Erdoğan'a hem vesayetçi hem değil diyen Kamu Hukuku Profesörü Levent Köker, "Halk tarafından seçilen parlamento ve hükümetin, cumhuriyetin temellerini sarsıcı icraatına karşı 'Hop kardeşim, buraya kadar' demek için bir denge mekanizmasını en ileri seviyede kuran anayasa, 1982 anayasasıdır" şeklinde konuştu.
Taraf gazetesinde Tuğba Tekerek'in sorularını yanıtlayan Köker, "Hedef, Cumhuriyet’in Kemalist özünü muhafaza etmek. Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, bir bütün olarak yargı, buna göre oluşturuldu. Cumhurbaşkanlığı da bürokratik kontrol mekanizmalarının, devletin tepesindeki koruyucusu anlamında bir vesayet makamı olarak şekillendirildi" dedi.
Türkiye, cumhurbaşkanlığı modeli konusunda uzlaşmadan, ilk cumhurbaşkanı seçimini yapacak önümüzdeki ay. Yarışın güçlü adaylarından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı olursa, devletin tepesindekilerin şimdiye kadar kullanmadığı yetkileri kullanacağını söylüyor. Hukuki olarak bu, ne ifade eder? Cumhurbaşkanı yetkili ama sorumsuz olabilir mi? Başbakana talimat verebilir mi? Tüm bu soruları, Erdoğan’ın’ın çarpıcı adaylık konuşmasıyla birlikte kamu hukuku profesörü Levet Köker’e sorduk. Hâlen Atılım Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Köker, 2007’de AK Parti’nin sivil anayasa taslağını hazırlayan ekipte yer almıştı. Köker’in “Kemalizm Modernleşme ve Demokrasi” isimli kitabı dahil çok sayıda yayını var.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylık konuşması dini vurguları güçlü bir konuşmaydı. Hukukçu olarak nasıl değerlendirdiniz konuşmayı?
Çok yadırgadım. İnsanlar dindar olabilir. Toplumun yüzde 90’dan fazlası için din çok önemli olabilir ama devletin temel bir makamına aday olacak birinin bu kadar dini vurgularla konuşmasını ben yadırgadım. O konuşmada, bir davadan bahsediyor, Başbakan.
“Dava için canını feda etmekten,” “büyük dava”dan, “dava sancağı”ndan...
Evet. O davanın ne olduğununu ben anlamadım. Biraz daha açarsa biz de daha berrak konuşabiliriz, Başbakan’ın davası neymiş? Cumhurbaşkanlığı kampanyasına Samsun’dan başlamak, sonra Erzurum’a gitmek... Bir yeni “İstiklal Savaşı,” “Milli Mücadele...” Bunlar ne anlama geliyor?
Millet iradesinin iktidara tam olarak yansıdığı, vesayetle sınırlanmadığı bir yönetim kurma mücadelesi olabilir mi?
En baştaki Milli Mücadele cumhuriyeti kurma mücadelesi değildi, demokrasi memokrasi falan değildi. Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplandığında amacını şöyle yazdı: “Hilafet ve saltanat makamını esaretten kurtarmak.” Evet, hilafet ve saltanatı esaretten kurtarınca, milletin kendi kendisini yönetmesi için de önünü açmamız lazım, o anlamda demokratik. Ama İslami parametreler içinde düşünülen bir mücadele ve demokrasi. Şimdi Başbakan da milli mücadele derken acaba milli sıfatına İslami anlamını mı yüklüyor? Bu kadar din vurgusu olan, “hamd-ü sena”larla başlayıp Fatiha’nın Türkçe mealiyle biten konuşma bağlamında, ben öyle anlıyorum.
Niyet okuyor olabilir misiniz?
