Gazeteci Cenk Başlamış, düşürülen Rus uçağının ardından başlayan krizin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 'özür mektubu'yla sona ermesinin ve bugünlerde iki ülke arasında kurulan ittifakların "yanıltıcı" olduğunu iddia etti. Başlamış, son olarak iki ülke arasında imzalanan Türk Akımı Projesi'nden de bahsederek "Ama bu görüntü yanıltıcı. Çünkü Putin’in öfkesinde hiçbir değişiklik olmadı, Rusya lideri SU- 24’ün düşürülmesini hâlâ unutmadı, Türkiye’yi bağışlamadı, büyük olasılıkla bu olayın “intikamı”nı almadan da hiçbir zaman içi soğumayacak" dedi.
Cenk Başlamış'ın Cumhuriyet gazetesinin Olaylar Ve Görüşler bölümünde yer alan 'Kuzey’de bekleyen tehlike' başlıklı yazısı şöyle:
Erdoğan ve Putin, Mabeyn Köşkü’nde dostluk pozları verdi ama o sadece görüntü. Rusların taktiği iki müttefik arasında mümkün olduğu kadar çok çatlak çıkarmaya çalışmak, böylece Amerikan desteği olmayan Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’daki ihtiraslarını dizginlerken ABD’yi mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmak.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i hiç kimse bu kadar öfkeli görmemişti, diplomatik dili bırakmış, “bıçkın delikanlı” edasıyla sokak kavgasındaki gibi ağzına geleni söylüyor, “Bizi sırtımızdan vurdular, Türkiye artık düşmanımız...” diyordu. Tarih 24 Kasım 2015’ti, yani Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle SU-24 tipi Rus savaş uçağını düşürdüğü gün.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Putin, Mabeyn Köşkü’nde fotoğrafçılara “sıkı dostlar” görüntüleri veriyor, gülüyor, şakalaşıyordu. Tarih 10 Ekim 2016’ıydı, yani iki ülkenin Türk Akımı Doğalgaz Projesi’ni imzaladığı gün.
Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılıyla 24 Kasım 2015 arasında geçen süreçte Suriye meselesini dış politikasında “1 numara”ya oturtan Türkiye’nin en büyük yanlışı Rusya’yı, olanaklarını, yapabileceklerini kestirememek, hatta küçümsemek oldu. Ankara, hem İsmet İnönü’ye atfedilen “büyük devletlerle ilişki kurmak ayıyla yatağa girmeye benzer” sözünü hem de Rusların “pire için yorgan yakan” karakterini unuttu. İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 520 yıl geriye gitmesine, bu sürecin 69 yılının savaşlarla geçmesine rağmen, yani iki halkın birbirlerini çok iyi tanıması gerekirken yapılan ve bedeli çok ağır olan stratejik bir “unutkanlık”.
Rusların öfkesinin bir bölümü gerçek, bir bölümü ise içerideki ve dışarıdaki tribünlere oynamaya yönelik şovdu. “Soğuk Savaş” yıllarından bu yana ilk kez bir Rus savaş uçağı bir NATO üyesi tarafından, hem de Rusya’nın “küçümsediği”, “kendisinden aşağı gördüğü” bir ülke tarafından düşürülmüştü. Türkler bedelini ödemeli, hadleri bildirilmeli ve elbette “saçının teline dokunulunca” Rusların neler yapabileceği dosta düşmana gösterilmeliydi! Öyle de oldu...
Çoğu gözlemci, altı saniyelik hava ihlalinin bedelini yaklaşık 15 milyar dolarlık ekonomik kayıpla ödeyen Türkiye’nin çoktan “pişman” olmasına rağmen Rusların “uçak kavgası”nı ve Ankara’yı “cezalandırma” taktiğini uzun süre devam ettireceğini düşünüyordu.
Putin’in yarısı sahte öfkesi bir mayıs günü Atina ziyareti sırasında aniden sönüverdi, “Aslında biz de Türkiye ile iyi ilişkiler istiyoruz” deyiverdi. Bu, krizi aşmak için aracılar arayan Türkiye’nin beklediği “can simidi”ydi, diplomasi devreye girdi, haziran ayında Erdoğan’dan Putin’e bir mektup gitti. İki ülkede kamuoyu mektubu, “Türkler uçak için özür diledi” diye algılasa da, aslında mektupta sadece düşen uçakta ölen Rus pilotlar için özür vardı. Yani Moskova’nın barışmak için en önemli koşulu aslında yerine getirilmemişti.
Bu gerçeğe, daha birkaç ay öncesine kadar “Erdoğan gitmeden ilişkiler düzelmez” demesine, hatta Türkiye’yi IŞİD’le işbirliği yapmakla suçlamasına rağmen Putin hiç “nazlanmadı”, 9 Ağustos’ta iki lider yeniden sarmaş dolaş oldu!
Ve böylece, krizi başından beri yakından izleyenlerin anlam vermekte zorlandığı bir tablo ortaya çıktı: Türkiye ve Erdoğan için ağzına geleni söyleyen, öfkesi hiç dinmeyecekmiş izlenimi veren Putin beklenmedik şekilde yumuşadı.
