Prof. Mustafa Bahçeci anlatıyor; 'tüp bebek' hakkında her şey...

Prof. Mustafa Bahçeci anlatıyor; 'tüp bebek' hakkında her şey...

Bahçeci Sağlık Grubu Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, bazı hastalarının tüp bebek yöntemini kullandıkları anlaşılmasın diye kendisine selam vermediğini söyledi. Prof. Bahçeci, üretkenliğin en yüksek olduğu dönemin 25-35 yaşları arasındayken olduğunu ifade ederken, anne-babalık için “Erkeklerde maksimum 61-62 yaş geliyor. Kadınlarda ise 45-46-47 civarı. Ki onların bile şansları çok az. Onlara çok ümit vermemek lazım” ifadelerini kullandı.

Hürriyet’te Ayşe Arman’a konuşan Bahçeci’nin açıklamaları şöyle:

Siz bir efsanesiniz! Tüp bebek alanında sizin kadar adı geçen, sizin kadar etkili başka bir hekim yok. Bir referans kaynağı yok. Herkes, “Mustafa Hoca” diyor başka bir şey demiyor!

-Estağfurullah!

Ama gerçek bu. 20 yılda 35 bin tüp bebek! İnanılmaz bir rakam! Neredeyse bir ilçe sayısı kadar. Bu kadar bebeğin dünyaya gelmesine aracı olmak nasıl bir duygu?

-Ne yalan söyleyeyim, müthiş! Her yeni bebek haberi insanı yeniliyor. Dirileştiriyor. İnsana umut veriyor. Her şeye yeniden başlama heyecanı veriyor. Hakikaten tarifsiz bir mutluluk. Sadece o anne-baba için değil yani, o ailelerin ne kadar acık çektiğini bildiğimiz için her doğan bebekte biz de onlar kadar seviniyoruz!

Anne olmak isteyen kadınların problemleri benzer mi?

-Hayır, keşke olsaydı! O zaman işimiz çok daha kolay olurdu. Hep sorarlar, “Şuna, şunu yapmışsınız, bana da yapacak mısınız?” Ne yazık ki öyle değil. Hepsinin problemi farklı. Halledip onlara olumlu haberi verdiğinizde çok mutlu oluyorsunuz. Demin bir anne adayına güzel bir haber verdik mesela, “Pozitif” dedik. Doktor arkadaşım da sevinç içinde bağırıyordu, “8. denemede tuttu!” diye. Hekim de havalara uçuyor yani, siz o anneyi, babayı düşünün! O yüzden her yeni bebek bizim için yeni bir mutluluk…

Siz, o ailelerin dualarıyla cennete giderseniz artık…

-(Gülüyor) Orasını bilemem. İnşallah. Ama bu dünyada cenneti yaşadığım doğru. Çünkü yaptığım işi inanılmaz çok seviyorum. Her gün bunun için şükrediyorum.

Tıbbın bu alanını neden seçtiniz? Bunun bir hikayesi var mı?

- Biliyorsunuz bizim meslekte, mecburi hizmet var. Ben Rize’yi çektim. Fakat o sırada annem kanser oldu. Yanına gitmek için müracaatta bulundum ve tekrar Ankara’ya döndüm. Ankara’da Ulucanlar Doğum Evi vardı, günde 40-50 doğumun olduğu bir yer. Beni oraya verdiler. Oranın başhekimi de, bir süre sonra “infertilite” yani kısırlık bölümüne atadı. O dönemde de bugün elimizde olan hiçbir imkan yok, sadece yumurtlama tedavileri yapıyoruz.

Yıl kaç?

-88-89. Annem, bağırsak kanseriydi, “5 sene bile yaşamaz!” dediler, başarılı bir ameliyat oldu, hala yaşıyor Allah’a şükür. İşte o dönem, infertilitenin içine girdim ve sevdim. “Burada hayat var!” dedim. Ama şunu da gördüm. Çok dikkatli olunması gereken bir alan.

