ODTÜ’de uzun yıllar akademik çalışmalarının yanı sıra üst düzey idari görevlerde bulunan, Harvard Üniversitesi ve WZB Berlin Sosyal Bilimler Merkezi’nde misafir akademisyen, Oxford’da akademi üyesi olarak bulunan, geçtiğimiz dönemde parlamentoya giren ve CHP yönetiminde görev üstlenen Türkiye’nin önde gelen sosyologlarından Prof. Dr. Sencer Ayata ile, “Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan” başlıklı söyleşi serimizin, “sosyal sınıflar” temalı 9. bölümünün ilk parçasında sınıflar ve oy verme davranışları üzerine yoğunlaştık. Söyleşinin ikinci parçasında ise merkeze, “elit” söylemini ve “beyaz yakalıları” alıyoruz.
Türkiye’de 21 senedir AKP iktidarı var. Dünya siyaset tarihine baktığınızda “sandıklı” sistemlerde bu derecede uzun süren iktidarların kabuk değiştirdiğini görmek mümkün. Uzun yıllar başbakanlık yaptıktan sonra şimdi cumhurbaşkanlığında 3. döneme talip olan Tayyip Erdoğan’sız bir AKP düşünmek çok zor. AKP siyaset makinesinin en önemli dişlilerinden biri yıllar boyunca Erdoğan’ın söylemleri oldu. Bu söylemler sertleştikçe, Türkiye'deki kutuplaşma da küresel kuzeyde görülmesi zor seviyelere ulaştı. 14 Mayıs’ta sonuç ne olursa olsun, Erdoğan hakkında hatırlayacağımız şeylerden biri de “elit” dediği kitleye karşı açtığı savaş.
Peki kim bu elitler? Prof. Dr. Sencer Ayata, şöyle anlatıyor:
“Elit dedikleri zaman kastettikleri büyük ölçüde laik, cumhuriyetçi ve genellikle sol kesim. AKP muhalefette iken kastettikleri esas olarak yargı mensupları, askerler, bürokratlardı. İslamcı yazarlar ve AKP sözcülerine göre Türkiye’de elitler, ‘kökü dışarıda’, ‘düşmanların piyonu’, ‘Batı taklitçisi’, ‘haksız servet edinmiş’, ‘tuzu kuru’ kimseler. ‘Varlıklı, imtiyazlı ve rahat bir hayat sürdükleri için halkı bilmezler.’ Halkı küçümserler, sorunlarıyla, sıkıntılarıyla ilgilenmezler. Dini ve milli değerlere saygıları da pek yoktur. Darbecileri korurlar, teröristlere sahip çıkarlar. Türkiye’nin güçlenmesinden korkan Batı dünyasının uşaklığını yaparlar. Gerçek milletin dışında, vesayetçi, gayrı-milli unsurlardır bunlar.”
Bu söyleme bir karşı tez sunan Prof. Dr. Ayata, “Ne var ki siyaset bilimcilerin kullandığı elit tanımı esas alındığında, yani toplumsal yaşamımızı biçimlendiren kararları kimler alıyor ve kimler uyguluyor diye sorulduğunda, cevap son derece açıktır. AKP elitlerin partisidir” diyor.
AKP’nin muhalefeti “elit”, kendisini ise “halk” olarak nitelendirme çabasını değerlendirirken iktidar partisinin Meclis grubunun büyük bölümünün yükseköğrenim mezunu olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Ayata, toplumun ciddi bir bölümünü oluşturan işçiler, köylüler, ev kadınları, işsizler, esnaf ve sanatkârların AKP Meclis grubunda çok düşük oranda temsil edildiğini ifade etti.
Prof. Dr. Ayata, “AKP sosyal sınıf profili itibarıyla toplumun en üst kesimlerine yakın ve öncelikle onların çıkarlarını temsil eden bir parti. Dolaylı da olsa bunun iyi bir kanıtı da var. AKP iktidarı döneminde emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde kırklardan yüzde 23’e kadar düştü” dedi.
Prof. Dr. Ayata, söyleşimizin ilk bölümünde partilerin oy alamadığı kesimlere odaklanması yerine, oy aldığı kesimlerdeki payını artırmasının önemini vurgulamıştı. Prof. Dr. Ayata, bu doğrultuda yıllar boyunca milletvekilliğini ve Genel Başkan Yardımcılığı’nı yaptığı CHP’nin beyaz yakalıların üzerine düşmesi gerektiği görüşünü dile getirdi. “CHP’nin zaten yakın olduğu, Türkiye’nin büyüyen ve yüzü geleceğe dönük olan kesimlerini esas alarak hareket etmesi kanımca çok önemli” diyen Prof. Dr. Ayata, “Hiçbir siyasi hareket, arkasına taşıyıcı bir sınıfı almadan bir büyük siyasi ve toplumsal güç haline gelemez” değerlendirmesinde bulundu.
