Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, 16 Nisan'da yapılacak halk oylamasıyla ilgili olarak "Bu referandumda 'evet' çıkarsa bilin ki bu CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun basiretsiz ve beceriksizliğinden olur. Doğru dürüst bir kampanya yürütemiyorlar" dedi. "Bunu yapamadıkları gibi neredeyse her hafta, rakiplerinin eline, doya doya çiğneyip sakız edecekleri bir koz veriyorlar" ifadesini kullanan Yılmaz, "Türkiye’nin, sadece AKP zihniyetinden değil, bu CHP’den ve bu siyaset yapma biçiminden de kurtulması lazım" görüşünü dile getirdi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Öğrenilmiş çaresizlik ve AKP" başlığıyla yayımlanan (5 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Geçen gün Florya’dan Büyükdere’ye kadar otomobille gittim. Florya–Yeşilköy–Havalimanı–TEM–Harp Akademileri–Maslak–Hacıosman–Çayırbaşı ve Büyükdere!
Trafik açıktı, yaklaşık 45 dakikalık bir yol.
Yol boyunca en çok gördüğüm yüz, Recep Tayyip Erdoğan oldu. Sonra da Binali Yıldırım.
Dev “evet” pankartları binaların bütün cephesini kaplıyordu. Otoyoldan çıkıp, Maslak istikametine dönünce bu kez dev pankartlara, belediyenin yol kenarlarına koyduğu billboard adı verilen büyük panolar eklendi.
Her altı–yedi panodan dördünde AKP’nin “evet” afişi vardı. Yetmemişti, direklerdeki panolarda da “evet” afişleri asılıydı.
Bütün bu yol boyunca görebildiğim “hayır” pankartı, bilemediniz on tane olmalıydı. Bir-iki tanesi Florya–Yeşilköy civarında, geri kalanları Büyükdere ve Çayırbaşı’nda.
Bütün bunlara bir de televizyonlardaki “evet” konuşmalarını ekleyin.
Yandaş televizyonlarda zaten “hayır” diyen bir kimseye rastlamak mümkün değil.
Öbür televizyon kanalları da belli ki sıkı bir uyarı almışlar, “hayır” savunucusu bir kişiye tartışma programlarında rastlarsanız kurban kesmeniz gerekecek, Allah nazardan korusun diye.
Gazeteler de malum. Yandaş medyanın tiraj gücü, geleneksel medyanın tiraj gücünün yanında hiç önemli değil ama onun çaresi de bulunmuş, sayfa sayfa “evet” ilanlarıyla.
Bu ağır propagandanın önemli bir işlevi var: “Öğrenilmiş çaresizliği” beslemesi, güçlendirmesi.
AKP’nin ilk iktidara geldiği 2002 seçimini bir kenara bırakın, sonraki seçimleri önemli oy oranlarıyla kazanmasının yarattığı bir duygu bu.
Tabii, bu duygunun uyanmasında önce Deniz Baykal’ın, sonra Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’nin yetersizliklerinin ve seçmene bir ümit verememiş olmalarının da rolü var.
Ve bu, halkın bir bölümünde “yenilgiyi peşinen kabul etme”duygusu yaratıyor.
Araştırmalar gösteriyor ki “hayır” demeyi düşünen seçmenlerin bir bölümü, “Nasıl olsa evet çıkar” duygusuyla sandığa gitme konusunda gönülsüz.
Bu ağır propaganda kampanyasının sonuçlar üzerindeki en önemli etkisi bu olacak gibi geliyor bana.
Çünkü bu propaganda, normal bir seçim olsa oyunu AKP’ye verecek bir bölüm seçmeni hâlâ ikna edebilmiş değil.
Onun için Türkiye’nin geleceği için tarihi önemdeki bu referandumda mutlaka oy kullanmak gerekiyor.
Oyunuzu hangi görüşten yana kullanırsanız kullanın ama mutlaka kullanın.
Benim çocukluğumun siyah-beyaz Türk filmi günlerinde, mahkeme sahneleri, tonton hâkimin kötü adamı ağır bir cezaya mahkûm etmesinden sonra mağdurun ya da yakınlarının “Yaşasın Türk adaleti” diye bağırmalarıyla biterdi.
O günler “Eski Türkiye’de” kaldı, Yeni Türkiye’de artık mağdurların değil, mağrurların adaleti borusunu öttürüyor.
Geçenlerde aralarında Atila Taş’ın da olduğu bazı sanıklar ile ilgili davada, mahkeme heyeti, 21 sanığın tahliyesine karar vermişti.
Sonra savcılık bir başka neden buldu, başka bir suçtan yine tutuklanıp hapishanede kaldılar ama medya davasından haklarında adli kontrol ile tahliye kararı vardı.
Ve HSYK, bu kararı veren mahkeme heyeti ile duruşma savcısını görevinden uzaklaştırdı.
Gerekçe “tahliyelerin maksatlı olma olasılığı”!
Tutuklu yargılamanın en son başvurulması gereken bir yöntem olduğunu bilmeyen kalmamış olmalı.
Deliller toplandıysa, sanıkların kaçmasını önleyecek önlemleri de adli kontrol ile alabiliyorsanız, niye tutuklu yargılıyorsunuz?
Ve şimdi HSYK’nın bu kararından sonra, hangi davada mahkeme heyetinin “tutuksuz yargılama” kararı vermesini bekliyorsunuz?
HSYK’nın bu kararı, açık bir şekilde hâkim ve savcılara gözdağı vermektir.
Belli davalarda tahliye kararı verenlerin başının derde gireceğini herkesin gözüne sokmaktır.
Böyle adalet olmaz, böyle yargılama olmaz.
Bu, Türk adli tarihine geçecek utanç sayfalarından biri olarak anılacak bir karardır.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe girişiminin “kontrollü” bir darbe olduğu kanaatinin güçlendiğini söyledi ve elinde bununla ilgili bir dosya olduğunu açıkladı.
“Dosya nerede” diye soran gazetecilere de “Daha sonra açıklayacağım bir toplantı yapabilirim” dedi.
Ve yanıtını da anında Recep Tayyip Erdoğan ile Binali Yıldırım’dan aldı.
Önümüzdeki bir hafta da şimdi bu şarkıyı dinleyeceğiz, isterseniz kulaklarınızı tıkayın.
Bu bir tek olay bile Kılıçdaroğlu’nun neden siyasette değil, emekli kahvesinde olması gerektiğini göstermeye yetiyor aslında.
Elinde bu kanaatini güçlendirecek ya da kanıtlayacak bir dosya olan politikacı, bunun üzerine yatmaz ya da turşusunu kurmaz.
Çıkar ortaya, bangır bangır bağırır, kanıtlarını ortaya döker, siyasi rakiplerinin iktidar için neleri göze alabileceklerini herkese gösterir.
Bunu yapamıyorsanız, dedikodu yapıyorsunuz demektir, ana muhalefet partisinin lideri de dedikoduyla zaman harcamaz.
Bu referandumda “evet” çıkarsa bilin ki bu CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun basiretsiz ve beceriksizliğinden olur.
Doğru dürüst bir kampanya yürütemiyorlar.
Bunu yapamadıkları gibi neredeyse her hafta, rakiplerinin eline, doya doya çiğneyip sakız edecekleri bir koz veriyorlar.
Türkiye’nin, sadece AKP zihniyetinden değil, bu CHP’den ve bu siyaset yapma biçiminden de kurtulması lazım.