Neden?

-Çünkü başarısızlıkta, aileler yıkılıyor. Ama iyi haber verdiğinizde dünyanın en mutlu insanı oluyorlar.

Sizi de bu mu baştan çıkarttı?

-Evet. Bu alanda olduğu kadar hiçbir alanda insanları mutlu edemezsiniz! Bu da beni çok motive etti. Artı tıbbın çok hızla gelişen bir dalı…

Bu alandaki gelişmeler sizi de şaşırtıyor mu?

- Tahmin edemeyeceğiniz kadar. Her gün yeni bir şeyle karşı karşıyayız. Şöyle diyebiliriz son 25 yıl içerisinde tıpta en hızlı gelişen dallardan biri üreme ve onunla ilgili teknolojiler…

7-8 kere tüp bebek deneyip başarısız olmuş bir hastayla yeniden denemek nasıl bir duygu?

-Challenge! Meydan okuma yani. Anne için de, bizim için de. Ama aceleye gerek yok, çok yavaştan alıyoruz. Çünkü defalarca denenmiş ve sonuca ulaşılamamış. Bir kere iyi hastanın durumunu iyi değerlendirmek gerekiyor ve yapılacak şeyleri adım adım yapmak. Bazen hasta bizi sıkıştırıyor, acele etmemizi istiyor, bir an evvel sonuca ulaşmak istiyor. Ama her şeyi dört dörtlük yapıp ilerleseniz bile, yine başarısız olabilirsiniz, o yüzden kesinlikle acele etmiyoruz.

Peki olumsuz haberi nasıl veriyorsunuz?

-İlk denemede gebe kalmamışsa konuşmak daha kolay ama ikinci, üçüncü, dördüncü, beşince denemeden sonra cenaze haberi veriyormuş gibi konuşuyorsunuz. Sonuçta, karşınızdaki bir insan. Ve bir şekilde kapatıyor kendini. Buna müsaade etmemek lazım. Onu açmak lazım. Bizim işimizde konuşmak çok önemli. Ümit vermemiz lazım. Ya da şöyle diyeyim: Olanaklar ölçüsünde ümit vermemiz lazım. Bir şey daha var…

Nedir o?

-Bence her hekim tek bir konuda uzmanlaşmalı. Ben hem onkoloji hem doğum hem infertilite filan yaptıramam. Benim işim infertilite. Biz, takip ediyoruz ve gebe kalmalarını sağlıyoruz. Daha sonra da bir doğum doktoruna gidiyorlar. Bizi çok seviyorlar ama doğum doktorunu daha çok seviyorlar!

O neden?

-Bilmiyorum valla. En büyük teşekkürü onlara ediyorlar. İnternette filan görüyorum. Çabuk mu unutuluyoruz nedir...

Size de minnet duyuyorlardır ama söyleyemiyorlardır. Çünkü belki de tüp bebek olduğunu saklamak istiyorlardır, size teşekkür ederlerse anlaşılır…

-Tabii ki, muhtemelen budur sebep. Ben de zaten bunu bir serzeniş olarak söylemiyorum sadece bir tespit.

Bazen her şeyi yapıyorsunuz, olmuyor, tutmuyor ama sonra birden bire tutuyor ve hastanız gebe olduğunu öğreniyor… Nedir bu? Tesadüf mü? Bilim mi? Allah mı?

-Hepsi var içinde! Bakın, biz embriyoları yerleştirirken “kaliteli embriyo” gibi bir laf ediyoruz. Evet iyi embriyo yerleştiriyoruz. Ama aslında bu da bir şey ifade etmiyor.

Nasıl yani?