Prof. Dr. Ayata’ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
- Türkiye’de iktidar çevreleri AKP’nin tüm Türkiye coğrafyasını temsil eden bir parti olduğunu, buna karşılık CHP’nin kıyılara sıkışmış, ne büyüyen ne küçülen bir parti olduğunu iddia ediyor. Bir adım ötesinde kıyılarda yaşayanları da bir ‘imtiyazlı azınlık’ olarak nitelendiriyor. Bu kesimin ağırlıkla sizin önemine işaret ettiğiniz beyaz yakalılar olduğunu görüyoruz. Nasıl değerlendirmeli bu iddiayı?
Siyasi iktidar, başından beri, özellikle CHP’ye oy veren seçmenlere ilişkin olarak bir olumsuz algı yaratmaya çalıştı. “Kıyıların partisi”, “elitlerin partisi”, “tuzu kuruların partisi”, “zenginlerin partisi…” Söz konusu ‘tuzu kurular’ kimler? Bunlar gerçekten “kumsala sıkışmış” bir avuç zengin ve güçlü insan mı? CHP’ye daha yüksek oranda oy veren bu kesime baktığımız zaman şu özellikleri görüyoruz: Eğitimi düzeyi görece yüksek, vasıflı, ağırlıkla beyaz yakalı, üst ve alt değil orta gelir grubunda toplanan kişiler. Evet daha çok kıyılarda yaşıyorlar ama Ankara dahil edildiğinde Türkiye nüfusunun üçte ikisi zaten bu kıyılarda yaşıyor. Gelişmiş ülkelerde nüfusun en büyük büyük dilimini de artık bu kesim oluşturuyor. Büyük kısmı ücretli-maaşlı olarak çalışıyor. Kendi hesabına çalışan profesyoneller de var aralarında. Ama bu beyaz yakalı ya da vasıflı kesim girişimci orta sınıftan farklı. Konumlarını sermaye değil uzmanlığa, eğitime borçlular. Türkiye’de kendi hesabına çalışan çiftçi ve esnaf seçmenin neredeyse toplamına yakın kadar beyaz yakalı seçmen var. Türkiye sanayileştikçe, ama esas önemli olan bilgi ekonomisine geçiş hızlandıkça en hızlı büyüyen kesim bu. Tabii bunlar blok halinde CHP’ye ya da İyi Parti’ye oy veriyorlar demek istemiyorum. İktidar döneminde AKP’ye oy veren beyaz yakalıların sayıları da çok arttı.
- AKP uzun yıllar ve hatta günümüzde toplumu elitler ve halk olarak ikiye böldü. Merkezde elitler ve çevrede halk olarak. Elitlerin karşısında halktan yana olduklarını, hatta halkın ta kendisi olduklarını söylediler. AKP iktidarı, merkezi ele geçirdi ama hâlâ ‘halk’ mı?
Önce şunu söyleyeyim, bugün elit dedikleri kimselere bakın. Bu kimselere bir, bilemediniz iki kuşak ötesini sorun. Çoğu köy ya da kasaba ismi verecektir.
AKP’ye gelince… Evet meşruiyetini elit karşıtlığı üzerine kurmaya çalışan bir siyasi parti. Elit dedikleri zaman kastettikleri büyük ölçüde laik, cumhuriyetçi ve genellikle sol kesim. AKP muhalefette iken kastettikleri yargı mensupları, askerler, bürokratlardı. İslamcı yazarlar ve AKP sözcülerine göre Türkiye’de elitler, ‘kökü dışarıda’, ‘düşmanların piyonu’, ‘Batı taklitçisi’, ‘haksız servet edinmiş’, ‘tuzu kuru’ kimseler. ‘Varlıklı, imtiyazlı ve rahat bir hayat sürdükleri için halkı bilmezler.’ ‘Halkı küçümserler, sorunlarıyla, sıkıntılarıyla ilgilenmezler. Dini ve milli değerlere saygıları da pek yoktur. Darbecileri korurlar, teröristlere sahip çıkarlar. Türkiye’nin güçlenmesinden korkan Batı dünyasının uşaklığını yaparlar. Gerçek milletin dışında, vesayetçi, gayrı-milli unsurlardır bunlar.’
Kendileri ise, "temiz ve dürüst, halkın tek ve doğru" temsilcileri. AKP toplumdaki hoşnutsuzları, hayal kırıklıklarını, tepkileri elit dediklerine yönelterek yükseldi. Örneğin uzun süre dillerinden düşürmedikleri “Ce-ha-pe” ve vesayet rejimi söylemi gibi. Evet kendilerini milletle, halkla özdeşleştiriyorlar ama artık seçmenlerin çoğunluğu değil yalnızca AKP, Cumhur İttifakı’na bile muhalif hale geldi. Şimdi bunlar çoğunluk haline geldikten sonra bile, iktidara muhalifler diye "saf ve temiz millettin" dışına mı çıktılar? Ya da saf ve temiz millet sırf iktidara oy veriyor diye artık çoğunluğu bile oluşturmayanlar mı? Tabii hiçbiri değil.
