Türkiye ile Almanya ve Hollanda arasında yaşanan 'bakan ziyareti' krizini değerlendiren Prof. İlber Ortaylı, "Karşımızdakilerin çok makul adamlar olduğunu sanmayın. Hatta Trump tipindeki bir Amerikan zihniyetiyle dahi mukayese edilmeyecek kadar çağdışılar" dedi. Ortaylı, "Avrupalı liderlerin çok makul insanlar olduğunu sanmayın" başlıklı yazısında "Avrupalı çevrelerde Hollanda’nın Türkiye’ye ağır iktisadi yaptırımlar uygulayacağı dedikoduları dolaşıyor. Mamafih şunu belirtmek lazım: En mantıksız ve gülünç pazarlık üslubu ve blöfler de tipik Hollandalı tavrıdır. Her halükârda lütfen dikkatli konuşup, seçim üslubu dışında tavırlar sergileyelim" ifadelerine yer verdi.
Prof. İlber Ortaylı'nın Hürriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:
1990’ların başında Avrupa’da ‘Sosyal Bilimlerin Gelişmesi’ başlıklı iki günlük bir UNESCO seminerinde Türkiye adına Sayın Bozkurt Güvenç’le birlikte bulunduk. Genellikle Avrupa’da sosyal bilimlerin muhasebesi yapılıyordu; Avrupa çağında bu gibi araştırmaların nasıl yapılıp örgütleneceği tartışılıyordu. Tebliğlerin çoğunun iyi olmadığını hatırlıyorum. UNESCO’nun kendi idari zaafları da açığa çıktı. BM’nin çalışma dillerinden biri olmasına rağmen Rusça tercüme yapılmıyordu. Halbuki Sovyetler Birliği dağılmıştı; Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Belarus gibi yeni cumhuriyetlerden temsilcilerin hemen hiçbiri İngilizce konuşacak durumda değillerdi.
Konferansın son gününde o zaman eski Britanya Dışişleri Bakanı sıfatındaki Lord David Owen gökten zembille iniverdi. Lord Owen konuşmasında hemen Avrupa kıtasının bütün ülkelerini saydı ve bunların gelecekteki birliğin üyeleri olacağını, hepsine ahlaki borçları olduğunu belirtti. Belarus, Ukrayna ve Moldova’ya kadar saydı. Fakat Türkiye’nin kesinlikle üye olamayacağını söyledi. Muhtemelen salonda Türkiye delegelerinin bulunduğunu hesaba katmamıştı. Çıkarken kendisini arkuru (önünü keserek) bir şekilde selamladık. “Aa Türkiye burada mıydı?” dedi. Fazla üstünde durmadan “Açıksözlülüğünüzden memnun olduk, çünkü diplomatlar bu konuda bizimkilere yalan söylüyorlar. Müraî diyaloglarla iki tarafın kamuoyu yanıltılıyor” dedik. Doğru bilgilendirilmeyen kitleler Türkiye’de Avrupa konusunda histerik bir yapılanmaya giriyorlar.
Bu memleket petrol yataklarıyla zenginleşmedi. Bütün bir nesil koruyucu gümrük duvarlarıyla, tüketim kıtlığı çekerek yapılan barajların yarattığı enflasyonla yetiştik. Aslında son otuz yılda gelen iktidarlar Türkiye’nin birikimlerini hoyratça harcadılar. Halkımız etraf coğrafyaya göre çalışkandır. Girişimciler noksanlarına rağmen dört kıtaya yayılmış vaziyette. Kaldı ki mükemmel holdinglerimiz var. Tıp, mühendislik dalında adı geçen bir ülkeyiz.
Doğrudur, Avrupa’da seçmenin davranışı, niteliği düşen eğitimle birlikte iktisadi kriz olduğunda en çılgın adaylara rey vermeye müsaittir. Bize kalırsa şu son seçimlerde Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerdeki popülist milliyetçi adaylar İkinci Cihan Harbi öncesindeki totaliter milliyetçileri aratmayacak zihniyet yapısına sahipler. Bu tip gruplara göre tek çıkmazları nüfusun değişen yapısı, yani ihtiyar Avrupa’da faaliyet göstermeleri. Dinamizmini kaybeden kitlelerle bu tip hareketlerin söylemi ve stratejileri bazen eskilerin mudhik (grotesk) dedikleri gülünçlüğe kadar düşebiliyor. Buna rağmen adamların şansı rehavet ve hatta uyuşukluğa düşmüş sosyal demokratların varlığı karşısında daha fazla.
