Ressam Devrim Erbil, "Uygarlık tarihine baktığımızda gelişen, gelişmekte olan ya da gelişmemiş tüm toplumlarda da sanat var. O halde sanat, toplumun vazgeçilmez bir altyapısı" diyerek, "Bu nedenle sanat sadece varlıklı ve gelişmiş ülkelerin unsuru değil" ifadesini kullandı. Erbil yeni sergisinden bahsederek, "Yaratıcı düşünceler toplumun ileri gitmesini sağlıyor. Bizde resmi, heykeli sadece bir süs olarak gördüğümüz zaman bu böyle devam eder ve çok eksiktir" diye konuştu.
Erbil’in İstanbul’u tarihi, kültürel ve sanat eserleriyle resmettiği yeni sergisi ‘İstanbul’a Bakış’ Nişantaşı’ndaki F Sanat Galerisi’nde açıldı. 5 Ocak’a kadar gezilebilecek sergide 14 tuval üzeri yağlı boya, 5 adet de gravür ve sanatçı baskısı eseri var. Kendine has fotografik ve uzaydan görünümün kesiştiği ‘İkili Bakış’ tekniğini kullanan Erbil, şehrin özel mekânlarını en çarpıcı halleriyle sunmaya çalışmış. İstanbul’un sanatçı kişiliğinin gelişmesinde çok önemli olduğunu vurgulayan Erbil Karar'dan Işıl Çalışkan'a konuştu.
Ressam Erbil'in açıklamaları şöyle:
* Resimlerinizde ağırlıklı olarak İstanbul’u işliyorsunuz. İstanbul sizin için ne ifade ediyor?
İstanbul, 60 yıldır sanat hayatımın ve tüm özel yaşamımın geçtiği yer. Anılar ne ifade ediyorsa İstanbul da benim için onu ifade ediyor. İnsan daima anılarının oluştuğu ve yaşanmışlıklarının biriktiği bir kente bakar, onu izler. İstanbul sadece sıradan bir kentte bir yaşamı barındırmaz içinde. Birçok özelliğiyle dünyada da eşi benzeri bulunmayan bir şehirdir. Tarihi dokusu ve doğal güzellikleriyle.... Üç imparatorluğa başkentlik yapmış, içinden Boğaz geçen hiçbir kente benzemez. Güzellikleri, zengin ve çeşitli yaşam biçimleriyle herkesin ilgisini çeker. Bir sanatçı olarak bu çekimden uzak kalmak mümkün değil. Kaldı ki çeşitli kültürlerin biçimlendiği, gelip geçtiği, üzerinde pek çok etkilerin oluştuğu son kazılarla 12 bin yıla ulaşan bir geçmişe sahip özel bir kenttir. Öğrencilik yıllarımda müzelerinden, Boğaz’ından, İstanbul’u izlemekten, bütün mevsimlerini orada coşkusuyla renkliliğiyle yaşamaktan çok etkilendim. İstanbul, sanatçı kişiliğimin gelişmesinde bu nedenle çok önemli bir anlam taşır, ben bu anlamı dile getirmeye çalışıyorum.
* Son resimlerinizde ‘İkili Bakış’ tekniği kullanıyorsunuz. Nedir bu ‘İkili Bakış’?
İki ayrı bakışın, yani fotografik bakış ve uzaydan bakışın kesişmesiyle yeni estetik değerlere ulaşma çabamı gösterir. Çünkü bakış açısı sanat tarihinde her zaman çok önemli. Her dönemin her kültürün farklı bakışları vardır dünyaya. Ben iki ayrı bakışın biri belki minyatürlerde kullanılan ama ikincisi denenmemiş, benim bulduğumu söyleyeceğim ikinci bir bakıştır. İç mekânla dış mekâna yukarıdan bakıp bir yapının veya kentin görünüşlerinin üst üste gelmesi. Örneğin Süleymaniye Camii’nin yukarıdan görünen kubbeleri, bunlara saydam ya da çizgisel kubbeler de diyebilirsiniz, içinde namaz kılan insanlar... Yaşanan gerçekle tarihi bir yapının renkli çizgilerinin kesişmesinden ortaya çıkan yeni bir estetik, yeni bir duyarlılık, yeni bir bakış açısı.