Bu sorular aslında tuzu kurular ya da elit söyleminin savunulabilir olmaktan çıktığını gösteriyor. Ama daha da önemli bir soru var. Elitler dedikleri kimseler, kesimler 20 yıldır iktidarda bile değil, muhalefette. Devlet kadrolarından önemli ölçüde uzaklaştırıldılar. Devlette güçlü olan, iktidar gücünü, devlet gücünü elinde tutan ise AKP kadroları, yandaşları. Parlamentodan yargıya, Merkez Bankası’ndan özerk kurumlara artık onlar hakimler. Geçmişte deniyordu ki, devlet toplumun devleti değil. Şimdi AKP sözcüleri devlet-toplum kaynaşması diyor. Yani kendi kadroları devlete hakim olunca devlet toplumun devleti olmuş. Diğer bir deyişle AKP de devletin partisi. Peki bu durumda AKP ne oluyor? Mağdur halk mı?
- O halde elitler kimler, halk kim, AKP bu denklemin neresinde?
Elitler denince genellikle toplumsal yaşamımızı biçimlendiren, siyasi kararlar alanlar, uygulayanlar, yani yönetenler anlaşılır. Siyasi iktidarı elinde tutanlar, paylaşanlar ve etkileyenler. Meclis’i, yürütmeyi, yargıyı, bürokrasiyi, üniversiteleri denetim altında tutanlar. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde siyasi güç çoğuldur ve farklı odaklar arasında paylaşılır. Ne var ki otoriter rejimlerde ve Türkiye’de güç tek odakta, tek makamda ya da bir iktidar sınıfında toplanmış durumda. Böyle bir durumda partide ve devlette siyasi gücü tek başına elinde tutan bir parti kadroları için ‘siyasi elitler’ dememek mümkün mü?
Birçok kimsenin gözünde AKP en iyileri, liyakati yok etmek isteyen, liyakati çiğneyen, iyi yetişmiş insanları yurt dışına kaçıran bir siyasi parti. Elitler böyle tanımlanınca, AKP de haliyle elit parti olarak görülmüyor. Ne var ki siyaset bilimcilerin kullandığı elit tanımı esas alındığında, yani toplumsal yaşamımızı biçimlendiren kararları kimler alıyor ve kimler uyguluyor diye sorulduğunda, cevap son derece açıktır. AKP, elitlerin partisidir.
“Toplumun üçte ikisi AKP Meclis grubunda temsil edilmiyor”
- AKP kadrolarının güçlü oldukları, yönettikleri ve denetimi ellerinde tuttuklarını biliyoruz. Ama bunu daha somut ifade edebilir miyiz?
AKP yöneticilerinin halk çocukları olma iddiasına bir şey diyemeyiz. Ama bu iddia diğer partiler için de büyük ölçüde geçerli. Burada esas tartışılması gereken AKP’nin halkın kendisi olduğu, halkın yegâne temsilcisi olduğuna ilişkin iddiaları.
Bu iddianın ne ölçüde doğru olduğunu anlamak için AKP’nin Meclis grubuna bakalım. AKP milletvekillerinin neredeyse tümü yüksekokul mezunlarından oluşmakta. İşçiler, köylüler, ev kadınları, işsizler, esnaf ve zanaatkârlar AKP’nin parlamento grubunda neredeyse hemen hiç temsil edilmemekte. Burada neden söz ediyoruz? Toplumun neredeyse üçte ikisinden. Kaldı ki AKP vekilleri arasında ‘kentli orta alt sınıf’ diye adlandırdığımız sekreter, küçük memur, satış elemanı, polis, öğretmen gibi grupların temsilcileri de birkaç kişi ile sınırlı. Yani halk, millet dedikleri kimseler birkaç istisna dışında AKP parlamento grubunda temsil edilmiyor. “AKP’deki zengin iş insanı oranı diğer partilerden daha fazla”Peki kimler var? Çoğunluk işverenlerden, profesyonellerden ve bürokratlardan oluşuyor. Üstelik AKP milletvekilleri arasında zengin iş insanı oranı diğer partilere kıyasla daha fazla. AKP’nin Meclis’te doğrudan temsil ettiği gruplar orta-üst ve üst gelir grupları. Kısacası AKP sosyal sınıf profili itibarıyla toplumun en üst kesimlerine yakın ve öncelikle onların çıkarlarını temsil eden bir parti. Dolaylı da olsa bunun iyi bir kanıtı da var. AKP iktidarı döneminde emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde kırklardan yüzde 23’e kadar düştü.
