Prof. Sencer Ayata: AKP ‘manevi kalkınma’ iddiasıyla yola çıktı, ancak Türkiye toplumsal ve psikolojik çöküşe sürüklendi; elde dünyanın en karamsar ve mutsuz ülkelerinden biri var!

Desen: Selçuk Demirel

Prof. Dr. Sencer Ayata ile seri söyleşimizin ‘manevi çöküntü’ye odaklanan bölümünün ilk parçasında “AKP iktidarının maneviyat söylemine rağmen, aslında bu iddiasından nasıl uzaklaştığını” konuşmuştuk. Söyleşinin ikinci bölümünde Ayata’nın söz ettiği “çöküntü”nün toplum üzerindeki etkisini ele aldık.

Prof. Dr. Sencer Ayata, “Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının siyasi ve toplumsal yaşamı bitmeyen bir kavga olarak gördüğünü, Türkiye’de yaşanan hukuksuzluk ile kuralsızlığın el ele gittiğini“ söyledi.

Prof. Dr. Sencer Ayata

Hukukun normal koşullarda insanları birbirine yakınlaştırması gerekirken Türkiye’de ayrımcılığın kaynağı haline geldiğini söyleyen Ayata, "Hukuk iktidara yakın olanları koruma, karşısındakileri cezalandırma aracı haline geldi" diye konuştu.

Prof. Ayata, Türkiye’de suç oranlarının patlama yaptığını söylerken, "Yaygın bir kuralsızlık ortamı var. Giderek de yaygınlaşıyor. Günümüzde yönetmek; usulsüzlüğü, yolsuzluğu, suçu yönetmek haline geldi" değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’de mutsuzluğun ve manevi zayıflığın ana nedenlerinden birinin ‘kutuplaşma’ olduğunu vurgulayan Prof. Ayata, “siyasi iktidarın artık bunu körüklemekten kaçınmadığını” ifade etti. Ayata, zellikle siyasi iktidar toplumda var olan ayrışmaları ve çatışmaları azaltmak ve yumuşatmak yerine yoğunlaştıran bir siyaset yapma tarzını benimsemiş durumda" dedi.

Ayata, AKP’nin kuruluş döneminde ana iddialarından birinin “manevi kalkınma” olduğunu vurgularken, AKP iktidarıyla geçen yaklaşık 20 yılın sonunda “Türkiye’nin birçok rapora göre dünyanın en karamsar ve mutsuz ülkelerinden birine geldiğine” dikkat çekti. Prof. Ayata; “AKP iktidarında Türkiye’nin toplumsal ve psikolojik çöküşe sürüklendiğini” ifade etti.

ODTÜ Sosyoloji Bölümü Başkanlığı’nın yanı sıra Harvard ve Oxford üniversitelerinde misafir akademisyen olarak bulunan, geçtiğimiz dönemde parlamentoya giren ve CHP yönetiminde görev üstlenen Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından Prof. Dr. Ayata’nın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…

“Baskı ters netice veriyor, çünkü modern toplumların örgütlenme ve işleyiş biçimleri farklı”

- Konuştuğumuz tüm konulardan sosyal dokunun iddia edildiği gibi yeterince sağlam olmaması, bir değişim ve bir sarsılma sürecine girdiği anlaşılıyor. Ne değişiyor?

Güçlü sosyal doku deyince önce aile yapısı anlaşılıyor. Aynı zamanda sağlam bir topluluk dayanışması, güçlü bir toplumsal aidiyet duygusu, yani akrabalık, hemşehrilik, komşuluk ilişkileri... İlaveten köy, mahalle, dini örgütlenmeler vesaire. Güçlü sosyal dokunun temelinde ise güçlü geleneksel ve dini bağların olduğu düşünülüyor. Ne var ki bu tür bağlar, değerler, kimlikler hızla aşınmakta.

En önemli neden yaşamın büyük ölçüde paraya bağlı hale gelmesi. Geçim için, refah için, güç için, statü için. İnsanlar arasındaki ilişkilerde maddi boyut, yarar, kazanç, çıkar haliyle çok önemli hale geliyor. Kentleşme, eğitim, konut, yaşam tarzı, ulaşım iletişim, iş eğlence; tüm bu alanlarda yaşanan değişiklikler aileyi de toplumu da derinlemesine etkiliyor. Köylerde bile sosyal ilişkiler, kültürel değerler, gelenekler eski gücünü kaybediyor.