-Ben size bakıyorum şimdi. Gayet sağlıklı görünüyorsunuz. Ama ben sizin gözlerinizin içine bakarak, midenizde ülser olduğunu anlayamam ki. Şikayetinizi bana beyan etmeniz lazım. Embriyolar da öyle. Yani dışarıya yansımaları çok yakışıklı, çok güzel olabilir ama belki genetik problemleri vardır. Belki tutmazlar. Tutarlarsa, devam edemezler, ya da çok nadir tutarlar, o zaman da down sendromlu olurlar mesela. Bir embriyoyu, rahmin içine yerleştirdiğiniz zaman, embriyoyla hücreler arasında ciddi bir iletişim başlıyor. Konuşuyorlar birbirleriyle…

Şaka mı bu?

-Yok valla, doğru. “Hoş geldin!” diyor mesela, “Normalsin!” Genelde, bu dendiği zaman, hücreler embriyonun üzerine kapanıyorlar. Ve onu, kendi içlerine alıp, sürecin devamı için destek veriyorlar. “Hoş geldin ama anormalsin!” dendiği zaman ise hücreler ayrılıyorlar ve o. ortada kalıyor. Ha bazen anormaller de tutuyor. Sebebi de o rahim, biraz daha gebeliğe eğilimli olması. Ama sonuçta rahim, rahimdeki hücreler ve o embriyo arasında telekomünikasyon başlıyor ve o sürecin sonucunda da tutmuyorlar…

Vayyyyy! Çok acayip, hepsinin beyni var gibi…

-Evet, gerçekten de ilginç. Birtakım genlerle, şunlarla bunlarla birbiriyle iletişim kuruyorlar. Mesela biz, rahim içerisinde, tutunma yönüyle ilgili olarak birtakım testler yapıyoruz. 239 tane genin rol oynadığını biliyoruz. Onların dizilişleri, hareketleri filan o genlerin değişimine neden olabiliyor. Bunlar hep yeni yeni tespit ediliyor ve önümüzdeki günlerde bu konuyla ilgili daha çok bilgi elde edeceğiz...

35 bin canın dünyaya gelmesine vesile oldunuz. “Sperm ve yumurta birleşir embriyo oluşur” gibi mi bakıyorsunuz meseleye, yoksa hala her şey bir mucize gibi geliyor mu size?

-Yaşam hakikaten bir mucize! Hastalarıma da bunu söylüyorum, gebelik de öyle, doğum da. Bugün, kanseri çözmeye çalışıyorlar. Hücreler arasındaki düzenin neden bozulduğunu biz hala dört dörtlük değerlendirebilir ve yorumlayabilir durumda değiliz. Evet, tıp günden güne gelişiyor ama hala cevabını bilmediğimiz pek çok şey var. 45 yaşındaki bir hastaya, tek bir embriyo yerleştiriyorsunuz, kaliteli de değil. Hastaya da anlatıyorsunuz, “Çok az ihtimal var, hatta yok!” diye ama gebe kalıyor ve doğuruyor. Bazı şeylerin açıklaması yok. Her şey, bizim elimizde değil yani. Biz bir mucizenin başlangıcını görüyoruz ve sonuna kadar onu takip ediyoruz.

Tanrı neresinde peki işin?

-Her yerinde!

Erkekler ve kadınlar bu meseleye kadar farklı bakıyor?

-Ankara Tıp Fakültesi’nde, yeni doçent olmuştum. Bir adamcağız geldi. 60’lı yaşlarda. Yanında da 20’li yaşlarda genç bir kadın. Dedi ki, “Çocuğu olmuyor şuna bir bakın da bir çocuk yapın bize!” “Peki, senin çocuğun var mı?” dedim, “Yok” dedi. “Bu kaçıncı eşin?” “Yedinci” dedi, “Hiçbirinin çocuğu olmadı. Artık sıkıldım ben bunlardan!” diye de ekledi…

Kendine kondurmuyor hiç bir şey…

-Aynen öyle. Bir test yaptık, menide hiç sperm yok. O güne kadar kimse ona sperm testi yapmamış. Hakikaten daha sonraki dönemlerde şunu dikkat ettim, erkekler kendi problemlerini hiç çözmüyorlar, üzerinde bile durmuyorlar. Daha doğrusu problemleri olacağını düşünmüyorlar bile…

Hala mı böyle?