Müslümanlık Batı toplumlarında ürkütücü görülmeye başladı. Âli mahkeme olarak Avrupa İnsan Hakları Divanı’nın tesettür konusunda eski rahat ve hukukçu tavrını terk ettiği görülüyor. Hollanda’da her Batı Avrupa toplumu gibi kendine göre çıkmazlar var. Orada, alışveriş ve pazarlık yapılacak alanlarda küstahlığın kazanç getireceğine dair bir öğrenim vardır. Bu bazı ahvalde pazarlığı aşacak düzeye de gelebilir. Almanya’da bakanlara konan yasağı, Hollanda’daki başbakan, peşinen ve balkona çıkan kabadayı edasıyla açıkladı. Bu tip kadro ve gruplarla tartışmaya girişilmez. Alınacak tedbirlerin etkili olacak biçimde düzenlenmesi gerekir.
Bugünkü Avrupa’nın içine girdiği kriz mazidekilere benzemiyor. Toplumlar ihtiyarladı. Emekli fonlarını karşılayacak bir genç nüfus yapısı söz konusu değil. Üretimde çeşitlilik ve icatlar devri sona ermiş değil ama büyük gerileme var. Avrupa rafine insan gücünü devamlı istihdam edemeyecek ideoloji ve dünya görüşüne sahip. Mesela Hindistan’dan ve Rusya’dan gelen bilgisayar yazılımcıları ayrımcı tavır yüzünden Batı Avrupa’da barınamıyorlar ve soluğu Kuzey Amerika’da alıyorlar. Üretimin yapısı ve gelişme imkânları bunları beslemeye müsait değil ama zihniyetin geriliği daha önemli bir gelişme engeli.
Gelenlerin yerel kültürüne önem verilmedi ama ortaya çıkan gençlik, onların kültürünü de tam manasıyla benimsemiş değil ve bu çatışmaya sebep oluyor. Biz bunu kendi ülkemizden tanıyoruz. Toplumsal çatışma için üretimde kontrol gücünün nesillerden gelen zenginlik ve fakirlik kadar, coğrafi ve kültürel ayrıma da bağlı olduğunu hatırlamak gerekir. Bazı ahvalde bizde olduğu gibi kültürel yapı ve yabancılaşma da kitlesel çatışmayı besleyebilir. Bu çatışmanın arkasında mesela çok üstün bir Fransız kültürü veya buna intibak edemeyen Mağribi göçmenler gibi bir model düşünmeyin. Bugünün Fransa’sında proletaryayı bırakalım, orta sınıf halka dahi eskisi gibi bir kültür veremeyen eğitimin varlığı biliniyor. Mağribi Fransız entelektüellerin bir kısmı ise Fransızların çoğundan daha üstün derecede eğitimli.
Avrupa, kültürel kalıplara dayanan bir çatışma ortamı içerisinde. Bizim Avrupalılığımız ise uyum arayan bir tenkit döneminde benzer bir çatışma ortamına dönüşüyor. Karşımızdakilerin çok makul adamlar olduğunu sanmayın. Hatta Trump tipindeki bir Amerikan zihniyetiyle dahi mukayese edilmeyecek kadar çağdışılar. Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin partisi Liberal Parti seçimi önde bitirdi. Partinin liberalliği sözde kalsa da şu anda merkez sağ rolünü oynuyor. Eski bürokrat Günter Verheugen’in sözleri ilginç, “Hollandalı politikacıların aşırı tavırlarının ve sözlerinin iç politikadaki zaaf ve rekabetten kaynaklandığını” belirtiyor.
Seçime katılım oranı yüksek ama Rutte’nin partisinin aldığı oy oranı çok da yüksek değil (yüzde 21.3). Uygun bir partnerle koalisyon yapmak zorunda; kuşkusuz bu ortaklardan biri, kutlanacak bir başarı kazanmış olsa da mecliste üç sandalye alan Türk partisi DENK olmayacak. Rutte’ye yakın bir parti olan Özgürlük Partisi ise aslında Rutte’nin başdüşmanı. İki cambaz bir ipte oynamaz. Nitekim kaba söylemleriyle öne geçmeye çalışan parti lideri Geert Wilders seçimden önce Rutte’ye “Seninle koalisyon yapmayacağım” demişti. Avrupalı çevrelerde Hollanda’nın Türkiye’ye ağır iktisadi yaptırımlar uygulayacağı dedikoduları dolaşıyor. Mamafih şunu belirtmek lazım: En mantıksız ve gülünç pazarlık üslubu ve blöfler de tipik Hollandalı tavrıdır. Her halükârda lütfen dikkatli konuşup, seçim üslubu dışında tavırlar sergileyelim.