KCK davasında tutuksuz yargılanan gazeteci, insan hakları aktivisti ve yayımcı Ragıp Zarakolu, bu davayı siyasi bir şike olarak değerlendirdi. Zarakolu, "Birçok yerde BDP’nin kolu kanadı hâlâ kırık. Bu durum bir çeşit “siyasal şike” olayı bile sayılabilir. Önümüzdeki siyasal maça BDP ve müttefikleri olan Türkiye solunun zayıflamış olarak girmesi isteniyor. 'Fetihçi' bir anlayışla, seçilmiş Kürt belediyelerinin “düşürülmesi” hesaplanıyor" dedi.
KCK soruşturması kapsamında 2011 yılında tutuklanan ve Nisan 2012'de tahliye edilen Belge Yayınevi’nin sahibi, yayıncı ve yazar Ragıp Zarakolu bugüne kadar neden sessiz kaldığı konusuna açıklık getirdi. Zarakolu, "Benimle aynı durumda olan binlerce insan hapisteyken yapılacak herhangi bir konuşma, bana yönelik hukuksuzluğun giderildiği anlamına gelecek ve sanki kalanların “bir şeyler yapmış” olduğu şeklinde bir kanaat yaratmak için siyasal iktidar tarafından kullanılacaktı" şeklinde konuştu.
KCK davası kapsamında 31 Ekim 2011’de tutuklanan Ragıp Zarakolu, 10 Nisan 2012’de tahliye edildi. Oğlu Deniz Zarakolu da aynı dava kapsamında 7 Ekim 2011’de tutuklandı. Ragıp Zarakolu ile KCK davası hakkında Hrant Kasparyan'a konuştuk. Taraf gazetesinden yer alan söyleşinin ilgili bölümü şöyle:
Tutuklanma gerekçeniz neydi?
Parlamentoda grubu olan legal bir partinin (BDP) Siyaset Akademisi’nin açılış resepsiyonuna, birinci devre mezunları için yapılan törene katılmam ve her ikisinde de konuşma yapmış olmam. Delil ise gazete haberleri ve bir “tanığın” ifadesinde, benim hoca kadrosunda olduğumu belirtmesi. İddianamede, uluslararası prestijimden “terör örgütünü, bile bile yararlandırmış olduğum” iddia edildi. Bizi tutuklayarak Kürtlerle gönül bağı olan ya da olmayan, solcu ya da liberal aydınlara, “Ayağınızı denk alın” mesajı verdiler.
Tahliyeden sonra susma eylemi yaptınız, bunun sebebi neydi?
Büyük yazar Izak Babel’in 1936 sonrası SSCB’de gerçekleşen siyasal kitlesel tutuklamaları protesto etmek için yaptığı susma eyleminden etkilendim. Benimle aynı durumda olan binlerce insan hapisteyken yapılacak herhangi bir konuşma, bana yönelik hukuksuzluğun giderildiği anlamına gelecek ve sanki kalanların “bir şeyler yapmış” olduğu şeklinde bir kanaat yaratmak için siyasal iktidar tarafından kullanılacaktı. Öte yandan, duruşmada “Ez li vırım” yani “Buradayım” dediği için, kendilerine kimlik bilgileri sorulmayanlara yönelik uygulama, beni anadilim olan Türkçeyi kullanmaya utandırdı. Bu nedenle, suskunluğumu sadece, anadilim olan Türkçe ile sınırlandırdım. Yoksa Agos’ta Ermenice, Welat’ta Kürtçe, Daily News’da, Armenian Weekly’de İngilizce, Frankfurter Allgemeine Zeitung’da Almanca yazı ve söyleşilerim çıktı.
İddianamede neler 'suç' ve 'delil' olarak lanse ediliyor?
Parti toplantısına katılmak “suç”, basın toplantısına katılmak “suç”, protesto gösterisine katılmak, hatta izlemek bile “suç”... Parti binasına girip çıkmak ise “suç delili”. Arkadaşının “partili” olması, senin de “şüpheli” sayılman için “delil”. Parti üyesi olmayan ve tutuklanmasa bu davada belki çevirmenlik yapacak olan, Kürtçe hocam Mülazım Özcan gibi, Akademi’de sadece bir kere Kürt dili üzerine “ders vermek”. Üniversiteli arkadaşların birbirlerini ziyaret etmesi “suç”. Özel hayat utanmazca izlenebiliyor. Mahkemede yapılan delil sunumlarını dinledikçe, ortada bir “kriminal olgu” olmadığı her seferinde biraz daha ortaya çıkıyor. Savunma yapan avukat Ercan Kanar’ın dediği gibi, bu davada savunma, sütün renginin beyaz olduğunu kanıtlamak gibi bir durum.
