Prof. İlber Ortaylı, OECD'nin 72 ülkeyi kapsayan 'Öğrenci Değerlendirme Programı' PISA sonuçlarını değerlendirdi. "Artık kendimize gelelim, kasabalı politikacı zihniyetiyle ziyan ettiklerimiz kendi evlatlarımızdır" diyen Ortaylı, "Çocuklarımızı deneme tahtası yaparsak bu gibi sonuçlara alışkın olmalıyız. Kurucusunun geometri kitabı yazıp terimleriyle ilgilendiği bir milletin çocukları bugün matematikten kötü not alıyorsa kimleri mahkemeye vermek lazım" ifadesini kullandı.
Ortaylı'nın Hürriyet'te "Çocuklar matematikten kalmış, şimdi ne yapacağız?" başlığıyla yayımlanan (11 Aralık 2016) yazısı şöyle:
OECD'nin 72 ülkeyi kapsayan 'Öğrenci Değerlendirme Programı' (PISA) sonuç raporu Türkiye açısından çok vahim. Eğitim sistemi alarm veriyor. Artık kendimize gelelim, kasabalı politikacı zihniyetiyle ziyan ettiklerimiz kendi evlatlarımızdır. Çağdaş medeniyet iki dal üzerinde durur: Filoloji ve matematik. Bu iki dalda iyi eğitim veremezsek üniversitelere hazırlıksız insan gelir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), çarpıcı araştırmalar yapan milletlerarası bir kuruluş. 34 OECD üyesinin (aralarında Türkiye de var) 72 ülkeyi kapsayan ‘Öğrenci Değerlendirme Programı’ (PISA) sonuç raporu Paris’te açıklandı.
Üzerinde durulması gereken bir araştırma bu. Ülkelerin doğa bilimleri ve matematik alanında öğrencilerini nasıl yetiştirdikleri bu araştırmayla tespit ediliyor. Aslında bu araştırma ülkenin iktisadi, sınai değerlendirmesinin de bir dalını teşkil ediyor. İnsanlarını iyi yetiştiremeyen ülkeler ve toplumlar tekin değildir; ciddi operasyonlar için iltifata layık değildir ve iyi müttefik olmaz.
PISA programı, araştırma konusu ülkelerde sınavlar yapar. Öğrencilerin özellikle matematikte problem çözümü, doğa bilimlerindeki bilgi ve düşünce gözlemi tespit edilir. 2015’teki en yüksek puanı alan ülkenin Singapur olduğu görülüyor. Ardından Japonya, Çin, sonra iki Avrupa ülkesi, Finlandiya ve Estonya geliyor. Şu nokta önemli: İlk üçü ‘Asya kaplanları’nı oluşturan gruptan. Son 60 yılın kalkınanları. Bu ülkelerin özelliği, matematik, mühendislik ve doğa bilimlerine önem vermeleri. Türkiye bu gruptandı. Artık değil.
Politikacılara laf etmeden evvel Milli Eğitim Bakanlığı’nın adını zikretmeliyiz.
Milli Eğitim Bakanlığı maalesef kendilerine göre ideoloji tespit eden ve etrafı buna göre tarumar eden öğretmen kadrolarından oluşur. Bunların partileri mühim değildir. Bakanlıktaki hademelerin kapıya gelen öğretmenleri kovalamaya başladığı günden beri vaziyet buna dönüşmüştür. Altı ay, bir sene ABD’de eğitim görenler kendilerini Pestalozzi [Johann Heinrich Pestalozzi, 1746-1827, İsviçreli pedagog ve eğitim reformcusu] zanneder.
Başka tahribatlar da var. Bir konferansta ünlü matematikçimiz Cahit Arf, “Liselere modern matematiği sokmak benim günahımdır” demişti. Klasik matematikten modern matematiğe geçişin mahzurlarını gözlemlemek ve hüküm vermek benim işim değil. İşin başındaki otorite söylüyor. Çocuklarımızı deneme tahtası yaparsak bu gibi sonuçlara alışkın olmalıyız.
Dördüncü ve beşinci gelen Finlandiya ve Estonya aynı dil grubundan akraba ülkelerdir. Bu iki komşu arasındaki eğitim ve kültür alanındaki işbirliği yüksek seviyededir. 72 ülkenin yarısı 490 ile 556 puan arasındayken, Türkiye ve Arnavutluk öğrencileri bilim ve matematik sıralamasında bunlardan 100 puan aşağı düşüyor. Güney Amerika ülkeleriyle bir gruptalar. 15 yaşın üzerindeki bu gençliğin vahim durumu için kimler hesap verecek, bunu düşünmek gerekir. Bir arkadaşım “Beş yıl evvel daha iyi bir netice alınmıştı, kabahatli bütün çocuklardaki tablettir” dedi.
Kimse “Bu memleket cahil geldi, cahil gidiyor” diye mani düzmesin. Türkiye liselerinin ortaokullarının eğitimini düzenlemek Tanzimat Devri’nin en büyük başarılarındandır. Darülmuallimin ve Darülmuallimât’ın yani Erkek ve Kız Öğretmen Okulları’nın teşkili, Rüşdiye yani Ortaokul müfredatı, vilayet merkezlerinde liselerin kurulması bu atılımın başını teşkil eder. Türkiye’nin en fakir ve sorunlu zamanlarında o liselerden mezun olan çocuklar her yere uyum sağlayabildiler. Ankara Atatürk Lisesi’nin mezunları arasında Gazi Yaşargil vardır. Mardinli Aziz Sancar Hoca her yerde okuyabildi ve buraya kadar geldi.