- Siyaset biliminde elitlere ilişkin olarak demokratik, baskıcı, teknokratik, yoz, devrimci, teokratik elitler gibi ayırımlar yapılıyor. AKP elitleri için ne söyleyeceksiniz?
Bir kere son 10 yılda AKP elitlerinin otoriter ve baskıcı niteliği öne çıkmış durumda. İçeride muhalefet, dışarıda özgürlükçü demokrasiyi savunanlar her gün aynı şeyleri yazıyor. En kısa şekilde şöyle ifade edelim. Denge denetleme mekanizmalarının tasfiyesi, hukuk düzeninin sarsılması, kurumların işlemez hale gelmesi, demokratik hakların ihlalleri vesaire. İfade, toplantı ve örgütlenme üzerindeki baskılar... Evet seçimler yapılıyor ama eşit, adil ve özgür koşullarda değil. İkincisi, sistemin işleyişinin ahbap çavuş kapitalizmine dönüşmesi. Kamu imkânlarının ve kaynaklarının partiye yakın zengin bir sınıf yaratmak amacıyla kullanılması. Medyada her gün örnekleri gösteriliyor. Aynı zamanda partinin siyasi kadroları ve bürokratlar arasında bir kesimin, iş takibi, ihale, kota, dolaylı ortaklıklar vasıtasıyla bu yeni zengin sınıfın bir parçası haline geldiği de sürekli yazılıyor çiziliyor. Aslında otoriterleşme ve zenginleşme birbirinden kopuk değil birbirini tamamlayan süreçler. Tabii buna kayırmacılığı, torpili de eklememiz gerekir.
Üçüncüsü, güç, makam ve para sahibi olmanın bir yansıması olarak giderek yaygınlaşan, "gösterişçi tüketim". Bu AKP’ye yakın zengin kesimin davranış kalıbı haline geldi. Sosyal statü ve güç gösterisi olarak yapılan aşırı lüks harcamalar. Siyasette itibar harcamaları olarak da geçiyor. Gösterişçi tüketim, bir grup dini muhafazakâr yazar ve eski AKP’li politikacı tarafından da eleştiriliyor. AKP elitlerinin halkın sorunlarından ve gündelik yaşamından uzaklaşmasının kanıtı olarak gösteriliyor. Açıkça görüldüğü gibi AKP güçsüz değil güçlü, mağdur değil mağrur, yoksul değil zengin bir elit partisine dönüşmüş durumda.
Halktan kopmanın en iyi göstergelerinden birisi baskıcı ve kısıtlayıcı emek politikaları. Mevcut iktidar döneminde çalışanların örgütlenme hakları ellerinden alındı. Sendika üyeliği yasal düzenlemelerle zorlaştırıldı, işçilerin eylem hakları kısıtlandı. Kayıt dışılık önlenemedi. Türkiye, can kaybı yaşanan iş kazaları sıralamasında dünyada ilk sıralarda yer alan ülkelerden birisi oldu.
Ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka nokta daha var. "Büyük Osmanlı" ütopyası çerçevesinde geliştirilen imparatorluk nostaljisi, özentisi. İhtişam, büyüklük, âleme nizam verme iddiası. Özenti büyük ziyafetlere, göz boyayıcı törenlere, tantanalı seyahatlere yansıyor. Yakın geçmişte ise tüm komşu ülkelerle husumete yol açan dış politika kararlarına.
- Beyaz yakalılar konusuna dönelim. Bir anlamda sosyolojik bir bilgi sorusu olacak. “Çoğalıyorlar, gelişmiş toplumlarda çalışan nüfusun en büyük dilimini oluşturuyorlar” dediniz. Neden böyle oluyor? Daha da somut olarak kimleri, hangi meslek gruplarını düşünmeliyiz?
“Yeni orta sınıf” da deniyor. Ama girişimci orta sınıf gibi sermaye sahiplerinden söz etmiyoruz. Eski orta sınıf da denilen esnaf, çiftçi, zanaatkârlardan da. Bu sınıfın gelir ve statü durumuna göre alt, orta ve üst kesimler arasında kuşkusuz önemli farklılıklar var. Ama ortak özellikleri, söylediğimiz gibi eğitim, uzmanlık. Küçük kesimi kendi hesabına, büyük kesimi ücret karşılığı çalışıyor da demiştim. Sekreterler, öğretmenler, hemşireler, teknisyenler vesaire. Bunlar kol emekçilerine yakın. Diğer uçta ise üst düzey yöneticiler, yüksek bürokratlar var. Özel sektörde üst düzey yöneticiler birçok sermaye sahibinden daha yüksek gelir elde edebiliyorlar. Nihayet bir kısmı kendi hesabına çalışan çok sayıda yeni orta sınıf profesyoneller var, eczacı, muhasebeci, doktor, avukat...