Bir zamanlar kente göç edenler arasında gerek maddi gerekse duygusal değerlere bağlı olarak oluşan güçlü dayanışma ağları vardı. Misafir etme, iş bulma, borç verme, birlikte ev yapma, acıyı paylaşma, sohbet etme vesaire. Ama gecekondu artık yaygın bir yerleşim ve sosyal dayanışma yeri olmaktan çıktı. Apartmanlara taşınan akrabalar, hemşehriler artık birbirine daha uzakta yaşıyor; birkaç komşu, birkaç arkadaş dışında. Mahalle sakinleri sınırlı ölçüde de olsa okul aile birliği, cami, emekli kahvesi dışında birbirini pek görmüyor.

Bir yandan da yeni gelişmeler göze çarpıyor. Örneğin sosyal medya birbirinden ayrı, hatta çok uzak yerlerde yaşayan akrabalar ve hemşehriler arasında iletişimin devam etmesini,  hatta canlanmasını sağlıyor. Ama yüz yüze ilişkilerde akrabalar, komşular arasında eski yakınlıklar azalıyor. İlişkilerde dayanışma kadar kıskançlıklar, yarışma, uyuşmazlıklar oluyor. Kardeşler bile önce kendi ailelerinin geleceğini, kendi çocuklarının geleceğini düşünerek davranıyor. Geleneksel cemaat denince bireyi sarmalayan, ona sahip çıkan, yalnızlık ve çaresiz hissettirmeyen, denetleyen güçlü bir sosyal doku düşünülür. Sıkı dokunmuş, ‘biz’ duygusu ve kimlik yaratan bir topluluk.

Ama günümüzde bu tür sıkı dayanışma dokuları, geleneksel topluluklar zayıflıyor. AKP’nin bu tür dokuları yaşatma, kent ortamında yeniden canlandırma yönündeki çabaları gerçekçi değil. Ama bunlar akrabalık, hemşehrilik gibi yatay değil, yukarıdan aşağı kurulan ilişkiler. O nedenle geleneksel sülale, köy ve mahalle bağlarının, dayanışmanın yerini tutmuyorlar. Baskı kullanarak, zorlayarak, ödüllendirerek yaşatmaları mümkün değil. Çoğu zaman ters netice veriyor baskı. Sosyal ve psikolojik problemlere neden oluyor. Çünkü modern toplumların birliktelikleri farklı, örgütlenme ve işleyiş biçimleri farklı. Çünkü merkezinde özerk birey var.

“Suç patlaması yaşanıyor;Türkiye, Rusya ile birlikte en çok mahkûma sahip ülke”

- Psikolojik ve sosyolojik çöküntü deyince en can alıcı konu kuşkusuz suç ve güvenlik. Şimdi bunun üzerinde duralım.

Tam manasıyla suç patlaması yaşanıyor. Türkiye 49 ülke arasında Rusya’nın ardından en çok mahkûma sahip olan ülke. Son 10 yılda cezaevine girenlerin sayısı dört kat artmış. Tutuklu sayısı 300 bin dolayında. Oysa 2002 yılında ancak 60 bin. Artışlar 2005 yılından itibaren hızlanmış görünüyor. Kendini evinde güvenli hissedenlerin oranı ise sürekli düşüyor.

Suçun farklı türleri var. Türkiye’de hepsinde artış var. Bazı alanlarda katlanarak... Şiddet en vahim suç. Öldürme 10 yıl içerisinde altı kat artarak 10 bini bulmuş. Tecavüz, saldırı, yaralama büyük artış göstermiş. İş ve çalışma dünyasında kazanç ya da kaybı önleme amaçlı hile, çalma, dolandırma vakaları da öyle. Uyuşturucu ticaretine değinmiştik, örgütlü suçlar, terör. Siber suçlar… Bilgisayar, internet dünyasında doküman, para, kimlik çalma, banka dolandırma gibi... Yeşil suçlar, yani doğal kaynakların adaletsiz sömürüsü. Çocuk ceza infaz kurumu ve eğitim evine girenlerin sayısı 3, cinsel suçlar, uyuşturucu tam 11’er kat artmış.