Önce 1950’den sonra seçmen kandırmak için altyapısız lise ve ortaokulları çoğalttık, sonra hızlandırılmış eğitim safsatasıyla Gazi Eğitim ve Çapa gibi öğretmen okullarının canına okuduk. Bu işlerin sağı solu yok; her partinin günahıdır.
Maalesef Milli Eğitim Bakanlığı bu eğitimin bürokratik ve akademik yükünü kaldıramıyor. Aslında her türlü kayırmacılık ve partizanlığın aleti değil, öncüsü bir kuruluştur. Buna üzülmek için Türk olmak gerekmez, güzel şeylere hayran olan herhangi bir insan evladı da üzülür. Avrupa’daki eğitimin gerilemesinden, Fransız liselerinin yeni durumundan endişe duymak için Fransız olmaya gerek yok, bu medeniyeti takdir eden her insan olumsuz değişmelere üzülerek bakar. Komşumuz İran birtakım şeylerde Türkiye’nin başarılarını gösteremeyen bir ülkedir ama eğitimcileri ve aydınları sorumlu ve bilgilidir. Ortaeğitim kurumlarının seviyesi yüksektir. Dünyanın en ileri üniversitelerinde dahi İran’dan gelen öğrenciler takdir görüyor.
Artık kendimize gelelim, kasabalı politikacı zihniyetiyle ziyan ettiklerimiz kendi evlatlarımızdır. Çağdaş medeniyet iki dal üzerinde durur: Filoloji ve matematik. Bu iki dalda iyi eğitim veremezsek üniversitelere hazırlıksız insan gelir. Hele üniversiteleri bir siyasi dergâh haline dönüştürürseniz çok vahim neticeler elde edersiniz.
Cumhuriyet döneminde ilkokul öğretmeni en çok saygı gören kişiydi. Maarif Vekili Mustafa Necati her biriyle mektuplaşırdı. İster İstanbul’daki büyük Vefa Lisesi’nden istersen Kastamonu veya Konya Lisesi’nden diploma al fark etmiyordu. Süleyman Demirel Teknik Üniversite’yi İstanbul’daki liselerde okuyarak kazanmadı.
Bunun gibi örnekler çoktur. Kurucusunun geometri kitabı yazıp terimleriyle ilgilendiği, Sadrazam Ahmed Cevat Paşa’nın Fransızca matematik monografileri yazdığı, tanınmış matematikçiler çıkaran bir milletin çocukları bugün matematikten kötü not alıyorsa kimleri mahkemeye vermek lazım.
Dışişleri Bakanlığı’nda birkaç büyükelçi arkadaşımız var. Adeta umulmadık bir tarihi bağla genç memurların arasından da böyleleri çıkıyor. Kökleri bizde az tanınan Tanzimat Devri’nin büyük diplomatlarına kadar uzanır. Süha Umur böyle bir diplomat.
SÜHA Umar’ı okul yıllarından tanırım. Mekteb-i Mülkiye’nin diplomasi şubesinin girgin gençlerindendi. Haliyle Dışişleri’ne girdi. Bakanlığın belki azınlıkta kalan, ama bana kalırsa ancak eski çarlık Rusyası’nda ve Babıâli’de görünen ağır, başarılı diplomat takımındandı. Gorçakov, Ali Paşa veya Fuat Paşa olsun, bunlar ne ülkelerindeki aşırı muhafazakârların kör gözüne ne de 20’nci yüzyılda bloklara mensup takımın hazır reçetelerine itibar ederdi. Süha Umar, şu sıralarda çıkan “Çöl Devriyesi, Ürdün Anıları” kitabında Ortadoğu’yu anlatıyor. Geçen yıl çıkan “Belgrad-500 Yıl Sonra” adlı kitabıyla birlikte bu kitabı değerlendirmek gerekir.
Dışişleri Bakanlığı’nda birkaç büyükelçi arkadaşımız var. Adeta umulmadık bir tarihi bağla genç memurların arasından da böyleleri çıkıyor. Kökleri bizde az tanınan Tanzimat Devri’nin büyük diplomatlarına kadar uzanır. Alışılmış reçeteyle değil, bloklararası bağımsız politikanın düsturlarıyla hareket ederler. Bu tip diplomatların en büyük özelliği coğrafya ve tarihi çok iyi bilmeleri, gittikleri ülkeyle Türkiye’yi bir arada düşünmeleridir.
Süha Umar, Sırbistan ile en gerilimli zamanımızda Belgrad’da büyükelçilik yaptı, ülkenin her şeyini tanıyordu. Her zaman için çatıştığımız ama dost da kaldığımız Sırbistan’la özellikle bu dönemde niçin birlikte bağımsız bir politika gütmemiz gerektiğini Süha Umar’ın hatıralarından anlıyorum.
Devletlu Belgrad Büyükelçisi ülkenin her köşesinde Osmanlı izleriyle yaşadı. Sırp halkının nezdinde maziyi inceledi. Balkanlar’daki geleceğimiz için Sırbistan’ı nasıl görmeliyiz, cevap aradı. Ülkenin doğasını ve tarihi eserlerini iyi bilen bu diplomatımızın Sırp politikasındaki tayin edici kişilerle görüşmelerini çok canlı ve faydalı bulduğumu söylemeliyim. Diplomatlarımız hatırat yazıyorlar; Umar, en iyilerinden biri ve belki de en candan olanı. Sırbistan’ı nasıl değerlendirmeliyiz? Büyükelçi’nin sefaretnamesinden okuyalım...