'Referandum sonrası medya'

'Referandum sonrası medya'

T24- Hakan Aksay Birgün'de referandum sonrası medyayı değerlendirdi. “'Tarihi referandum tiyatrosu', gazeteciliğimizin eskisinden de fazla ölçüde ideolojiye, siyasete, dine veya ticarete bulaştığı bir 'aşama' oldu." diyen Aksay şöyle yazdı:"İktidarla aynı safta olan gazetecilerin önemli bir bölümü, sırtlarını dayadıkları sağlam duvarlardan da aldıkları güçle acımasız bir salvo ateşi açtılar. Hayır diyenler en hafifinden 'darbeci', bazen de 'faşist' oluverdi. Korkarım yeni dönemde bu keskin dilli ve üstün hesap yetenekli gazeteci arkadaşlarımızı artık kimse tutamayacak."Referandum sonrası medyaReferandum ve medya konusunda yazacaklarımı düşünürken bazı internet sitelerinin haberleri dikkatimi çekti.

Ahmet Hakan referandum sonrası twitter'da “İzmir'e yerleşmeye karar verdiğini” yazmış...

Oray Eğin de ABD'ye gidiyormuş. Şöyle demiş: “Sadece gidiş bileti aldım. Döner miyim bilmiyorum. Moralim çok bozuk. Böyle giderse sadece lifestyle yazacağım.”

Nihat Genç ise “Gücüm buraya kadar, bağışlayın” diyerek yazmayı bıraktığını açıklamış.Ne diyelim!..

*       *      *      İktidar yanlısı gazetelere baktım. Düğün bayram, ortalık toz duman. Bazı soğukkanlı yazarların dışında hep “Nasıl ezdik geçtik ama!” yaklaşımı egemen…

Muhalif gazetelerin bir kısmı iktidara günlük olağan veryansın çabasıyla tirajı arttırmakla meşgul, bir kısmı ise çoğunlukla “İşte tam da şimdi mücadeleye devam!” ritminde ve “Bozma moralini” havasında haber ve yorumlarla dolu.

Geriye kalanlarda biraz ondan biraz bundan izler var. Objektif değerlendirme isteği gözlenen yorumların dışında, yeni dönemde kendine çeki düzen verme kararını hissettiren usturuplu anlatımlar da pek bir tertipli sindirilmiş bazı cümlelere.

Evet, doğrusu da bu galiba: Gün, “kendine çeki düzen verme” günüdür.

*       *       *Referandum tiyatrosunun sonucunda nur topu gibi bir “yeni dönemimiz” doğdu. Kıvırıp gevelemeden söyleyelim: AKP referandum sürecinden ciddi bir başarıyla çıktı. “Ama”, “fakat” ve “lakin” demeye acele etmeden önce bu cümleyi içimize sindirelim.

Ve muhalefet başarısız oldu. “Çünkü”, “aslında” ve “koşullar” falan demeden önce bunu da bir güzel hazmedelim. Başarısızlığı MHP yönetimine veya Kılıçdaroğlu’na destek vermeyen CHP örgütüne yükleyip bir-iki ağaçla oyalanarak ormanı görmezden gelmeyelim.

Ağırlıkta Kürtlerin savunduğu “boykot” çizgisi ise reddedilmeyecek bir güç olarak sonuçlara yansıdı. Bu güç, bir yanıyla “zafer sarhoşu” AKP tarafından göz ardı edilmeye çalışılıyor. Öteki yanıyla ise “referandum mağlupları” için – onlar her ne kadar daha önceki güne kadar ettikleri keskin sözlerden sonra bunu kabul etmeye hazır olmasalar da - “bu şartlarda bile” “kısmî de olsa başarı kazanmak mümkündür” yargısının altını çiziyor.

“Bu şartlarda bile” derken neyi kastediyorum?

Referandum AKP’nin mücadele planıydı. Seçmenlerin çoğunun anlamadığı bir “anayasa tartışması” düzeniyle, bol yalan, demagoji ve hakaret sosuyla sözüm ona hukuki bir senaryo gündeme sürüldü. Muhalefetin önemli bölümü ise yine “dün erkendi, yarın geç olabilir” diye heveslenerek AKP’ye kendi planını ve külahını ters giydirebileceği hesabıyla, “madem sen evet diyorsun, o zaman benden de hayır” diyerek – tam da Başbakan Erdoğan’ın istediği tarzda – mindere çıkıverdi. Sonuç malûm…

Bu arada kafalar gözler yarıldı. Gelenek olduğu üzere sağda da solda da herkesin en ağır darbelerinin hedefinde, kendisine en yakın görünen “hainler” bulunuyordu.

*      *      *Bu siyasi tablo şu ya da bu biçimde medyaya da yansıdı. Hem de çok ama çok fazlasıyla…

Neden “fazlası”nın altını çiziyorum? Çünkü ben, bir gazetecinin en önemli işinin gazetecilik olduğuna inanıyorum.

Sizce bu cümle çok mu saçma oldu? O zaman açalım.

Gazeteci; parti lideri değildir, milletvekili değildir, politikacı değildir. Bütün bu kesimlerden gelen açıklama ve tavırları gazeteciliğin “eleştirel süzgeci”nden geçirerek; ideoloji, siyaset, din veya ticaret adına “gerçekten ve haberden uzaklaşmaksızın” işini yapar.

Ama “tarihi referandum tiyatrosu”, gazeteciliğimizin eskisinden de fazla ölçüde ideolojiye, siyasete, dine veya ticarete bulaştığı bir “aşama” oldu.