-Allah’tan yavaş yavaş değişiyor. Mikroenjeksiyon, 90’lı yılların başında uygulanmaya başlandı. O günden sonra işin rengi biraz değişti. Erkekler problemlerinin çözüldüğünü gördüler ve “Hocam, problem bende” diyebilmeye başladılar.

Peki sorunun kimde olduğunu merak edenler daha çok kadınlar mı, erkekler mi?

-Tabii ki kadınlar. Ama bu durum karşısında suçlanan da kadınlar. 20-25 sene kadar önce, bayram tebriği filan gönderdiğimizde, hemen kadın hastamızdan telefon geliyordu, “Adımızı listenizden silin! Biz istemiyoruz. Köyden birisi görürse, tüp bebek merkezi filan yazdığını, rezil oluruz!” diyorlardı. Mahalle baskısı en çok kadınları yıpratıyor. O nedenle hep sorar: “Problem kimde?” Ama bu sorunun cevabının pek bir önemi yoktur. Problem kimde olursa olsun, erkekte bile olsa, aile içinde, “Problem kadında!” diye konuşulur. Kayınvalideler, “Çocuğun olmuyor, oğluma yeni kadın alacağım!” der. Gerçi son yıllarda durum biraz daha iyileşti ama hala kadın çok eziliyor.

Peki sizin, “Denedik, denedik… Ne yaptıysak olmadı!” dediğiniz oluyor mu? Yok siz hep mi sonuna kadar gidersiniz…

-Hastanın durumuna göre değişiyor. “Siz devam etmek isterseniz ederiz ama siz benim kendi yakınlarımdan bir tanesi olsaydınız artık durun derdim!” tarzında bir enformasyon veriyorum. Tersi de geçerli. Bu sabah mesela, “6 kere denemişsiniz. Ama yeteri kadar yumurta veriyorsunuz, 7.yi de deneyin isterseniz” dedim. Ama öbür tarafta da, bir hastanın bir veya iki tane yumurtası çıkıyor, deniyorsun olmuyor. Bir yerde de artık durmak lazım!

Buradaki esas mesele yumurtanın olması mı?

-Evet. Zaten gebeliğin oluşumunda yüzde 80 yumurtanın rolü oluyor. Yumurta öyle bir şey ki, erkeğin spermi kötü olabilir ama yumurta, o spermi derleyip toplayıp adam edebilir. Yani o spermden sağlıklı bir bebek çıkartabilir. Ama yumurta kötü olursa, o takdirde sperm iyi olsa bile, belli bir noktaya kadar gidilebiliyor. O yüzden yumurta çok önemli. Yumurta yüzde 80’dir. Spermin rolü ise yüzde 10. Erkekler kendilerini çok önemseler de durum böyle…

Ve yıllar içinde azalan da yumurta öyle değil mi?

-Evet.

Peki şu cümle doğru mu: “Çocuk işini 20-35 yaşları arası yapıp rafa kaldıracak mısın?

-Evet, 25-35 arası üretkenliğin en yüksek olduğu dönem.

Şehir hayatı, stres, sağlıksız beslenme, sigara gibi faktörler yüzünden kadının yumurta sayısı azalıyor mu?

-Evet bu saydıklarınızın hepsi etkili olabilir. Hava kirliliği ve plastik malzemeler kullanmak da. Ama yumurta sayısının azalması çok ciddi bir olay. Eskiden 40 yaş civarında azalmaya başladığını düşünüyorduk. Günümüz kadınlarında 30’lu yaşlarda azalmaya başlıyor. Sigara çok büyük etken olarak karşımıza çıkıyor. Ve diğer çevresel faktörler. Ve tabii birtakım da genetik faktörler. Stres de, her şey işin içinde. Bunlar bir paket ve herkes bir şekilde nasibini alıyor. Ben İstanbul’da bunu çok net bir şekilde görüyorum.