Gelişmiş ülkelerde beyaz yakalıların oranı yüzde 50’lere ulaşmış durumda. Tekrar vurgulayalım; sanayi toplumu ilerledikçe, ama özellikle bilgi ekonomisine geçiş hızlandıkça en çok bu kesim büyüyor. Maliye, güvenlik, yargı, eğitim, sağlık, kültür vb. gibi faaliyetlerde büyük sayılarda beyaz yakalı istihdam ediliyor. Ve asıl önemlisi yeni teknolojilerle birlikte ortaya çıkan ve çoğalanlar. Araştırmacılar, yazılımcılar, tasarımcılar, yapay zekâ ve robotik mühendisleri, drone pilotları, blockchain, insan kaynakları, sentetik biyoloji uzmanları, niceleri... Açıkçası izlemekte ve bazılarının ne yaptığını tam olarak anlamakta bile zorlanıyorum.
- Türkiye’ye gelecek olursak, bu konuya ilişkin ne gibi özelliklerin, hangi gelişmelerin önemli, dikkate alınmaya değer olduğunu söylersiniz?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eğitimde ve meslek yapısında meydana gelen değişimler demokrasinin seçmen tabanını genişletici ve güçlendirici yönde ilerlemekte. Türkiye’de beyaz yakalıların, vasıflı işgücünün, genel olarak yeni orta sınıfın, üniversite öğrencilerinin iki özelliği hemen dikkat çekiyor. Aralarında gençlerin ve kadınların daha yüksek oranda yer tutması. Öğrenciler ve beyaz yakalılar arasında bilime, açık fikirliliğe, laikliğe, eleştirel düşünceye, dünyaya açık olmaya daha çok önem verilmesi. Ve hepsinden önce, hepsinin üstünde özgürlüğe önem verilmesi. Siyasi baskıya, mahalle baskısına, her tür buyrukçu otoriteye karşı. Yeni ve modern alışkanlıklar öncelikle bu kesimler tarafından benimseniyor. İnternet kullanma, sanat ve kültür etkinliklerine katılma (sinema, tiyatro, festival, müze, resim galerisi vb.), kitap okuma, seyahat, çevre duyarlılığı gibi. İnterneti kullanma yoğunluğu en yüksek, sosyal medyada en aktif olan kesim. Görüldüğü gibi bu kesim toplumda kültürel değişimin, modanın, yaratıcılığın, yeniliğin ve modernleşmenin lokomotifi rolü oynamakta. Ne var ki AKP’nin oluşturduğu bugünkü siyasi ve toplumsal ortam yetenekli kimseleri değil besleyen, yurt dışına kaçıran bir ortamın oluşmasına yol açtı. Her yazan çizen artık Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlikenin bu olduğunu söylüyor. Yani vasıflı işgücünün yurt dışına kaçması.
Bir konunun daha altını çizelim. Beyaz yakalılar toplumsal cinsiyet eşitliği değerlerini en yüksek düzeyde benimseyen ve savunan kesim. Zaten kadınların çalışma hayatına, kamusal etkinliklere ve siyasete katılımı en yüksek düzeyde bu kesimde gerçekleşmekte.
- Beyaz yakalıları demokratik değerleri benimseme, demokrasinin korunması için mücadele etme, siyasete katılma bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Beyaz yakalılar ve öğrenciler demokrasi, adalet, insan hakları gibi temel değerlere daha fazla sahip çıkmaya başladılar. Ama tekrar söyleyeyim, en önemli duyarlılıkları özgürlük konusunda. Bazı kesimler örgütlenmiş, sendikalaşmış durumda. Geçmişte Adalet Yürüyüşü, anayasa değişikliğine karşı geliştirilen “hayır” kampanyası, Gezi hareketi, daha önceki cumhuriyet mitingleri gibi kitlesel muhalefet hareketlerinin de gövdesini ve geniş tabanını beyaz yakalılar oluşturmuştu. Tabii Gezi'ye farklı sınıflar da katıldı. Örneğin Gezi'de Alevilerin yüksek düzeyde katılımı vardı.
Beyaz yakalılar aynı zamanda sivil toplum kuruluş ve faaliyetlerine en yüksek düzeyde katılan kesim. Ama türdeş bir gruptan bahsetmediğimizi, özellikle muhafazakâr eğilimli beyaz yakalılarının, profesyonellerin son 20 yılda sayıca çoğaldığını tekrar hatırlatalım.
- Muhafazakâr eğilimli beyaz yakalılar, hatta kamu görevlisi olanlar dahil, sürekli vitrinde siyasetin içindeler. Meslek kuruluşları var, yardım kuruluşları var, kadın dernekleri var ama sizin sözünü ettiğiniz kesimi daha az görüyoruz. Siyasete uzak mı duruyorlar?