Olabilirim. Onun için “Açıklaması lazım” diyorum. Başbakan’ın artık açık açık siyasal İslamcılık yaptığını yazanlar var. Onlar niyet okuyor ve kötü niyetli mutlaka. Ama biz bir siyasal İslamcıyı cumhurbaşkanı seçme seçeneğiyle karşı karşıyaysak bunu bilmemiz lazım. Erbabı anlıyordur. Milli Nizam Partisi öz Türkçe’de “ulusal düzen partisi”dir. “Ne var bunda?” diyebilirsiniz, ama Milli Nizam Partisi kapatıldı, çünkü İslami düzen kurmak istiyordu, oradaki “milli” İslami demekti... Milli Selamet Partisi de “Ulusal Kurtuluş Partisi,” kötü bir şey yok. Ama eğer buradaki “milli” İslamiyse Tunus’ta, Cezayir’de o vakitler gördüğümüz “İslami Kurtuluş Cephesi” gibi oluyorsunuz... O da kapatıldı. Tabii ben parti kapatmaları onaylamıyorum. “Fazilet” “saadet” “refah” gibi terimlerin de hep dini bağlamda kullanıldığını biliyoruz. Başbakan’ın netleştirmesi lazım, nedir bu dava? Demokratikleşme davası mı? Avrupa davası mı? İslami mücadele davası mı? Nasıl bir anayasa tasavvur ediyorlar bize söylesinler artık! Merkezi yönetim mi? Nasıl bir başkanlık? Bunu söylerlerse oy mu kaybedecekler? O zaman bu toplumun büyük çoğunluğunun kabul etmeyeceği şeyler var kafalarında. Açıklayamadıkları zaman ben hep bunu düşüneceğim.
“Davadan kasıt millet iradesinin tam olarak tecelli etmesi olabilir. Bu olmadığına dair elimizde bir şey yok” diyenlere karşı ne dersiniz?
Elimizde bir şey var. Milletin iradesi, ifade özgürlüğünü baskı altına alarak tecelli etmez. İfade özgürlüğü, hukuk devletinde bizim bağlı olduğumuz Avrupa Konseyi, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının çizdiği çerçevede tecelli eder. AK Parti iktidarı uzun zamandır, ifade özgürlüğünü muhalif görüşleri baskı altına alacak şekilde ihlal ediyor. Bu net. Bu ihlaller ortasında böyle bir davanın takipçisi olduklarına ben inanmam şahsen.
Geçmişte AK Parti iktidarını frenlemek isteyenler için ne diyordunuz, şimdi ne diyorsunuz?
Vesayetçi güçler “Bunları frenlemek lazım, yoksa cumhuriyet elden gidiyor.” derken biz tam tersini düşünüyorduk. Ben hâlâ öyle düşünüyorum. Halk antidemokratik bir uygulamaya kendi seçtikleri aracılığıyla maruz kalacaksa da demek ki, başka çare yok, bunu yaşayarak öğrenecek.
Şimdi yaşayacağımız süreç bu mu?
Umalım ki olmasın. Ama bu ihtimal var. çünkü ben Gezi olayları sırasında açık şekilde şunu gördüm. AİHM’in doğrudan Türkiye’yi mahkum ettiği bir düzineyi aşkın kararı var. Bu kararlar, güvenlik kuvvetlerinin toplu gösteriler konusunda nasıl davranması gerektiği konusunda adeta bir el kitabı oluşturuyor. Bir sayfaya yazıp her polis karakolunun, her TOMA’nın önüne asabileceğimiz netlikte.... Bu kararlar, özellikle yüksek yargı ve devlet bürokrasisi tarafından biliniyor -bilinmiyorsa zaten vahim. Ama bilindiği halde, “Ne olacak parasını veririm, biber gazını da sıkarım kafalarına” diyorsa devlet... Böyle bir devlet ben düşünemiyorum. Bizim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmeme yükümlülüğümüz var. AİHM kararlarını yok sayarak böyle bir icraat... Bunlar bana gelecekte çok daha otoriter bir yönetime maruz kalabileceğimiz işaretini veriyor.
Cumhurbaşkanı, hukuki açıdan başbakanın üzerinde midir?
