Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Binali Yıldırım'ın genel başkan seçildiği AKP 2. Olağanüstü Kongresi'nden izlenimlerini aktardı. Atay, "Esas bomba, Bozdağ 'Ustaların Ustası'ndan gelen mesajı okurken patladı. Önce Bozdağ, sonra divan kurulu, ardından salonun ortasındaki delegeler, nihayet tüm salon ayağa kalktı ve gelen mesajı adeta ilahi katlardan gelen vahiy gibi dinlediler. Kongrede herkes İstiklal Marşı okunurken ayağa kalktı. Ve Kongre’de herkes 'Reis’in Mesajı' okunurken de ayağa kalktı! Ama bu durumda 'Reis' tabiri de kifayetsiz. Artık karşımızda bir 'Kült', bir 'Tapınç Makamı' var" diye yazdı.
"Davutoğlu, o son derece etkili ve satır aralarında nüanslıca 'çakma'lar ihtiva eden konuşmasını tıklım tıklım dolu bir salona yaptı" ifadesini kullanan Atay, "Yıldırım ise neredeyse yarı yarıya boşalmış bir salona konuştu.. bile diyemiyoruz, konuşamadı! İlk kitlesel performansta dökülüşünü izledik onun; sesi de yetmedi, 'sentaks'ı da yetiremedi" dedi.
Ahmet Davutoğlu, dün son kez Başbakan ve Genel Başkan sıfatıyla kürsüye çıktığı kongrede, "Yeni bir kongre için karşınıza çıkmak benim arzu ettiğim bir şey değildi. Bu durumun sizin ve milletimizin maşeri vicdanında yarattığı rahatsızlığın da farkındayım" diye konuşmuştu. "Fiili durum hukuki hale getirilmeli, bunun yolu başkanlıktır" diyen Binali Yıldırım'ın konuşurken sesi kısılmıştı. Yıldırım, "Sesime inat sizlerle muhabbet etmeye devam edeceğiz. Sesim kısıldı ama gönülden gönüle giden yolları hiç kimse engelleyemez. Yeni anayasayı, başkanlık sistemini getirmeye hazır mısınız?" ifadesini kullanmıştı.
Tayfun Atay'ın, "Bir Tayyib ayini" başlığıyla yayımlanan (23 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Aslında bu izlenim yazısı için kafamda şekillenen başlık, başlangıçta farklıydı.“Kareografik bir kongre” demeyi düşünmekteydim. Sunucu Muhammed Alpaslan o kadar çok “kareografi” sözcüğünü kullandı ki sayamadım. Salonu dolduran gençlerle bir sunucu olmaktan çok amigo gibi etkileşime girerken, onlara müsamere öğrencisiymişçesine pratik yaptırırken kullanıyordu bu sözcüğü bol bol... Misal:“İstanbul ekibi hazır mı? Genel Başkanımız Sayın Ahmet Davutoğlu salona girdiğinde onlarla başlayıp KUTLU YÜRÜYÜŞE DEVAM diye kareografiyi seslendiriyoruz, tamam mı?!”
Sonra Divan Kurulu Başkanlığı’na seçilen Bekir Bozdağ da AKP gençlik kollarının hazırladığı “kareografi”yi izlemeye davet etti bizi!.. Diriliş (“Recep Tayyip Erdoğan”) şarkısı eşliğinde tribünde aşağıdan yukarıya doğru açılan, ortada Erdoğan, soldaYıldırım, sağda da Davutoğlu olmak üzere yükselen üç file poster sökün etti o“kareografi”de.
Tabii bu şarkı etkinliğin en merkezi simgesiydi ve bu simgenin ürettiği anlam, beni başka bir başlık arayışına sevk etmeye başladı ama yine de yukarıdaki başlığı icat etmeme zaman vardı.
Erdoğan’a “tazim” mahiyetli bu şarkı, Binali Yıldırım salonu turlarken de hayli volümlüce dolaşımda oldu. Sunucu, “Genel Başkan adayımız sayın Binali Yıldırım ve eşi Hanımefendi sizleri selâmlıyor” derken bu “Reeeceeep Tayyiiiip Erdoğann”terennümünü dinledik. Platforma da aynı şarkı eşliğinde çıktı ve inip yerine otuırdu Yıldırım...
Anladım ki bu da şahane bir “Recep-Tayyip-Erdoğan kareografisi” idi ve Yıldırım bunun sadece bir aksesuarıydı!..
Tüm bunlar, kalabalığı çokcoşkusu yok salonla birleşti ve AKP’nin artık dinamizmini yitirmiş statik, bürokratik ve işte “kareografik” bir parti haline geldiği fikrine kendimi kaptırmama neden oldu.
‘Dava’ydı, ‘Marka’ oldu!