Bir kere şunu söyleyebiliriz. Bu kesimden modern sivil toplum kuruluşlarına çok yüksek bir katılım var. Sivil toplum olarak sadece meslek örgütlenmelerini dikkate alırsak daha farklı bir tablo ortaya çıkabilir. Yine de son dönemde sendika üyeliği azaldı, bireylerin sendikayla ilişkisi zayıfladı. Dikkat edin, kamuoyunda en çok sesi çıkan sendikalar beyaz yakalı kesimin çoğunluğu oluşturduğu eğitim sendikaları. Aynı şekilde barolar, TTB, TMMOB... Ama bunların dışında çok büyük bir örgütlenme alanı daha var; vakıflar, dernekler, platformlar, internet grupları, en genel anlamda ilişki ağları. Çoğunda esnek örgütlenme anlayışı hakim. Yüksek kol işçileri, teknisyenler dahil vasıflı kesimin siyasetle ilişkisi son 30-40 yılda çok farklılaştı. Bunu daha iyi görmek için yine aynı dönemde hem dünyada hem Türkiye’de meydana gelen değişimlere daha yakından bakmamız gerekebilir. Aslında burada Türkiye’nin geleceğini derinden etkileyecek büyük bir siyasi kapasitenin, büyük bir potansiyel gücün olduğunu söyleyebilirim. Yeni katılım biçimleri diyelim... Bunlar farklı özellikler gösteriyor. Kanımca bu potansiyel, Türkiye’de siyasi partiler tarafından yeterince değerlendirilmiyor. Gönüllüler deyip geçiliyor genellikle. Birkaç yıl önceki bir yazımda yeni katılım biçimleri için CHP’nin görünmeyen gücü diye bir ifade kullanmıştım.
- Yeni katılım biçimlerinden söz ediyorsunuz. Eskilerden kastınız ne?
Çok partili yaşamdan günümüze kampanyalarda kullanılan yöntemleri, türleri var. Konvansiyonel yöntemler diyelim. En başta gelenler ziyaret, araç dolaştırma, konvoy, miting, stant kurma, bayrak asma, afişleme, konser vesaire. Günümüzde, orta üst kesim yerleşim birimlerinde, ziyaretlerin, anons yapan araçların, konvoyun pek karşılığı kalmadı. Stant, araç, miting görünürlük sağlama bakımından çok önemli. Oy getirmez demek doğru değil. Burada amaç hiç ortada yoklar dedirtmemek. Esnaf ziyaretleri de önemli. Kanımca kolay kolay oy getirmez ama yine gördük, görüldük demeye yarar. Çarşı pazar, dolaşan kişiye bağlı olarak TV’de ve sosyal medyada görünmeye de yarıyor. Ama çarşı ve esnaf ziyaretlerini zaten konuştuk. Uzun ev ziyaretleri ayarlanabilse ve ikna edebilecek kimseler gidebilse bu yöntem gerçekten oy kazandırabilir. Özellikle hedeflenen yani oyunu sizin partiniz lehine değiştirmeye soğuk bakmayan aileleri ziyaret etme. Her sokağın en çok yüzde 10’u, 15’i. Geçmişte AKP’nin bu yanı daha güçlüydü. O nedenle sıkça tekrarlanan “her eve gidilecek” sözü daha çok posta kutusuna broşür bırakma olarak anlaşılmalı. Ve bunu partili kadınlar mükemmel bir şekilde yaparlar. Kampanya döneminde vekiller ve parti yöneticilerinin zamanı çok sınırlıdır. Ancak sınırlı ziyaretler yapabilirler. Kaldı ki bunlar büyük ölçüde selam verme, bilemediniz el sıkıp, iki laf etmedir.
Nihayet mitingler. Düzenlenmesi günler sürer, yerel örgütler hatta yurt çapında parti örgütleri katılımı artırmak için günlerce çalışır. Yalnız o arada diğer kampanya etkinlikleri büyük ölçüde askıya alınır. Tabii mitinge katılan, çoğu ağırlıkla taraftar olanların morali, motivasyonu yükselir, umutları artar. Bu siyasal bir güçtür, etrafa yayılır. Ve özellikle yine TV vasıtasıyla tüm ülkeye güç gösterisi mesajı verilmiş olur. Ama miting kalabalığı partinin oyları hakkında pek de fikir vermez. Nüfusu 1,5 milyon olan bir ilde dörtte üçü dışarıdan getirilmiş 100 binlik bir miting o ilden katılımın yüzde 4, yüzde 5 olduğunu gösterir. Onların çoğunluğu da zaten partililerdir.