Ama bu görüntü yanıltıcı. Çünkü Putin’in öfkesinde hiçbir değişiklik olmadı, Rusya lideri SU- 24’ün düşürülmesini hâlâ unutmadı, Türkiye’yi bağışlamadı, büyük olasılıkla bu olayın “intikamı”nı almadan da hiçbir zaman içi soğumayacak.
Peki, o zaman değişen ne? Deneyimli Rusya diplomasisinin en önemli özelliklerinden biri, dış politikada ortaya çıkan fırsatları öngörebilme ve hantal Rus devletinden beklenmeyecek hızlı ve çevik manevralarla değerlendirebilme yeteneği. Rus diplomasisi değişen koşullara uyum sağlayabiliyor, tepki verebiliyor, gerekirse hemen pozisyon değiştirebiliyor. Bu konudaki son ve çarpıcı örnek, Rusya’nın Suriye’de ortaya çıkan boşluğu görerek aniden askeri müdahalede bulunması.
Saldırıyı unutmayan ve Türkiye’yi “cezalandırma” taktiğini uzun süre devam ettirmeyi planlayan Rusya, Ankara’nın uluslararası alanda yalpaladığını, ABD başta Batılı ülkelerle arasının gerilmeye başladığını çabuk fark etti ve yeni duruma uygun pozisyon aldı.
Peki, o zaman, Rusya dış politikada ne istiyor ve Kremlin stratejistlerinin Türkiye’ye biçtiği rol ne? Çarlık ve Sovyet imparatorluklarının mirasçısı olan Rusya’nın bölgesel ve küresel hedefleri var. Her ne kadar kendisini öyle göstermeye çalışsa ve dış politikadaki son başarılı hamleleriyle uluslararası alanda puan toplasa da Rusya’yı “süper güç” olarak tanımlamak zor. Nükleer silahlar dışında ne askeri, ne ekonomik, ne teknolojik ne de kültürel alanda ABD ile baş edebilecek durumda olan Rusya, dış politikadaki ani fırsatları değerlendirerek, ittifaklar kurarak ya da Batılı ülkeler arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanarak yolunu açmaya çalışıyor.
Rusya için Türkiye, tümüyle “karşı taraf”a itilmemesi ama aynı zamanda çok yakında tutulmaması gereken bölgesel bir rakip. Yani, ABD’nin Türkiye ile çok yakın ilişki içinde bulunması, Rusya’nın bölgedeki çıkarlarının otomatikman zarar görmesi anlamına geliyor. Çünkü bu durumda Rusya’nın hem bölgesel rakibi Türkiye hem de küresel rakibi ABD ile aynı anda mücadele etmesi gerekiyor. Rusların taktiği iki müttefik arasında mümkün olduğu kadar çok çatlak çıkarmaya çalışmak, böylece Amerikan desteği olmayan Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya’daki ihtiraslarını dizginlerken ABD’yi mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmak.
Keskin gözlerden kaçmamıştır, iki ülke arasında “balayı” yıllarının yaşandığı zamanlarda bile Rusya işbirliğini ekonomi ve enerjiyle sınırlı tutmaya özen gösterdi, bu yolla Türkiye’yi yakınında tutarak kontrol etmeye, siyasi olarak yönlendirmeye çalıştı. Moskova’nın uçak olayına olağanüstü sert tepki göstermesinin -hatta belki de provoke etmesinin- nedeni, Suriye sorunu özelinde bu taktiğin başarılı olamamasıydı.
Ama şimdi Rusya yeniden aynı politikaya, yani Türkiye’yi yanına çekerek ABD’nin bölgedeki etkinliğini kırma taktiğine dönüyor. Çünkü dengeler değişti: Batı ilişkilerinde derin çatlaklar oluşan Türkiye zorunlu olarak yüzünü kuzeye çevirmeye başlamış görünüyor. Oysa, geçmişten farklı olarak, “uçak inatlaşması”ndan psikolojik üstünlükle çıkan, kriz döneminde Suriye’yi Türkiye’ye “kapatan” Rusya, şimdi kozları ele geçirmiş vaziyette. Artık Ankara’nın karşısında, zor duruma düşmüş görünen rakibini ellerini ovuşturarak bekleyen bir Moskova var.
Bu tabloya bakınca, Rusya’nın avantajlı konumunu yitirmemek için 15 Temmuz darbe girişimi konusunda Ankara’yı önceden uyardığı iddialarının doğru olabileceği anlaşılıyor.
Tarih boyunca bölgenin liderliği için mücadele veren iki ülkenin “stratejik ortak” olabilmesi son derece zor. Zaten Rusya “kendinden” görmediği Türkiye’ye “evi”nin kapılarını açmaya hiç niyetli değil, Avrasya Gümrük Birliği ve Şangay İşbirliği Örgütü üyeliği Ankara için uzak hedefler.
Kısacası, Türkiye’nin yağmurdan kaçarken doluya tutulma tehlikesi var.