Bu çerçeveyi iki etken üzerinden revizyona tâbi tutmak durumunda kaldım. Birincisi, bana yazımın başlığını verdi. Divan Kurulu Başkanlığı’na oturan Bozdağ, yaptığı konuşmada AKP’nin bir “marka” olduğunu söyleyip (demek ki aslında “Dava”gitmiş “Marka” gelmiş!) bu “dünya markası”nı yaratan “Ustaların Ustası”na“Selamünaleyküm” dedi ve ekledi:
“Ak Parti, Tayyib’in partisidir!.. Ve varoldukça da ‘Tayyib’in Partisi’ olacaktır.” Ardından (hani şu Atatürk için okullarda okutulan “And”ı çağrıştırırcasına) Erdoğan’a yönelik olarak “Size sadakatle, açtığınız yolda, gösterdiğiniz istikamette bu kutlu yolda, yolculukta yürümeye azimle devam” edeceklerini “and olsun” dercesine ifade etti.
Bu da “son vuruş” değildi! Esas bomba, Bozdağ “Ustaların Ustası”ndan gelen mesajı okurken patladı. Önce Bozdağ, sonra divan kurulu, ardından salonun ortasındaki delegeler, nihayet tüm salon ayağa kalktı ve gelen mesajı adeta ilahi katlardan gelen vahiy gibi dinlediler.
Kongrede herkes İstiklal Marşı okunurken ayağa kalktı. Ve Kongre’de herkes “Reis’in Mesajı” okunurken de ayağa kalktı!.. Ama bu durumda “Reis” tabiri de kifayetsiz. Artık karşımızda bir “Kült”, bir “Tapınç Makamı” var.
Yazımızın başlığını bize veren bu oldu:
Kongre, esasen bir “Tayyip ayini” idi.
‘Mâşeri vicdan’a havale
Ancak harmoniyi bozan bir mütevazı “anomali” de yok değildi.
Görevi devreden genel başkan ve başbakan Davutoğlu...
Hepimizi en çok şaşırtan, ona yönelik ilgi ve sempatinin yüksekliği idi. Çok sönük bir karşılama beklerken o salona girdiğinde ve tur atarken ortalık inim inim inledi. Özellikle Binali Yıldırım’ın salon turu ile kıyaslandığında inanılmaz bir tezahürat asimetrisi söz konusuydu.
Bu talimatla mı böyleydi kimilerimizin öne sürdüğü gibi?.. Ya da partililer “Davutoğlu Ahmet Hoca”larına, “Bir Bilge Adam”a içten ve duygusal bir veda performansı mı sergilediler samimiyetle?..
Yoksa bu, AKP’nin hâlâ bir “parti hüviyeti” taşıdığına ilişkin son noktayı temsil eden Davutoğlu dolayımıyla partililerin içe dönük ve müeddep bir itirazının dışavurumu muydu?!
Türkiye’nin AKP’ye bir parti olarak elveda, bir “aygıt” olarak merhaba dediği “ayinsel”buluşmada o “tapınç makamı” karşısında ancak bu kadar mı olabiliyordu hoşnutsuzluğun ve endişenin ifadesi?..
Kim bilir, ama bu yönde spekülasyonu daha da kışkırtır bir başka “asimetri” daha müteakiben karşımıza çıkacaktı:
Davutoğlu, o son derece etkili ve satır aralarında nüanslıca “çakma”lar ihtiva eden konuşmasını (“Bu durumun [ayrılış biçimini kastediyor] sizin ve milletimizin mâşeri vicdanında yaratttığı rahatsızlığın farkındayım”; “İktidar bir emanettir, kimse oemanete ihanet etmemeli, iktidar sarhoşluğuna, güç yozlaşmasına kapılmamalı”) tıklım tıklım dolu bir salona yaptı. Yıldırım ise neredeyse yarı yarıya boşalmış bir salona konuştu.. bile diyemiyoruz, konuşamadı! İlk kitlesel performansta dökülüşünü izledik onun; sesi de yetmedi, “sentaks”ı da yetiremedi...
İnce ayrıntıdır, ihmal edilir. Siyasi partiler, “politik toplum”un değil, sivil toplumun parçalarıdır; sendikalar, dernekler gibi...
Bel ki de Davutoğlu, her şeye ama her şeye karşın AKP’nin hâlâ bir sivil toplum kuruluşu anlamında “parti” olduğunun son resmi ve sesiydi.
Şimdi bir “resmi ibadetgâh”a dönüşmüş bu oluşumun başında ise sesi çık(a)mayan bir biri var ve bu performansla olsa olsa Başkanlık sürecine giden yolda beklenenden daha hızlı bir seyrin oluşmasına sebep olacaktır.