O zaman ne yapıyorsunuz çalışan kadınlara yumurtalarını dondurmalarını öneriyor musunuz?

-Eğer yumurta rezervleri yeterliyse, eve öneriyorum. Ama 38- 40 yaşında bir kadının bir iki tane yumurtası varsa, önermiyorum. Çünkü olay şu: 35 yaş altında tek bir gebelik elde edebilmek için 11 tane yumurta dondurmam lazım benim. Ama 40 yaşında bir kadından bu oran 30, 40, hatta 50’ye çıkıyor. Bunu elde etmek çok çok zor, hatta imkansız. O takdirde onlara önermiyorum. Onlara, bir an önce çocuk sahibi olacak embriyo oluşturmalarını öneriyorum.

Tüp bebek ne kadar meşakkatli bir şey? Eskiden zor olduğu anlatılırdı…

-Zor değil ama sabır gerekiyor. Biraz gidiş gelişler yoruyor. Bir tedavi süresinde, 4-5 kere gidip gelinmesi gerekiyor. 2. tedavide bir şey olmuyor ama beşinciyi, altıncıyı deniyorsan, e haliyle yorgunluk, bıkkınlık artıyor. Geldiklerinde, oturuyorlar ve etraflarındaki insanlarla konuşuyorlar. Onların problemleri de kendi problemleri oluyor…

Diğer hastalarla bir iletişim kurmak iyi gelmiyor mudur onlara?

-Bazen geliyor, bazen gelmiyor. Kendi bir yumurtası var mesela, onu vermiş, karşısındakinin ise 20 yumurta verdiğini öğreniyor. Ne anlama geldiğini tam bilmiyor, değerlendirmiyor, ama üzülüyor. İnternetteki forumlarda doğru- yanlış bir sürü şey öğreniyor, paniğe kapılıyor. Mümkün olduğu kadar kendini bu gibi şeylerle dağıtmamasını öneriyoruz…

Maraton koşusu gibi aslında…

-Evet aynen öyle! Bu işe girdiysen hemen vazgeçmeyeceksin. Çünkü bir kadının, kendiliğinden gebe kalma şansı, bir adet döneminde yüzde 20. Her şey ultra normal olsa bile...

Hangi yaşta?

- Şöyle, 25-35 yaş arasında bir kadın, hiçbir problemi yok diyelim. Adamın da yok diyelim. Gebe kalma şansı yüzde 20! Bizim tüp bebek denememizde de başarı şansı aynı. O nedenle sabırlı olunması gerekiyor.

Kadınları mı, erkekler mi daha sabırlı?

-Kadınlar tabii ki! Kurallara daha çok uyanlar da kadınlar. “Sigara içme!” diyorsun sigara içmiyor. Beslenmesine dikkat ediyor.

Bazı hastalarınızın, tüp bebek yöntemiyle bebek sahibi oldukları anlaşılmasın diye size yolda selam vermedikleri doğru mu?

-(Gülüyor) Doğru.

Peki yıllar içinde toplumsal baskı azaldı mı?

-Kesinlikle.

Eskiden cinsel performansla doğru orantılı bir şey gibi algılanıyordu, öyle mi?

-Aynen öyle! Eşi hamile kalamayınca, erkek, iktidarsız gibi algılanıyordu. Ya da kadında bir sorun var diye. Allah’tan bir takım şeyler değişti, basın bilgilendiriyor, televizyon bilgilendiriyor. Anneler babalar daha bilinçli artık…

Bizim sizin anlattıklarınızdan ne tür bir hayat dersi çıkarmamız lazım?

-İnsanlar öyle yaradılışları itibariyle, gençlik ve çalışma düzeni içerisinde birtakım şeyleri fark edemiyorlar. Sonra gün geliyor, geri dönüp bakıyorlar, “Biz ne yaptık?” filan diyorlar. Üreme, anne-baba olma, bizim doğamızda olan bir şey. Hayat gailesi ve kariyer için koştururken, bence biraz durup düşünüp buna zaman ayırsınlar. Sonra çok geç olabiliyor.