'KCK' adı altında yapılan operasyonlar ve tutuklamalar nedir tam olarak?
Bir çeşit “sivilleri” yasal rehin alma olayı. Legal bir partinin seçilmiş başkanlarının yargılanması, seçilmişlerin hâlâ hapiste tutulması bir skandal. Bunların asıl suçları ise yerel seçimlerde ve 2011 genel seçimlerinde umulmadık ölçüde başarılı olmaları. Şimdi birçok yerde BDP’nin kolu kanadı hâlâ kırık. Bu durum bir çeşit “siyasal şike” olayı bile sayılabilir. Önümüzdeki siyasal maça BDP ve müttefikleri olan Türkiye solunun zayıflamış olarak girmesi isteniyor. “Fetihçi” bir anlayışla, seçilmiş Kürt belediyelerinin “düşürülmesi” hesaplanıyor.
BDP legal siyaset yapan bir parti. PKK bahane edilerek bu partinin çalışanlarının kitlesel olarak tutuklanması, insana savaş hallerindeki kitlesel rehin almaları hatırlatıyor. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kaldırılmazsa, bu hâliyle devam ederse, aynı yasa kazara iktidarın el değiştirmesiyle, intikam amaçlı AKP karşıtı, cemaat karşıtı bir iktidar tarafından kullanılacaktır. Bugün nasıl dünün muktedirlerinin, adil yargılanmaya ihtiyaçları olduysa, yarın da bugünün muktedirlerinin ihtiyacı olabilir.
Savunmaların Kürtçe yapılamaması krizi hakkında neler söylenebilir?
Tahliye olabilmenin tek ölçütü adı okunan sanığın Türkçe “Buradayım” yerine, Kürtçe “Ez li vırım” deyip demediğiydi. Oğlum Cihan Deniz, Ayşe Berktay, Dursun Yıldız ya da diğerleri gibi bu iki sözcüğü kullandığı için iki yıldır hapiste. Anadilde savunmadan doğan bu yargı krizinin çözülebilmesi için TBMM’nin özel yasa çıkarması gerekti. Oysa yargı bu krizi, siyasal iradeye ihtiyaç olmadan aşabilirdi. Şu anda Silivri’de insanlar on yıllar boyunca resmî olarak “var olmadığı” iddia edilen anadillerinde savunma yaparken, duruşmayı gözlerime inanamayarak izliyorum. Dava yeniden hız kazandı. KCK davalarında anadil hakkına sahip çıkılmasının hiç olmazsa böyle somut bir sonucu oldu.
'Kürt basını kıskaç altında'
Gazetecilerin tutuklanması hakkında neler söylenebilir?
Kürt gazetecilerin toplu tutuklanması, dünyanın Türkiye’de bu kadar çok gazeteci olduğunu fark etmesini sağladı. 90’lı yıllarda da Kürt gazeteciler toplu olarak TMK çerçevesinde tutuklandı. Ama beğenmediğimiz DGM’ler bile onları serbest bıraktı. Toplu KCK tutuklamaları sonucunda, dünyada herkes “Pes yahu” dedi. Bütün o “reformcu” makyaj aktı gitti. Şu sıralarda Türkiye sadece siyasi tutuklu ve hükümlüler açısından değil, hapisteki öğrenciler bakımından tüm dünyada en büyük sahip ülke konumunda
Size göre savunmalar başka türlü yapılabilir miydi?
Yargının refleksi, devlet yanlısı tutumu bilinmekte. Ama yargının bu geleneksel eğilimini pratiğe dönüştürmesini kolaylaştırmamak gerekiyor. Her türlü ötekileştirmeden, kutuplaşmadan kaçınmak zorunlu; yargının savunma, iddia ve de heyet ayaklarının hepsi açısından olmazsa olmaz bir koşul bu. Önyargılar, haksız kararlar bizi öfkeye sevk etmemeli, yanlış yapmaya itmemeli. Elbette yargı organının infaz organı olmaması gerektiğini sürekli anlatacağız ve uyaracağız. Ama KCK İstanbul davasında neden gittikçe az savunma alındığını sorgulamalıyız. Eğer yargı, son duruşmada olduğu gibi, sorguda hâlâ “sözde Kürt sorunu” söylemi ile cümle kuruyorsa; bu, ancak yargının siyasal iktidardan da geri olduğunu şüphesini uyandırır ancak. Hiçbir ego, savunulan sanığın, onun haklarının, onun mağduriyetinin önüne geçmemeli.