Üzerinde değil, farklı bir pozisyondadır. Üzerinde dediğinizde “ona emir, talimat verebilir” diyorsunuz ama öyle değil. Devleti memurları idare eder ve devlet memurlarının hiyerarşik olarak en tepedeki amiri başbakandır, ondan sonra başbakanlık müsteşarıdır. Cumhurbaşkanı devlet memurlarına emir veremez. Cumhurbaşkanına bağlı, cumhurbaşkanı sekreterliği ve Devlet Denetleme Kurulu vardır sadece.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, yönetimi daha demokratik hale getirir mi?
Halk tarafından seçilmesi de Meclis tarafından seçilmesi de demokratik. Almanya’da da, İtalya’da da cumhurbaşkanını parlamento seçiyor. Onlar demokratik değil mi? Meclisi de seçen halk ve demokratik açıdan aslolan Meclis’tir. Bir kişiyi seçmekle demokrasi olmaz. “Bir kişiyi seçelim, beş yıl boyunca hep onun istediği olsun!” Bu demokrasi değildir. Demokrasi öncelikle kanunların yapılmasıyla ilgilidir. Çünkü onlar hepimizi bağlar. Ta Romalılardan gelen bir söz var: “Herkesi ilgilendiren konularda kararları herkes vermelidir.”
Halk tarafından seçilmiş olmak cumhurbaşkanına daha fazla meşruiyet verir mi?
Niye versin? TBMM’nin meşruiyetini sorgulayan var mı şu an? Halk tarafından seçilmek bir insana daha fazla yetki vermez. Yetkileri, halkın seçtiklerinin yapmış olduğu yasa verir.
Erdoğan, cumhurbaşkanlığının bir vesayet makamı olarak oluşturulduğunu söylüyor. Katılıyor musunuz?
Hem evet hem hayır... Evet, çünkü, halk tarafından seçilen parlamento ve hükümetin, cumhuriyetin temellerini sarsıcı icraatına karşı “Hop kardeşim, buraya kadar” demek için bir denge mekanizmasını en ileri seviyede kuran anayasa, 1982 anayasasıdır. Hedef, Cumhuriyet’in Kemalist özünü muhafaza etmek. Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, bir bütün olarak yargı, buna göre oluşturuldu. Cumhurbaşkanlığı da bürokratik kontrol mekanizmalarının, devletin tepesindeki koruyucusu anlamında bir vesayet makamı olarak şekillendirildi.
Peki neden “hayır”?
Anayasa’daki bir çok değişiklikle bazı kurumların vesayetçi nitelikleri ortadan kalktı. Anaysa Mahkemesi HSYK, MGK değişti, temel hak ve özgürlükler rejimimiz değişti. Anayasanın bugünkü haliyle, aklıselim sahibi bir cumhurbaşkanı “Ben devlet organları arasında uyumlu çalışmayı bozmamalıyım, asıl icraatı, yürütme yapmalı” demeli.
1982 anayasasıyla cumhurbaşkanına verilen yetkiler neler?
Mesela atama yetkileri... Üniversite rektörlerini, YÖK başkanını tayin ediyor. Yüksek yargı organlarının önemli sayıdaki üyesini atıyor. Bakanlar Kurulu’na başkanlık etme yetkisi, bana sorarsanız, abartılıyor... Cumhurbaşkanı’nın en önemli yetkisi bence şu: Olağanüstü hal varsa, cumhurbaşkanı, başkanlığında toplanan bakanlar kurulu ile olağanüstü halle ilgili kanun hükmünde kararname (KHK) çıkarılabilir. KHK zaten bu işin bam teli. Geri kalanlar, sembolik manası olan yetkiler.
