Yeni Şafak yazarı Mehmet Acet, MHP yönetiminde görevi bulunan bir partiliyle konuştuğunu, "iş, tayin taleplerinin arttığını" söyledi. "Bir üniversitenin rektör adayı destek için MHP Genel Merkezi’ne geliyor. 'Devlet Bey, Cumhurbaşkanının kulağına bir fısıldasa benim iş hallolur' diyor" diyen parti yetkilisine “Devlet bey bu tür talepleri iletiyor mu” diye soran Acet, "Zinhar" yanıtını aldığını söyledi.
Acet'in "Bir ona bak bir buna" başlığıyla (11 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Hatırlayalım.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli geçen hafta, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştükten sonra bir açıklama yaptı.
Şunları söyledi:
“Sayın Cumhurbaşkanı çok yönlü olayları takip ediyor ve kararlı bir davranış içinde bulunuyor. Kendilerine başarılar diliyoruz. MHP, bu tutarlı politikalar devam ettiği sürece Sayın Cumhurbaşkanı’nın yanındadır.”
Bu duruşun bir de arka planı var.
Bahçeli, Erdoğan randevusuna gitmeden önce partisinin MYK’sını topluyor.
Orada alkışlarla karşılanan şöyle bir konuşma yapıyor:
“Biz Tayyip Erdoğan ile zamanında çok kavga ettik. Ben ona hakaret ettim, o bana. Ama şimdi durum farklı. Cumhurbaşkanına bir saldırı var. Sanmayın ki bu saldırılar onun şahsına yapılıyor. Bu, Erdoğan’ı değil, Türkiye’yi hedef alan bir saldırı. Asıl bedeli Türkiye ödeyecek. Muhalefetteyiz diye buna göz mü yumacağız? Böyle bir lüksümüz var mı?”
Bahçeli, parti kurmaylarına bunları söylüyor, alkışlarla da sözlerine destek buluyor.
Başka bir şey anlatayım:
MHP yönetiminde görevi bulunan bir partiliyle konuştum.
Sağdan soldan, iş, tayin talepleri bu dönemde artmış.
Bir üniversitenin rektör adayı destek için MHP Genel Merkezi’ne geliyor.
“Devlet Bey, Cumhurbaşkanının kulağına bir fısıldasa benim iş hallolur” diyor.
Sordum:
“Devlet bey bu tür talepleri iletiyor mu” diye.
“Zinhar” dedi, konuştuğum parti yetkilisi.
“Hayatta bu işlere girmez”
Bu ne demek?
Bahçeli, gerçekten de iktidar nimetlerinden yararlanmak için değil, ‘dış politika’, ‘terörle mücadele’ ve ‘anayasa uzlaşması’ ile çerçevesi çizilen üç alandaki ortak yaklaşım biçimi nedeniyle Cumhurbaşkanı ve Ak Parti’ye destek veriyor.
Sonuçta Ak Parti ve MHP iki ayrı parti.
İlkeleri, ideolojileri, meselelere yaklaşım biçimleri birçok alanda farklılık gösteriyor.
Ak Parti’nin MHP desteği ile sınırlı kalmadan hareket etmek durumunda olduğu alanlar da var.
Fakat yukarıda sıraladığım, ortak yaklaşım sergiledikleri üç başlığa baktığınız zaman, üçünün de parti meselesi değil, memleket meselesi olduğu görülüyor.
İşte bu noktada, CHP ile MHP’nin pozisyonları birbirine yüz seksen derece zıt bir noktada duruyor.
Sadece dünkü grup toplantılarında yapılan konuşmalara baktığınızda bile bu pozisyon farklılığı hemen kendini gösteriyor.
CHP, Türkiye’nin güvenliği, ülkenin geleceğini tehdit eden güncel konularda, Bahçeli’nin durduğu yerin tam tersi yerde duruyor.
Mesela gündemimizde dış politika ve terörle mücadele başlığı içinde değerlendirebileceğimiz iki mesele var.
ABD ile yaşanan vize restleşmesi.
Rusya ve İran’la uzlaşılarak başlatılan İdlib operasyonu.
Şimdi bu iki konuda Kılıçdaroğlu’nun dünkü sözlerinden küçük alıntılar yapalım:
Vize bahsinde diyor ki CHP Genel Başkanı:
“Alınan bir karar var ve bu karar çok ağır, siz ise yükü tümüyle büyükelçinin üzerine yıkıyorsunuz.”
Hangi büyükelçinin?
Veda turlarını Türk/Amerikan ilişkilerine yeni bir kriz alanı bırakarak yapan ABD büyükelçisi John Bass’ın.
İdlib konusunda ise, tutarsız gibi görünen ama özünde Türkiye’nin üzerine gelen belalara, ‘iktidar altında kalırsa’ umuduyla yaklaşan bir ana muhalefet yaklaşımı var karşımızda.
Mesela Kılıçdaroğlu, “TSK, İdlib’e gidiyor. Türkiye kendi sınırlarını güvence altına almak zorundadır, biz askerin İdlib’e gidişine destek veriyoruz” dedikten sonra,
“İdlib’den gelecek her şehidin sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan’dır”gibi bir cümle sarf ediyor.
Şimdi hatırladım.
Kılıçdaroğlu, 2010 yılında CHP’nin başına geçtikten bir süre sonra ABD’den gelen davetlere neden icabet etmediği sorusuna, “Bizim geçmişimiz emperyalizmle mücadele ile geçti. Şimdi bu davetleri kabul eder gidersek, yanlış anlaşılır” gibisinden cevaplar vermişti.
Demek ki artık köprünün altından çok sular akıp gitmiş diyeceğim de tam olarak öyle de diyemiyorum.
Şundan dolayı:
Geçen yıl, devletin derinliklerinde görevler üstlenmiş iki ismin, Meclis 15 Temmuz Darbe Araştırma Komisyonu’na yaptıkları açıklamalar hadiselere düz bakanlar için şok etkisi yapmıştı.
Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar.
Mehmet Ağar şöyle demişti:
“Ben şube müdürlüğündeyken sol örgütlerin ardında Rusya var sanırdım, meğerse sadece TKP’yi desteklermiş SSCB. Bu örgütlerin ardında Batı varmış.”
Emre Taner ise, hemen hemen aynı anlama gelecek şu sözleri sarf etmişti:
“Türkiye’nin başına ne bela geldiyse Avrupa’dan geldi. 1970’lerde Türkiye’de bulunan aşırı solun arkasında Avrupa’daki bazı siyasi örgütler ve gizli servisler vardı. Moskova yoktu.”
Bu durumda, mevcut davranışlarını, pozisyon alışlarını akılda tutarak Kılıçdaroğlu’nun 1970’lerdeki solculuğunun da araştırılması gerektiğini söylesem, bana hak verir misiniz?