“Suç ve kuralsızlık birlikte; büyük bir gri alan var”

Kriminoloji, psikoloji, suç sosyolojisi bu konuları inceliyor. Suç, bir kanunun çiğnenmesi demek. Bir de daha genel anlamda kuralların çiğnenmesi var. Bunlar her zaman suç teşkil etmiyor. Gece yarısı sürekli korna çalıp konuyu komşuyu rahatsız etmek gibi. Ama sorun şu ki, ikisi birlikte gidiyor, toplumda kural dışı davranışlar arttıkça hukuk dışı davranışlar da artıyor. Birçok durumda bunlar iç içe geçiyor. Büyük bir gri alan var Türkiye’de. Büyük bir gayrimeşru alan. Geçenlerde bir satıcının söyledikleri çok konuşuldu. “Çalmayan var mı” dedi. Herkesin vergi kaçırdığını söyledi. “Herkes yapsın herkes kazansın” dedi. Tabii vardığı sonuç yanlış ama tespiti doğru. Yaygın bir kuralsızlık ortamı var. Giderek de yaygınlaşıyor. Önceden yaptığımız bir söyleşide söylemiştim. Günümüzde yönetmek usulsüzlüğü, yolsuzluğu, suçu yönetmek haline geldi.

Çizgi: Tan Oral

- Neden bu kadar artıyor kuralsızlık ve hukuksuzluk?

En genel anlamda şunu söyleyebiliriz. Kurallara uymak için toplumda temel doğrular ve yanlışlar konusunda bir uzlaşma olması gerekir. Bir kere toplum kabul edilebilir kurallar koyma, kurallara uyan bireyler yetiştirme ve uymayanları denetleme konusunda yetersiz kalıyor. Bireylerin ve toplulukların başkalarına zarar verici davranışlardan kaçınmaları sağlanamıyor.

Siyasi iktidarın iddia ettiği gibi din, gelenek diye kabul ettirilmeye çalışılan kurallara çoğunluk uymuyor. Tıpkı yasalara da uyulmadığı gibi. Tersine, ailesi içinde, yakın çevresinde iyi insan olmaya çalışan bir kişi, iş başkalarına zarar vermemeye, kamu yararını gözetmeye gelince kanunu, kuralı pek takmıyor. Sosyo-kültürel, siyasi ve ideolojik bakımdan kutuplaşmış, yer yer ayrışmış bir toplumda farklı grupların farklı doğruları ve yanlışları var. Aralarında rekabet, ihtilaf, çatışma var. Ortak alan oldukça dar. Daralan bir alanda etkili; ama gelenek artık etkili değil, bunun çözüm olmadığı görülüyor. Kuşkusuz geçmişten gelen ve korunması, geliştirilmesi gereken olumlu alışkanlıklar, değerler, kurallar var. Ama yeni ortak kurallar ancak yeni bir bakışla, evrensel değerlerle uyumlu biçimde oluşturulabilir.

“Hukuk ayrımcılığın kaynağı haline geldi”

Hukuk konusuna gelince. Hukuk iktidara yakın olanları koruma, karşısındakileri cezalandırma aracı haline geldi. Hukuk düzeni, hukukun üstünlüğü anlayışı fiiliyatta askıya alınmış gibi. Hukukun, ortak kuralların toplumun fertlerini birbirine yakınlaştırması beklenir. Oysa bizde hukuk ayrımcılığın kaynağı. Adalet sistemi düzgün işlemiyor. Toplumda adalet duygusu alabildiğine zedelendi. Hukukun, kuralların yerine keyfi yönetim anlayışı geçmiş durumda. Sadece siyasi otoritede değil, birçok yerde. Şirketlerde, resmi kurumlarda, hatta üniversitelerde. Böyle bir ortamda kural, kanun dışı davranışlar haliyle artar. Yolsuzluk, suç haliyle artar.