Eskiden daha fazla sayıda embriyo konuyordu, değil mi?

-Evet. Artık bir sınırlama var. Bu da iyi bir uygulama bence. 35 yaş altındaki iki denemede, tek embriyo koyuyoruz. 35 yaşın üzerinde ve 2’den fazla yapıp da başarısız olursa, o zaman 2 embriyo daha konuyor. Bu dünya standartlarına uygun hale getirildi. Eskiden daha çok konuluyordu. Bu, biraz da yaptığın işe güvenmemekle ilgili. İkincisi de, komplikasyonlu bir iş. Bana “Tüp bebeğin asıl komplikasyonu ne?” derseniz ben size çoğul gebelik derim. Çünkü biz, çoğul gebeliğe göre dizayn edilmemişiz ona göre yaratılmamışız…

Nasıl yani? Çoğul gebelik derken 2’den daha fazla mı?

-Aslında bakarsanız 2 bile tartışılır. Ama bana göre 2 bile komplikasyon olarak değerlendirilebilir. Biz tek doğuyoruz. Çok azımız ikiz olarak doğuyor. Ama tüp bebek yüzünden bu oranlar, yüzde 50’lere 60’lara kadar çıktı. Bence tek embriyo koyarak minimalize etmek en doğrusu.

Sizin işiniz açısından ne kadar çok koyarsanız, tutma şansı o kadar çok mu?

-Artık o da öyle değil. Çünkü tek embriyo koyduğunuzda, iki tane koymuş kadar başarılı oluyorsunuz. Hatta, şimdi yeni şeyler çıkmaya başladı. Bir embriyo iyi, bir embriyo kötü. İkisini birden koyacağınıza, iyi embriyoyu koyun, daha çok gebelik elde edin. Yanına kötü embriyo koyduğunuz zaman gebelik şansı düşebiliyor…

Embriyonun iyiliğini, kötülüğünü nasıl anlıyorsunuz?

-Bir takım sınıflama yöntemlerimiz var. Onlarla yorum yapıyoruz. Ama sadece yorum. Net anlayabilmemiz için birtakım genetik tanımlamalar yapmamız lazım. Ama bunu her hastaya yapmamız doğru değil. İhtiyacı olan hastalara yapıyoruz. Yoksa genç bir hasta gelmiş, ilk denemesi, ona böyle bir şey önermiyoruz. Ona direkt olarak tüp bebek yapıp, tek bir embriyo yerleştirmemiz yeterli. O zaten yaklaşık yüzde 50 civarında gebelik sağlıyor hastaya. Bu da yeterli bir rakam.

Birden daha fazla varsa?

-Donduruyoruz. Yani birden fazla embriyomuz var, birini yerleştirdik. Elimizde de 4 tane embriyomuz var onları tek tek donduruyoruz…

Diyelim ki, birkaç tane içinde var, dördüz olabilir. O anne derse ki, “Ben bir tane istiyorum!” O üçünden kurtulmak cinayet midir?

- Bana göre değildir. Ama dünya görüşünüze ve dini inanışınıza göre değişebilir bunlar…

Kötü genleri ayıklama meselesi etik mi?

-Hastalıkları ortadan kaldırmak için etik. Ama özel bir şey yaratmak için, hayır etik değil...

Cinsiyeti seçilebilecek mi mesela…

-Önümüzdeki dönemde evet. İstediğiniz göz rengi, saç rengi de belirlenebilecek. İşte itiraz ettiğim bunlar. “Üstün insan” yaratmak de teorik olarak mümkün olacak ama etik değil. Fakat amaç bir hastalığı yok etmekse genlerle oynanabilir...

Vay be! Bunların hepsini yapmak mümkün olacak, öyle mi?

-Tabii ki ! Önümüzdeki dönemde hepsini yapmak mümkün olacak. Genetik zincirle oynamak, genetik zinciri edit etmek de mümkün olacak.