Tabii eskiden beri yazılı ve sonra da görsel medya, duyurmada, tanıtımda, partilerin görüşlerini ve politikalarını savunmada önemli rol oynuyor. İlanlar, panolar vesaire. Bu alan malum profesyonelleşti. İletişimciler, reklamcılar, senaristler, film yapımcıları ve daha birçok uzmanlar ve şirketler devreye girdi. Bunlar artık sosyal medyaya da odaklanıyorlar.
Tabii kampanyalarda oy kazanma partinin ortaya koyduğu duruşa, tavırlara, fikirlere, projelere, politikalara bağlı Ve bunları taşımada liderlerin, yöneticilerin, örgütlerin, iletişimcilerin rolüne bağlı. Ziyaretlerin, yüz yüze ilişkilerin eskisine göre öneminin azaldığı bir ortamda bu aktörlerin önemi arttı.
Bu ayrıntılardan sonra iki konunun altını çizelim. Yerel düzeyde yeni oy kazanmak için tüm değil önceden belirlenmiş seçmenlerle uzun döneme yayılacak biçimde, sık aralıklarla, yüz yüze, samimi ilişkiler kurmak gerekir. Birbirini iyi tanıyan, birbirine güvenen seçmenler ve partililer arasında arkadaşlık ilişkileri gibi. İlçeler hatta bazı mahalleler çok büyük. Onun için bunu sürekli yapacak olanlar mahalle örgütlenmeleridir. İkincisi, mevcut koşullarda, her tür faaliyetin önemi var ve yerine göre bunların hepsi kullanılmalı. Gerek konvansiyonel gerek yeni teknolojilerden yararlanılarak geliştirilen yöntemler. Çünkü bir yerde, bir sosyal kesimde geçersiz olan yöntemler, bir başka yerde çok gerekli olabilir.
- Hangi bakımdan farklılıklar görülüyor?
Toplumda eğitim ve refah düzeyi yükseldikçe bireyselleşme eğilime de güçleniyor. Buna paralel olarak özel yaşama, kültüre, sanata ve sağlığa verilen önem de artıyor. Yeni yaşam biçimlerinin de sonucu olarak siyasi partilere doğrudan katılma isteğinin düştüğünü görüyoruz. Diğer yandan siyasi partilere güven de azalıyor. Üye olmak, parti kimliğini tam sahiplenmek ve güçlü parti aidiyeti geliştirmek artık eskisi kadar revaçta değil. Ama aynı zamanda çok kimse de önem verdiği konularda sürekli olmaksızın, farklı kimliklerini koruyarak, siyasete katılmak, küçük de olsa katkı vermek istiyor.
Özellikle büyük şehirlerde ve orta ve üst gelir grupları arasında bu eğilimleri açıkça görüyoruz. Partili olmanın getirdiği sorumluluklar, yükümlülükler, beklentiler caydırıcı oluyor. Bu gençler için de geçerli. Resmi, hiyerarşik, itaat isteyen örgüt yapılarından ürküyorlar. Kendini bir siyasi partiye adamış dava, görev, misyon adamı olmaktan çekiniyorlar. Halbuki 1960’lı, 70’li yıllarda çok güçlü bir militanlaşma eğilimi vardı. Şimdi gençler depolitize oldu kanısı oldukça yaygın. Evet, gençler eski gençler değil. Siyaset de eski siyaset değil. Değişen siyaset anlayışları, katılma koşulları ve katılma biçimleri. Tabii burada yoğun siyasi baskılardan söz etmeden siyasi katılım hakkında konuşmak doğru olmaz. Demek istiyorum ki, konuya ve ortama bağlı olarak siyasi faaliyetlere özerk bireyler olarak gönüllü katılma isteği azalmıyor, artıyor. Örneklerini en sık olarak çevre duyarlılığı, kadın hakları, haksız cezaları, şiddeti protesto gibi alanlarda görüyoruz.
- Bu potansiyel güç siyaset üzerinde doğrudan etkili olabiliyor mu? Ortaya çıktığı oldu mu? Ne gibi örnekler var elimizde?
Potansiyelden kastım şu. On binlerce küçük çaplı katılım bir araya gelip, bir sinerji yaratınca ortaya büyük bir örgüt enerjisi çıkıyor. Bir anda kendiliğinden yüzlerce, binlerce ilişki ağı oluşuyor. Bunlar örgütlü sivil toplum kuruluşlarından farklılar. Bence iyi iki örnek var. Birincisi Anayasa referandumuna karşı yürütülen kampanya. İkincisi, yenilenen İstanbul seçimleri. Öncesinde “sandık güvenliği” ile başlayan katılımın buralarda nasıl çeşitlendiğini ve farklı alanlara doğru yayıldığını gördük. Bu tür oluşumlar bazen aynı yerde yaşayan az sayıda katılımcı ile sınırlı kalırken bazıları büyüyüp yüzlerce- hatta binlerce kişiye ulaştı. Başka gruplara ve kentlere yayıldı. Diğer yandan da çok sayıda birey de, hiçbir partiyle, kurumla ve ağla bağlantısı olmadan kendi olanakları ve çabasıyla kampanyaya destek verdi.