Erkekler, gençler, yoksullar suça daha yatkın. Günlük yaşamını dahi sürdürmekte zorlanan, toplum tarafından başarısız görülen milyonlar var. Gençler, yoksullar arasında kimileri sabrediyor, kimileri kabuğuna çekiliyor, kimileri protesto ediyor, ayaklanıyor, kimileri meşru olmayan yollar arıyor. Adaletin yerini bulmadığını düşünenler, adaleti kendileri yerine getirmeye kalkışıyor. Cezayı kendisi kesiyor. Kimileri, ihtiyaçlarını karşılamak ya da kendilerini kanıtlamak amacıyla meşru ya da yasal olmayan işlere, suç örgütlerine yöneliyor. “Her şey yapanın yanına kar kalıyor. Kim namusuyla kazanıyor ki? Adaleti kim aramış da bulmuş…” bu türden deyişler, görüşler çok yaygın. Bunlar para kazanmak için meşru ve yasal olmayan yollara başvurmayı adeta özendiriyor.

“İktidar, kendinden olmayanları devlete ve millete tehdit olarak gösteriyor”

- Bu kapsamda düşünebileceğimiz bir başka önemli konu da bitmeyen bir kutuplaşma, çatışma ve şiddet ortamı. Bunlar da huzursuzluk, mutsuzluk, güven erozyonu yaratıyor olsa gerek. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kutuplaşma düşük güvenin, mutsuzluğun, huzursuzluğun, manevi ya da moral zayıflığın başlıca nedenlerinden birisi. Genel olarak siyaset denilebilir ama özellikle siyasi iktidar toplumda var olan ayrışmaları ve çatışmaları azaltmak ve yumuşatmak yerine yoğunlaştıran bir siyaset yapma tarzını benimsemiş durumda. AKP iktidarı siyasi ve toplumsal yaşamı bitmeyen bir kavga olarak görüyor. Kendinden olmayan kim varsa devlete ve millete karşı tehdit olarak gösteriyor. Sonuç haliyle hoşnutsuzluk, huzursuzluk, mutsuzluk oluyor. 

Gerilim, çatışma ve kavga ortamı siyasi şiddeti, aile içi şiddeti, kadın ve çocuklara yönelik şiddeti, holigan şiddetini, hastane, okul ve trafikteki şiddeti her geçen gün tırmandırıyor. Evde, iş yerinde, trafikte, sokakta, saldırı, dövme, öldürme haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Hasta yakınları tarafından dövülen öldürülen doktorlar, davalarda dayak yiyen avukatlar, veliler tarafından bıçaklanan öğretmenler, hedef gösterilen sanatçılar, azarlanan memurlar, aşağılanan bilim insanları... Siyasi iktidar vatandaşların bu kesimlere yönelik tepkilerini şişirmede önemli rol oynuyor.

Çizgi: Tan Oral

AKP modern toplumun sorunlarını, tarım toplumlarının değerleriyle çözmeye çalışıyor”

- Moralsizlik, mutsuzluk, suç artışı gibi sorunların kaynağını modernleşmenin sonuçları olarak görmek mümkün mü?

Bu sorunlar her toplumda olabilir. Ama kuşkusuz modernleşme ile de yakından alakalı. Aslında 19. Yüzyıl’da sosyolojinin ilgi alanlarının başında bu tür sorunlar geliyordu. Yani modernleşmenin yol açtığı toplumsal ve kültürel sorunlar. Yoksulluğun yanı sıra ve onunla birlikte suç, alkolizm, yalnızlaşma, başıboşluk... Bireyin giderek özerkleşmesi sonucu köy, sülale, mahalle, çarşı gibi geleneksel bağların ve değerlerin güçlü olduğu cemaat bağları zayıflıyordu. Birey üzerinde sağladıkları denetim ortadan kalkıyordu. O dönemin muhafazakârları çözüm olarak aşınmış orta çağ kurumlarının geri getirilmesini öneriyorlardı. Kral, güçlü kilise, lonca, köy cemaati vesaire. Ama orada görüldü ki sanayileşen, modernleşen toplumlarda bunları geri getirmek mümkün değil. Sonrasında çözümler eğitimde, hukukta, özgürlükte, hoşgörüde, güçlü sosyal devlette ve sivil toplumda aranmaya başlandı.  Her konuda mükemmel netice alınması beklenemez ama daha doğru ve gerçekçi olan bu yol. AKP iktidarı 19.Yüzyıl Avrupa muhafazakârlarına benzer çözümler arıyor, bu tür çözümler peşinde olanları destekliyor. AKP iktidarı modern toplumun sorunlarını tarım toplumlarının değerlerini ve kurumlarını yaşatarak çözmeye çalışıyor. Sonuçta manevi kalkınma iddiası ile yola çıkan bir partinin iktidarında Türkiye, dünyanın en karamsar, mutsuz, güvensiz ülkelerinden birisi haline geliyor