İktidarla aynı safta olan gazetecilerin önemli bir bölümü, sırtlarını dayadıkları sağlam duvarlardan da aldıkları güçle acımasız bir salvo ateşi açtılar. Hayır diyenler en hafifinden “darbeci”, bazen de “faşist” oluverdi. Korkarım yeni dönemde bu keskin dilli ve üstün hesap yetenekli gazeteci arkadaşlarımızı artık kimse tutamayacak.

İktidara karşı güvensizlik oyu vermenin büyüsüne kapılan hayır cephesi de aynı ölçüde sert bir üslubu benimsedi. Çoğu kez ağız dalaşı düzeyinde mücadele öne çıkarılırken demokratikleşme, statüko karşıtlığı, özellikle de Kürt sorunu gibi bir dizi önemli konuda zayıf kalındı. MHP sert milliyetçi çizgisiyle erirken, CHP iç karışıklıklarıyla, onun solunda kalan çevreler ise “yetmez ama evetçiler”le uğraşarak “halkla ilişkiler”de AKP’nin epeyce gerisinde yer aldı.

*      *      *Sonuçta referandum geride kaldı. Sakinleşmenin zamanıdır. İki anlamda:

Hem yaşanan süreçlerden “mangalda kül bırakmayan inanmışlık ve korkusuzluk seansları” olmaksızın, “akıl ve sorumluluk duygusu ile” ders çıkarmak anlamında.

Hem artık 12 Eylül’ün bataklığı andıran mücadele ortamından sıyrılıp Kürt sorunundan seçim barajına, yeni anayasadan AB konusuna kadar savunulması gereken talepleri belirlemek ve iktidarı ileri adımlar atmaya zorlamak anlamında.

Bu başarıldığı ölçüde “millet değil illet!” türü tanıdık yakınmalar, ebedi hayal kırıklıkları ve kızgınlık edebiyatı ile uğraşmak yerine, bir başkasıyla değiştirme şansına sahip olmadığımız halkımızı – ve belki bu arada asla toz kondurmak istemediğimiz pek muhterem kendimizi - daha iyi tanıyarak adım adım ilerlemeyi deneme şansımız olabilir.

Bunu biraz da olsa başarabilsek belki yazarlığı bırakmaya da gerek kalmaz, ABD’ye göçmeye de. İzmir’e de kaçmaya değil, ara sıra kaçamak yapmaya gideriz…

Pensilvanya isterse olur

Yurt dışında 5 milyonu aşkın Türkiye vatandaşı yaşıyor. Bunların 3 milyon 775 bini seçmen. (Yalnızca Almanya’da 2 milyon 700 bin vatandaş var ve bunun 1 milyon 700 bini seçmen).Seçim ve referandumlarda, bu yurttaşlara tanınan hak, gümrük kapılarında bin bir zorlukla oy kullanma şansından ibaret. Ki bundan yararlananlar 250 binin altında.

Oysa onların, oy kullanmanın dışında, yaşadıkları ülke adına açılacak siyasi parti kontenjanlarından parlamentoya girmesinin bile zamanı geldi de geçiyor.

Yurt dışında yaşayan vatandaşların, gümrük kapıları dışında; mektupla, elektronik ortamda veya yaşadıkları ülkelerde oy kullanabilmesine imkân veren tasarı, Meclis’te 13 Mart 2008 tarihinde kabul edilerek yasalaşmıştı.

Ama uygulama acele etmiyor. Bekleyelim ki, YSK usûl ve esasları iyice çalışsın; Yurt Dışı İlçe Seçim Kurulu ve Yurt Dışı Seçmen Kütüğü oluştursun…  Gündemde milletvekili seçimleri, Cumhurbaşkanı seçimi ve muhtemelen yeni halk oylamaları var.

Bu işin çabuklaştırılması için mutlaka Pensilvanya’dan bir hoş seda mı bekleniyor acaba? Belki de “okyanus ötesi” selamlaşmalardan sonra tam zamanıdır…

Keşke moratoryum uygulanabilse...

Dün Doğan Tılıç, BirGün’ün önceki günkü manşetinde yer verdiği “Solda taşlar tekrar dizilecek” vurgusunu ele alıyor ve bütün enerji sol içindeki taşların yeniden dizilmesine harcanırsa  “solda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” tahmininin tam tersi bir sonucun ortaya çıkabileceğine işaret ederek “... ya da her şey eskisi gibi olacak” diyordu. Çözüm olarak “solun dışına döneceğiz yüzümüzü” diye yazıyordu.

Referandum sonrasındaki ilk açıklamalara bakılırsa sol liderler ders çıkarmak için acele etmiyor. Kimisi rakamlarla oynayarak yenilginin üzerini örtüyor, kimisi de evet cephesine ve bu arada orada yer alan sol unsurlara yönelik eleştirilerine devam ediyor.

Evet-hayır barikadının her iki yanının da sol cephesinde yer alanlar, garip ve ölümcül bir iyimserlikle kendi aralarındaki ayrışma ve bölünmenin safları netleştirerek “hayırlı sonuçlara yol açacağı” öngörüsüne sarılıyorlar.

Biliyorum, benim üzerime vazife değil, zaten çok akıllı insanlara akıl verecek kadar zeki de değilim, ama... Sol güçler bir süre için, mesela gelecek seçimlere kadar, birbirine yönelik eleştirilere moratoryum uygulasa, yani iç kavgaları askıya alsa, bütün dikkatini demokratikleşme mücadelesine verse... Daha başarılı olmaz mıydı acaba?..