Bir de şu var, Cumhurbaşkanının yetkilerinin düzenlendiği yasanın başıhda deniyor ki “Cumhurbaşkanı devletin başıdır, bu sıfatla Türk milletinin birliğini temsil eder. Devlet organları arasında uyumlu çalışmayı gözetir. Bu nitelikler ve amaçlar doğrultusunda yetkilerini kullunır” Yani yetkilerini kullanırken devletin başı olduğunu ve Türk milletinin birliğini temsil ettiğini unutmayacak. Sayın Başbakan’ın yanış yorumladığı şey bu...
Doğru yorum ne?
Bu sistemde iş başına gelecek cumhurbaşkanı, tarafsız bir biçimde, milletin bir bölümünün değil bütününün cumhurbaşkanı olmalı. Sayın Başbakan, milletin sadece kendini destekleyen bölümünü millet olarak anlıyor, maalesef ben de bu kanaate geldim artık. Ama milli iradenin totaliter şekilde anlaşılmasından vazgeçmeliyiz.
Erdoğan ikinci bir Ahmet Necdet Sezer olabilir mi?
Olabilir tabii. Başka bir versiyonu olur. Ahmet Necdet Sezer özellikle son iki yıl neredeyse tüm yasaları veto etti. Meclisle inatlaştı. Bu, önümüzdeki dönemde de olabilir. Üstelik “Beni halk seçti, şöyle büyüğüm böyle karizmatiğim” diye, TBMM’nin çalışmalarına müdahil olabilir. AK Parti iktidarının süreceği varsayılıyor. Ama sürmeyebilir ya da aynı hareketten olsalar bile insanlar uyumlu çalışmayabilir.
Cumhurbaşkanı, yürütmenin alanına girerse ne tür sorunlar çıkabilir?
Örneğin 1991’de birinci Körfez Savaşı sırasında rahmetli Özal’ın fikri, “Türkiye’nin koalisyon güçlerine askeri olarak katılması için, TBMM kararına gerek yok” idi. Halbuki emanetçi denen başbakan Yıldırım Akbulut aksini düşünüyordu. Çıngar çıktı, zamanın genelkurmay başkanı istifa etti. Böyle şeyler önümüzdeki dönemde de olur. Yasa, cumhurbaşkanı “gerekli gördüğü hallerde” bakanlar kurulu toplantısınana başkanlık eder, diyor. Siz “Her bakanlar kuruluna başkanlık edeceğim” derseniz, o zaman tuhaflık olur. Bakanlar Kurulu günün birinde “Biz başbakanlıkta toplanıyoruz, Çankaya’ya gelmiyoruz, sen gel istiyorsan” derse ne olacak? Ayrıca Anayasa’da şöyle bir şey yazıyor.
Ne yazıyor?
Anayasa’nın bakanlar kuruluyla ilgili maddesi diyor ki, içerde ve dışarıda nasıl bir siyaset izleneceği, genel doğrultuların ne olacağı konusunda tercih, icraat ve sorumluluk hükümete aittir. Bakanlar kurulu ve başbakan bu icraatlarından dolayı hem hep beraber hem de tele teker sorumludur. Cumhurbaşkanı’nın anayasada yazılan bazı yetkileri var ama bu yetkilerin karşılığı olan bir sorumluluk yok. Dolayısıyla ahlaken de... Bir kişinin yetkisi var ama sorumluluğu yok, oh ne güzel vur patlasın çal oynasın.
Hükümetin icraatlarından doğan sorumlulukları neler?
Bir kere meclise hesap verecek. Mesela ilgili bakan ya da hükümet icraatı konusunda meclis araştırması istersiniz, soru önergesi, gensoru önergesi veririsiniz. İlgili bakanları ya da başbakanı yüce divana gönderme imkanınız var. Ama cumhurbaşkanına soru sormazsın, hakkında araştırma isteyemezsin. Vatana ihanet dışında yargılanması söz konusu değildir. Vatana ihanetle ilgili kanun da yürürlükten kaldırıldığı için bana sorarsanız, vatana ihanet diye bir suç da yok. Cumhurbaşkanı’nı ceza yargılamasına tabi tutmak da mümkün değil.