Çünkü şimdiye kadar bunu yaptı. Suriye’yle önce dostluk götürdü. Sonra güç sistemi değiştiği için o da değişti. Şimdi güç sistemi değişince o da kendini ona göre ayarlıyor. Bizim anayasa değişmezse cumhurbaşkanı daha temsili bir düzeyde kalacak. Zaman zaman o da bir şeyler söyleyecek ama kendisine anlatılanlara göre konuşacak. Yani uluslararası alanı takip edecek bir danışman ekibi var mı? Onu da bilmiyorum. Ama Başbakan’ın var.
Brezilya’dan Japonya’ya kadar sistem içindeki ülkeler, sistemin istediğini yapıyorlar. Bu durumda kimsenin ben oynamıyorum, deme şansı yok. Sakinleşecek.
Sistemin içinde hareket etme zorunluluğundan söz ettiniz. Ama Türkiye 2013 Kasım’ında kendisi NATO müttefiki olmasına rağmen Erdoğan’ın da önayak olmasıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’ne diyalog üye oldu. Bu ciddi bir çelişki değil mi?
Acaba bu sıkışmaların dışına çıkabilir miyiz arayışı olabilir. Ama böyle bir denge politikası olabilir mi? Rahmetli İnönü de ABD’nin o dönemdeki Başkanı Johnson’a çok kızıp, “Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de orada yerini alır” demişti. Ondan sonra da İnönü hükümeti düşmüştü.
Uluslararası sistem bu. Ama bizim hükümet pragmatik davranacak ve bu sistemin getirdiği zorluklara da katlanacak. Geri kalan, sağ ya da sol, edebiyat olabilir. Tam bağımsızlık, filan. Üç tane kitap okuyunca olayları anladığımızı sanırdık.
Siz yaygın kamuoyuna bir şeyler anlatabilirsiniz. İnandırıcı da olursunuz. O kamuoyu ne olduğunu anlamayacak. Devlet yönetimi sistemi iç ve dış yapıların birbiriyle uyumlu olmasıyla mümkündür. Bir taraf çok iyi öbür taraf çok kötüyse işler yürümüyor. Ben içte çok parlak ama dış dünyada durumu kötü bir ülke bilmiyorum. Katar, Suudi Arabistan diyebilirsiniz. Onları parlatan da zaten ABD.
İstanbul, 1946 doğumlu. Fransız Saint Joseph Lisesi ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra ABD’de Michigan State University’de lisansüstü ve doktora çalışmalarını yaptı. 1982’de University of California’da, 1990-91 arası Johns Hopkins University’de konuk öğretim üyesi olarak dersler verdi. Türkiye’ye döndükten sonra uzun yıllar AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Emekliliğinin ardından Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir süre görev aldı. Şimdi Kültür Üniversitesi’nde devletler hukuku derslerine giriyor.