Spermle yumurta birleştiği zaman, anne rahmi içinde de birtakım değişiklikler ortaya çıkıyor. Biz buna “epigenetik değişiklikler” diyoruz. Yani zincire, anneden birtakım şeyler bağlanıyor ve o zincir içerisinde birtakım yönlendirmeler ortaya çıkıyor. Örneğin, “İleride bu çocuk spora mı yatkın olacak, müziğe mi? Lider kişilikli mi olacak?” Bütün bunlar anne karnında belirleniyor ve buna da epigenetik değişiklikler diyoruz. Bunun da en güzel örneği Einstein’ın oğlunun söylediği şey. “Babamın hayattaki tek başarısız projesi benim!” der. Einstein’nin oğlu, Einstein değil sonuç itibariyle. Gen oradan eldi diye, bir Einstein daha Einstein çıkmıyor!

Karnındaki bebeğinin down sendromlu olduğunu öğrendiği halde “Doğurmak istiyorum” diyen anne oluyor mu?

-Oluyor tabii. Ben kimseyi ikna etmeye çalışmıyorum. Tamamen annenin ve babanın tasarrufu. Ben down sendromuyla ilgili ne olacağını onlara anlatıyorum. “Sonlandırılmanız da uygun olabilir, bebeği dünyaya da getirmeniz de. Tamamen sizin kararınız!” diyorum.

Otizm filan?

-Onu zaten anlayamıyoruz. Kalp anomalilerinde de hastalarımızın bazıları doğurmak istiyor. Sonuçta çocuk kaybediliyor ama istiyorlar. Ama down sendromu burada en tipiğidir. Benim hatırladığım 8-9 tane var, bebeğinin down sendromlu olacağını bile bile doğuran…

70 yaşında çocuk sahibi olmak doğru mu?

-Bana göre yanlış. Ama insanların isteklerine hayır diyemezsiniz. Fakat sonuç itibariyle 70 yaşındaki bir kadına ne kadar ömür biçebilirsiniz? En fazla 20 daha mı? Ömrünün geri kalan kısmında ne kadar kaliteli yaşayacak ve çocuğuyla ne kadar kaliteli zaman geçirecek?

Size maksimum kaç yaş doğru geliyor anne-babalık için?

-Erkeklerde maksimum 61-62 yaş geliyor. Kadınlarda ise 45-46-47 civarı. Ki onların bile şansları çok az. Onlara çok ümit vermemek lazım. Onların şansı, yaşları itibariyle yüzde 1 veya daha altında. Bazı ülkeler 42 yaşın üstündekini kadınları almıyor. Mesela İngiltere’deki tüp bebek merkezleri almıyor.

“65 yaşında kadın anne oldu” filan haberleri okuyoruz. Onların hamile kalmasını sağlayan doktorun yaptığı etik mi?

-Bence değil! Çünkü bir kadının doğuracağı yaş 45, bilemediniz 50 civarıdır. Daha ötesi değil. Bazen 45-46 yaş kadınında gayet iyi yumurta oluyor. O zaman onların gebe kalma şansı oluyor. Bizim öyle hastalarımız var ama çok nadir. Ama dediğim gibi bunun ideali, genellemek gerekirse, 45 yaş ve altıdır.

Merakımdan soruyorum, Ricky Martin ve sevgilisinin, yani iki gay erkeğin, taşıyıcı anneden olan bebeğinde spermler karıştırılabiliyor mu? O zaman bebeğin biyolojik olarak iki babası mı oluyor?

-Onlar da, klasik tüp bebek yapıyorlar. İkisinden de sperm alınıyor. Ortama bırakılıyor, hangisinin döllediğini bilinmiyor. Ama mikroenjeksiyon yapılmışsa, spermi kimden aldıklarını bilirler çünkü bir tek sperm, yumurtanın içine enjekte ediliyor.

Öyle bir fifty- fifty kokteyl durumu yok yani?

-Yok hayır.