Görevine veda için gün sayan Türkiye - AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk'e göre, Türkiye'nin NATO Genel Sekreteri Rasmussen'e yönelik tavrı yerinde. Lagendijk, “NATO zirvesinde olanları, Türkiye'nin NATO Genel Sekreteri Rasmussen'e yönelik tavrını düşündüğümüzde, Türkiye'nin Afganistan ve Pakistan ile NATO'ya dair tutumunu gördüğümüzde, bunun yerinde olduğunu görürüz. Niçin? Çünkü Rasmussen'in İslâm dini ve Müslüman âlemine dair şeceresi ortadadır” diyor. İşte Evrim Altuğ’un Joost Lagendijk ile yaptığı ve Sabah gazetesi Pazar ekinde (12.4.2009) yer alan röportajın tam metni: Türkiye - AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, üç yıldır gazeteci Nevin Sungur'la evli. İkili şu sıralarda Türkiye ve AB üzerine karşılıklı gözlemlerini tek bir ciltte bir araya getirecek olmanın tatlı telaşını yaşıyor. Öte yandan, Lagendijk'in 2007'de yazdığı Avrupa'nın Müslüman Komşuları adlı İletişim Yayınları etiketli kitap da, raflardaki yerini yeni almış durumda. Lagendijk ile, Türkiye'nin yoğun diplomatik ajandasını ve ülkedeki siyasi gelişmeleri ele aldık. AB sürecinde Türkiye ve Fransa'nın yeni 'kriz'ini nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesele Fransa ile Türkiye arasındaki iletişimde düğümleniyor bana sorarsanız. Ben, özellikle NATO zirvesinin ardından, geçen hafta içerisinde Fransız Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'ın beyanlarından son derece rahatsızlık duydum. Danimarka Lideri Rasmussen'le yaşananların ardından, Kouchner'in Türkiye'nin AB sürecini daha fazla desteklemeyeceğini belirtmiş olması ciddiye alınır şey midir ? NATO zirvesinde olanları, Türkiye'nin NATO Genel Sekreteri Rasmussen'e yönelik tavrını düşündüğümüzde, Türkiye'nin Afganistan ve Pakistan ile NATO'ya dair tutumunu gördüğümüzde, bunun yerinde olduğunu görürüz. Niçin? Çünkü Rasmussen'in İslâm dini ve Müslüman âlemine dair şeceresi ortadadır. Bu ABD ve Türkiye işbirliğini de etkilemiyor mu? ABD, Türkiye'yi Irak'tan rahat çekilebilmek ve Afganistan'da kolayca varlık gösterebilmesi için istiyor. Rasmussen'le ilgili uzlaşmanın da temelinde bu var galiba: ABD Türkiye'ye bir nevi güvence vermiş olabilir. Sonuçta Türkiye sayesinde bu krizin aşıldığı da belli iken, Fransa gibi bir ülkenin olup bitenlerden Türkiye'yi mesul kılması olur gibi değildir. Peki ya Almanya'nın tavrı? Almanya daha farklı bir durumda, öyle bir koalisyon var ki şu anda; bir parti diğerinin karşısında yer alıyor. Zaman içinde Alman Hıristiyan Demokratların fikirlerini açık edeceklerini düşünmekle birlikte, halihazırda yaklaşan AB ve Alman ulusal seçimlerini de hesaba katmalı. Birçok politikacı bunu Türkiye'ye karşı çıkmaktan ziyade politik bir fırsatçılık malzemesine dönüştürebilir. Bu tür insanlar beni ve Türkiye'dekileri de rahatsız ediyor ama Fransa'dakiler kadar değil. Ermenistan'la diplomatik yakınlık, Türkiye ile Azerbaycan arasında önemli bir uçuruma yol açtı. Türkiye'nin konumu hakkındaki yorumunuz nedir? İngilizce'de bir deyiş vardır. Derler ki, 'Bazen köpeğin kuyruğu sallanmayabilir; bazen köpeği sallayan kuyruk da olabilir.' Burada, Ermenistan'la sınır kapısının açılması konusunda Türkiye'nin ulusal çıkarına dikkat çekmek isterim. Türkiye bölgede lider oyuncudur. Ama Azerbaycan için aynısını söyleyemeyiz. Adımların karşılıklı olarak atılmasını heyecanla izliyorum. Türkiye'nin politikasını Bakü'nün tayin etmesine lüzum yok. Kuyruğu sallayan köpek olmalı. Yoksa kuyruk köpeği sallamamalı. Sizce AKP nasıl bir parti? Aynı parti içinde Cemil Çiçek gibi ulusalcı çizgiye sahip kimseler bulunabildiği kadar, Egemen Bağış gibi, daha liberal anlayışta siyasetçiler de var. Bu, her Avrupa partisinde gördüğümüz türden bir alt yapı zenginliğini tezahürü. Ben bu manada AKP'deki liberallere kendimi daha yakın hissediyorum. Erdoğan bu konuda çok dengeli davranıyor. Türkiye ile ilgili en büyük endişeniz ne? Türkiye'nin, Avrupa'dan gelen direnişe dayanamamasından endişeliyim. Sonuçta Avrupa'da sürekli olarak Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkabilecek birileri olabilecektir. Sarkozy gitse, yerine başkası gelebilecektir. Türkiye'nin siyasetçilerinin bu direnişe direnişle yanıt vererek, 'Hayır mı diyorsunuz, evet dedirtene kadar yapılması gerekeni yapacağız,' anlayışıyla çalışabilmesi gerekir. Bırakın Sarkozy kışkırtıcı biçimde