- Türkiye neden çığ gibi büyüyen depresyon, suç gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor? Bazı örnekler verebilir misiniz?

En basit anlamıyla modernleşme denilince kentleşme, sanayileşme, eğitimin, uzmanlaşmanın, iş bölümünün artması gibi süreçler anlaşılıyor. Kültürel alanda ise başta bireyselleşme, rasyonelleşme, dünyevileşme gibi süreçler. AKP iktidarı döneminde fiziki altyapı, iletişim ve ulaşım, konut gibi alanlarda önemli değişiklikler oldu. Kentleşme arttı. Ulaşım ve iletişim altyapısı gelişti. Okullaşma oranları yükseldi. Konut dokusu değişti. Bunlar modernleşmenin maddi altyapısı itibarıyla gözle görülebilir değişimler.

Desen: Selçuk Demirel

“En belirgin örnek eğitim”

Birçok alandan örnek vermek mümkün ama en belirgin olanı eğitim. Araştırmalar Türkiye’de çocukların fen eğitimine dünyada en yatkın çocuklar arasında olduğunu gösteriyor. Çocuklar ve aileler daha çok fen eğitimi istiyor. Devam eden altyapı yetersizliklerin yanı sıra eğitimde içerik, nitelik ve eşitlik bakımından sorunlar azalmadı çoğaldı. Okul yöneticileri atanırken liyakat ve uzmanlık bir kenara bırakılarak siyasi ve ideolojik eğilim esas alındı. Siyasi iktidar tarafından maddi olarak desteklenen dini vakıflar yurtların, kursların yanı sıra “değerler eğitimi” adı altında doğrudan eğitim sürecine dahil edildi. Özellikle yoksul ailelerden gelen yoksul çocukların okuduğu dezavantajlı okullarda dini eğitim ve geleneksel değerler öne çıkartıldı. Kartal İmam-Hatip imtiyazlı bir okul. Çocuklar ve aileleri imam-hatip okullarına gitmek istemiyor, adeta mecbur ediliyor. Gitmeye zorlanıyorlar. Görüldüğü gibi burada sorun okullarda din eğitimi olup olmaması değil. Siyasi iktidarın eğitim sistemini kendi çıkarına uygun bir muhafazakâr dünya görüşü içine hapsetmeye çalışması. Nitekim tutmadığı her gün biraz daha çok görülse de “kalbi eğitim”, “dindar kuşak” yetiştirme projesinde ısrar ediliyor.

“İki taraftan çekiştirilen bireyler, aile ve topluluklar sürekli bir gerilim içinde”

Örnek çok. AKP iktidarı yakın zamana kadar gençlere kendini dünyanın fatihi gibi görme, fatih olma fikri telkin ediyordu. Oysa gençler dünyaya açılmak istiyor. Başka ülkelere gitmek, başka kültürleri tanımak istiyor. İktidar partisi psikolojik sorunların çözümünde dini otoritelerin rolünün artırılmasından yana. Ama dini inanca sahip olanlar dahi bu tür sorunlar karşısında onların rehberliğine fazla itibar etmiyor. Bilimsel otoritelere başvuruyor. Geçmişte olduğu gibi çok çocuk yapma çağrısı hiç karşılık bulmadı, tersine doğurganlık azaldı. AKP döneminin zenginleri giderek artan ölçüde gösterişçi tüketime yöneliyor ama dar gelirlilere sabır, tefekkür, kanaatkârlık öneriliyor. Günümüzde dinlenme, eğlenme, parası olan için seyahatiyle alabildiğine çekici hale gelen bir kültür, eğlence sektörü var. Çoğu kimse, yine özellikle gençler bunlara yakın ilgi duyuyor. Gelenekçi, kapalı toplulukların sönük, rutin, sıkıcı yaşamından uzaklaşmak istiyor. Ama AKP buna sıcak bakmamak bir yana örneğin sanatçıları baskı altına almaya çalışıyor. Yaygın toplum kesimleri bu ikilemler arasında sıkışmış durumda. İki taraftan çekiştirilen bireyler, aileler, topluluklar sürekli bir gerilim içinde yaşıyor.