Kimileri etkili olacağı düşünülen kısa metinler hazırladı. Kimileri hedef gruplara yönelik görsel ve yazılı materyaller üretti ve paylaştı. Kimileri kişisel bağ kurma amacıyla elle mektuplar yazdı. Kimileri anayasa değişikliklerinin sakıncalarını anlattı. Kimileri farklı konularda bilgilendirme, açıklama, yazılı, sesli görsel propaganda malzemesi geliştirdi. Yüksek eğitimli ve vasıflı kesim daha nitelikli fikir, mesaj, görsel materyal ve de mizah üretebildiği için sosyal medyada daima üstünlük sağlar. Siyasi iktidar parayla bu kapasiteyi yaratamaz. İlaveten, seçmenleri aydınlatma amaçlı online konferanslar, paneller, tartışma toplantıları... Parti örgütlerine, platformlara, derneklere yazılım, hukuk, tasarım, sağlık, iletişim, sanat vb. konularında destekler... Nitekim yenilenen İstanbul Belediye seçimlerinde sosyal medyada paylaşılan mesajların, karikatürlerin, kliplerin önemli bir bölümü bu uzman kişilerin gönüllü katkıları sonucu üretilmişti. Bir günde yüzlercesi dolaşan ve mizah yoluyla iktidarı eleştiren klipleri, görselleri düşünün. Böyle durumlarda siyasi parti kimliği olmayan kişiler çeşitli ortamlara ve değişik çevrelere çok daha rahat girip çıkabiliyor. Hareket içinde farklı kesimleri, farklı çıkarları, farklı siyasi örgütleri ve farklı talepleri daha rahat duyurabiliyor. Ama tekrar altını çizelim tüm bu alanlarda ve faaliyetlerde beyaz yakalılar öne çıkıyor. O nedenle bu kesimi düşünürken sayıdan önce sahip oldukları bu büyük özgül ağırlığı dikkate almak lazım.
- Seçimlere gidiyoruz. Konuştuğumuz konulara ilişkin olarak son ne söylemek istersiniz?
Yarıdan bir fazla oyla tümünün kaybedildiği ya da kazanıldığı bir başkanlık yarışından söz ediyoruz. Bir aday veya parti hiçbir kesimi değil karşısına almak, ihmal edemez, gözden çıkartamaz. Bununla birlikte stratejik hesap yapmak ve stratejik hedefleri belirlemek önemli. Nelerin esas alınacağını, öncelikli ve ağırlıklı olduğunu tespit etmek önemli.
Son bölümde şunu vurgulamaya çalıştım. CHP’nin zaten yakın olduğu, Türkiye’nin büyüyen ve yüzü geleceğe dönük olan kesimlerini harekete geçirmesi çok önemli. Bu kesim şayet iyi motive ve mobilize edilirse kendi başına oy kazanma gücüne sahip. Yönetici, işveren, kanaat önderi olarak çevrelerindeki kimseleri bilgilendirme, etkileme, ikna etme imkânları, kapasiteleri var. Yardımlar, finansal destekler sağlayabilirler. Hiçbir siyasi hareket arkasına taşıyıcı bir sınıfı almadan bir büyük siyasi ve toplumsal güç haline gelemez. Bir noktanın altını çizelim. Örneğin İngiltere’den farklı olarak bu toplum kesimleri, yani eğitimli, beyaz ve vasıflı/örgütlü mavi yakalılar daima bölüşümcü, eşitlikçi politikalardan yana olmuşlardır. Yoksulluğu yenmeye yönelik adil vergilendirme, güçlü sosyal devlet, kapsayıcı eğitim ve sağlık politikalarını savunagelmişlerdir.
Bugün CHP’ye ve muhalefete düşen, sürdürülebilir bir kalkınmayı nasıl sağlayacağını, ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikleri nasıl azaltacağını, sosyal hukuk devletini ve demokrasiyi nasıl inşa edeceğini, eğitim, bilim ve teknolojide hızlı bir sıçramayı nasıl gerçekleştireceğini, depreme karşı önlemler başta çevreyi nasıl koruyacağını en iyi şekilde ortaya koyması ve her vatandaşa kadar ama öncelikle diğerlerini etkileme kapasitesi yüksek olan bu kesimlere aktarmasıdır.
Prof Sencer Ayata ile Türkiye ve Dünya, Toplum ve İnsan İttifaklar 2. parça | Prof. Sencer Ayata: Oy kaybı yaşayan MHP reformlar konusunda düşünüldüğünden esnek davranabilir; CHP ve İyi Parti seçmenleri arasında geleceği temsil eden ve hızlı büyüyen nüfus öne çıkıyor |