havlamaya devam etsin; neticede Türkiye AB yolundaki ilerlemesine devam etmelidir. Avrupa'nın Müslüman Komşuları kitabınızda Türkiye'den söz ederken, hem AKP, hem de CHP'ye eşit yükte eleştiri getiriyorsunuz. Türkiye'de, ülkenin AB'ye giriş sürecini hangi parti daha çok kolaylaştırıyor? Ben bunun oldukça faydacı/pragmatik bir hedef olduğunu düşünüyorum. Burada bizim vazifemiz, hangi partinin, hangi maksada daha yakın olduğunu saptayabilmek. Son birkaç yılda AKP'nin, AB'ye uyum sürecinde CHP'nin ortaya koyduğu çabadan çok daha fazlasını göstermiş olduğunu görüyoruz. Bu kendinden çelişik duruma kitapta da dikkat çektik. Muhafazakâr bir partinin nasıl olup da bu süreci bunca hızlandırdığını anlama yoluna gittik. Ama aynı kaygılarla, daha fazlasını onlardan beklediğimiz için, aynı AKP'yi de eleştirmekten elbette geri kalmadık. Hal böyle iken CHP'ye baktığımızda ise şunu gördük ki, son üç dört yılda AKP bir gıdım çaba bile göstermiş olsa, CHP anında buna muhalefet ediyor. Bu benim anlamadığım bir durum; aynı CHP birkaç yıl önce tamamen AB'den yana tavır almış bir parti. Türkiye'ye atfedilen 'Ilımlı İslam' ifadesi ile Light İslam gibi ifadeleri Türkiye özelinde siz nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP, gelenekçi İslamcı çizgiden giderek daha ılımlı, ama Bosna'daki gibi de 'light' olmayan bir çizgiye doğru evriliyor. Ancak ikisinin arasında, Faslılar da kendilerine Türkiye'yi feyz alıyor; yoksa Müslüman Kardeşler cenahını değil. Bu da bize gösteriyor ki, politik İslam olgusu tek tip değildir. Gülen hareketini kitaba koymadık Bu yoğun sorular arasında Gülen Hareketi nereye yerleşiyor? Kitapta niçin bu konu yok? Bize göre Gülen Hareketi Türkiye'deki diğer hareketlerden biri ve biz daha çok AKP'nin Türk toplumu üzerindeki etkilerini ele almaya çalıştık. Ancak Gülen cemaati de bu tartışmanın bir parçası; evet, kendi ılımlı İslam görüşlerini, dinler ve medeniyetler arası diyaloğunu Türkiye ve çevre ülkelerde ortaya koymaya çalışıyorlar. Yerel seçim sonuçlarını solun ve sosyal adaletin geleceği adına nasıl okumalı? Etrafıma bakıp, Türkiye'de kendisini solcu olarak tanımlayan insanlarla temas kurduğumda, tercihte bulunacakları herhangi bir siyasi yapının olmadığını gördüğümde çok şaşırıyorum. Bunu kırabilecek yegâne unsurun gelecek yeni neslin elinde olduğunu düşünüyorum. Bu minvalde kendine liberal solcu, yeşil veya sosyal demokrat diyen kişilerin bir araya gelmesini ve Türkiye için, yeni, uygun bir temsili yapıda buluşmasını umuyorum. Yerel seçimlerin sonuçları ise Türkiye'de demokrasinin kudretini yansıtan bir manzarayı ortaya koydu. İnsanlar AKP'yi beğenmeseydi, gidip yine aynı partiye yüzde 40 oranında oy vermezdi ki. Bu demokrasidir. AKP'nin AB'ci politikasından vazgeçmesi halinde ılımlı oylarında büyük düşüş olacağını zaten kendisinin de bildiğini öngördüğüm için, daha iyimser bakmayı sürdürüyorum. Obama'yı bilemem ama herkes memnun ABD de Ergenekon davasından memnun gibi... Obama'yı bilemem ama Avrupa'da neredeyse herkes, Ergenekon davasının gidişinden hoşnut. Derinlerde çürümüş birşeylerin varlığını biliyorlar. Bu şimdi su yüzüne çıktı. Bu çok iyi. AB'de, ABD'de bunun farkında. Ama bazen yanlış yorumlamalar yapılabiliyor. Örneğin kimi insanlar Ergenekon'u öylesine savunuyorlar ki, eleştirdikleri kişilerle farketmeden aynı duruma düşebiliyorlar. Söz gelimi, siz insanları açık bir iddianameniz olmadan aylarca hapiste tutamazsınız. Hele de gazetecileri. Şu anda dikkat buyurun, davayla ilgili eleştirilerin geniş bir kısmı da, prosedür üzerine. Yoksa davanın niteliğine, içeriğine dair değil. Ergenekon davası kitabına uygun bir süreçte görülecek ve neticelendirilecek olursa, yaşanan Türkiye için inanılmaz bir demokrasi başarısı olur. Kitaptan bahsetmişken, Anayasa'ya nasıl yaklaşıyorsunuz? Birçok Avrupalının Türkiye'de tamamen yeni bir Anayasa görmek isteyeceklerine inanıyorum. Pek çoğu, bu Anayasa'nın köklerinin militer bir geleneğe dayandığını biliyor ve hatırlıyor zaten. Bunun için yapılabilecek en iyi şey ise, topyekûn, yeni bir Anayasa hazırlamak olabilmeli. Ben değişiklik gerektiren en önemli unsurun, farklılıkların tanınması yönünde olması gerektiğini söylemeliyim. Bunu söylerken ille de Kürtleri kastetmiyorum. Ülkedeki tüm vatandaşların eşit ve özgür biçimde parlamentoda temsil edilebilirliğini kastediyorum.