“Değişen toplumu geleneksel kabuğun içinde tutma peşinde siyaset, mahalle ve  cemaat baskısı…”

- Buradan şu önemli sonucu çıkartıyoruz. AKP iktidarı psikolojik ve sosyal sorunları kendi dünya görüşü ve değerlerinin sınırları içinde kalarak çözmeye çalışıyor ama başaramıyor. Modern bir toplumda sorunları baskı ile değil özgürlükçü bir anlayışla çözmek gerekir.

Evet, sorun esas itibarıyla bu diye düşünüyorum; modernleşmenin getirdiği sosyal ve kültürel değişim süreçlerini geleneğin tanımladığı, koyduğu sınırlar içinde tutmaya çalışmak. Sorunların geçmişten gelen bir zihniyet, değerler, kurumlar aracılığıyla çözüleceğine inanıyor. Yani toplum hızla değişirken, toplumu geleneksel zihniyetin ve değerlerin oluşturduğu bir kabuk içinde tutma yönünde bir çaba. Denetimi altında tutabildiği her yerde, okullarda, mahallelerde, resmi kurumlarda bireyleri, aileleri, toplulukları bu kabuk içinde şekillendirmeye çalışıyor. Yerine ve duruma göre tarikat, cami cemaati, köy mahalle, dini okul, vakıf vesaireden yararlanarak. Parti ve iktidar aracılığıyla bu kurumlar güçlendiriliyor. Amaç bireylerin, yeni kuşakların AKP iktidarının çizdiği sınırlar içerisinde kalmalarını sağlamak.

Bu yaklaşımdan memnun olan bir kitle var ama memnun olmayan, önemli bir bölümü genç bir kitle de var.... Siyasi iktidarın toplumu ve gençleri, bazen havuç bazen sopayla geleneksel bir kabuğun içinde tutma çabası ancak siyasi baskı, mahalle baskısı, cemaat baskısı sayesinde mümkün olabiliyor. Ama bunlar yeni kuşakların özerklik ve özgürlük arayışına ters. Yani kendi iradesine, kendi anlayışına göre yaşama isteği. Doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü kendi düşündükleri şekilde ayırt etme arzusu. Kimse kimseye bağımlı olmak istemiyor. Özellikle genç kuşaklar kendilerini en iyi şekilde ve özgürce ifade etmek, yeteneklerini en üst düzeyde gerçekleştirme arayışı içinde. Kendisi için, toplum, doğa için yaşama.

Siyasi ve toplumsal baskı ruhsal ve toplumsal sorunları azaltmıyor, artırıyor. Modern toplumlarda psikolojik ve sosyal sorunlarla baş etmenin yolu özgürlükleri kısıtlama ve bireyler üzerindeki baskıyı arttırma değil; tersine özgür bireylerin öz denetimlerini geliştirmeleri.

“Çoğunluğun gözünde bu düzen manevi bir düzen değil…”

- Bu tabloya bakarak maneviyat, manevi kalkınma değil Altılı Masa’nın ortak açıklamasında belirtilen “psikolojik ve toplumsal çöküntü”nün bugünkü Türkiye’yi daha iyi anlattığını söylemiş oluyorsunuz.

Bir yanda camiler yapılmakta, dini okullar açılmakta, tarikatlar ve cemaatler desteklenmekte, Diyanet İşleri’ne büyük kaynaklar tahsis edilmekte. Maneviyat, iktidar partisinin kolları gibi faaliyet gösteren dini kurumlar ve örgütlenmelerle bir tutulmakta. Oysa geçen 20 yılda  çoğu vatandaş gözünde AKP algısı rant, usulsüz ihaleler, haksız kazanç, türedi zenginlerle özdeşleşti. Böyle düşünenler arasında bir kısım AKP seçmeni, AKP’yi desteklemeye devam eden yazarlar da bulunmakta. Sisteme yön veren davranışlar adam kayırma, adamını bulma, siyaset aracılığıyla zengin olma, kamu varlıklarına el koyma haline geldi. Dolayısıyla çoğunluğun gözünde bu düzen manevi bir düzen değil... Tersine açgözlülüğün, para hırsının, şatafatın, gösterişin hakim olduğu  acımasız, haksız, kuralsız maddiyatçı bir düzen. Konuştuğumuz gibi Türkiye’de yaşayanların büyüyen bir kesimi kendisini mutsuz hissediyor. Başka ülkelerde yaşamayı arzuluyor.

İddia edildiği gibi maneviyat ve toplumsal dayanışma güçlenmedi, zayıfladı. Ulusal ve uluslararası istatistiklere bakarak dahi AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin değil manevi kalkınma, bir toplumsal ve psikolojik çöküntü içine sürüklendiğini görmek mümkün.

Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan

Pandemi sonrası dünya | Prof. Sencer Ayata: Ufukta, gücünü bilimden alan uzman otoritesinin, siyasi otoritenin önüne geçeceği yeni bir aydınlanma görünüyor

Yoksulluk ve Eşitsizlik | Prof. Sencer Ayata: Sokak hareketlerinin ortak noktası eşitsizlik; kaynama noktası ise yoksulluk, dışlanma, ayrımcılık, ötekileştirme

Gençlik 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: Z kuşağı türdeş mi, ‘medya tekeli’ nasıl kırılıyor, Y kuşağından sonra Z kuşağı da AKP’den uzaklaşıyor mu?

Gençlik 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Genç kesimde modernlik ve laiklik, dindarlık ve muhafazakârlığın önüne geçti; muhafazakâr alanda İslamcılık gerilerken milliyetçilik öne çıkıyor

İttifaklar 1. parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor: ‘Yeni anayasa’ manevrası ne sonuçlar üretebilir; partilerin ittifaklar içindeki durumları ne, CHP otoriterleşmeye karşı neden kritik bir önem taşıyor?

İttifaklar 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Oy kaybı yaşayan MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden esnek davranabilir; CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında geleceği temsil eden ve hızlı büyüyen nüfus öne çıkıyor

Kutuplaşma 1. parça |Prof. Sencer Ayata: Muhafazakâr mahalle ile mahallenin çocukları arasında giderek belirginleşen bir fay hattı oluşuyor

Kutuplaşma 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Başkanlık anayasası iktidara dışlayıcı otoriterlik, muhalefete çoğulculuk, Türkiye'ye ise sertleşen kutuplaşma getirdi

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 1. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor: Almanya seçimleri yeni bir sol dalgayı mı haber veriyor?

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 2. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata: 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar Latin Amerika’da solu, Türkiye’de ise AKP’yi iktidara taşıdı!

Dünyada ve Türkiye'de sosyal demokrasi 3. parça | Prof. Dr. Sencer Ayata anlatıyor; CHP sosyal demokrat mı, sorunları ve imkânları ne, gündeminde ne olmalı?

Yolsuzluk ve yozlaşma 1.parça | Prof. Sencer Ayata anlatıyor; Türkiye, Yolsuzluk Endeksi’nde AKP döneminde nasıl 54. sıradan 96. sıraya geriledi; yozlaşmanın yöntemleri ve yaygın olduğu alanlar neler?

Yolsuzluk ve yozlaşma 2. parça | Prof. Ayata: Türkiye'de ahbap-çavuş kapitalizmi işliyor; kayırmacı gelir ve servet transferleri, sosyal yardımlara ayrılan kaynakları geçti!

Manevi çöküntü 1. Parça | Prof. Sencer Ayata: AKP iktidarı ‘ahlaki üstünlük ve manevi kalkınma’ adı altında dokunulmazlık zırhı oluşturdu; kendilerinde her istediklerini yapma icazeti buluyorlar!