* İstanbul Boğazı’na resimlerinizde sıkça yansıtıyorsunuz. Boğaz’ın sizin için nasıl bir önemi var?
Boğaz olağanüstü bir yer. İstanbul’a kimliğini veren özel bir coğrafi oluşum. Sadece bir taraftan denize baktığınızda büyük bir boşluk görürsünüz. Oysa Boğaz’ın iki yanından karşılıklı baktığınızda yaşayan bir İstanbul’u hissetmeniz mümkün olabilir. O nedenle Boğaz üstelik de sürekli akan, değişen canlı bir ortamı yansıtır. Her kıvrıldığı, geçtiği yerde etrafında zenginlikler bırakır. Her mevsimde bu zenginlikler çeşitlenir. Erguvanlar açtığında farlıdır. Bir lodos estiği zaman denizin rengi farklıdır, martıların kanatlarının denize değerek uçtuğu hafif bir bahar sabahında başkadır...
* İstanbul’un neyini resmetmeyi sevmiyorsunuz?
İstanbul’a çok yakından bakıp kalabalıkları, trafiğini, aynı topluluğun insanlarının birbirine girmesini seviyorum. Ben değişik dönemlerde yaşadığım için darbelerin olduğu günleri, kavgaları, öğrencilik zamanlarımızdaki Kıbrıs Olayları olduğu zamanki mitingleri, çatışmaları, kavgalar içinde yaşayan İstanbul’u bir de gereksiz bir görsel kirlilik doğuran anlamsız afişleri, yazıları yani düzensizliği sevmiyorum. Ama yukarıdan baktığım zaman onları görmem mümkün değil.
* Türkiye’de diğer sanat dallarıyla kıyaslandığında resim istenilen yerde mi?
Hayır maalesef. Ama diğer sanat dalları da istenilen yerde değil. Çünkü bütün bu yapılanlar estetikten uzaksa çünkü görsel sanatların özellikle resmin öyle bir anlamı var. Bir kente, yapılara estetiği getiriyor. Uygar kentlere bakın bir. Onların alışveriş merkezleri heykelden, sanat eserinden geçilmiyor. Havaalanlarında büyük boyutlu resimler, her ülkenin kendi kültürünü yansıtan heykeller var. Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri bunlarla örtülü. Sanat ancak varlıklı ülkelere mahsustur zannetmeyin! Böyle bir şey yok. Uygarlık tarihine baktığımızda gelişen, gelişmekte olan ya da gelişmemiş tüm toplumlarda da sanat var. O halde sanat, toplumun vazgeçilmez bir altyapısı. Bu nedenle sanat sadece varlıklı ve gelişmiş ülkelerin unsuru değil. Ama yüzlerce katları olan yüzlerce metrelik binaların, Dubai’de de New York’ta da böyle, hep sanatla, heykelle ve büyük sanat eserleriyle büyük bağlantısı olduğunu görüyoruz. Çünkü oradaki resimler heykeller sadece bir anlık bir estetik duyarlılığı karşılamakla yetinmiyor. İnsanlara yeni hayal güçleri, yaratıcı düşünceler kazandırıyor. O yaratıcı düşünceler de o toplumun ileri gitmesini sağlıyor. Bizde resmi, heykeli sadece bir süs olarak gördüğümüz zaman bu böyle devam eder ve çok eksiktir.
* Türkiye’de ressam olmanın nasıl bir sorumluluğu var?
Türkiye’nin bir ayrıcalığı yok. Sanat tarihi boyunca nasılsa şimdi de öyle. Sanatın daha ciddiye alınması gereken bir olay olduğu kanısındayım. Sanat sadece duvardaki bir resim ya da bir heykel değil insanları yeni bir yaşam biçimine, yaratıcı bir düşünceye götürme, özgür düşüncenin yeni yaşam biçimlerine ulaşması için toplumu hareketlendiren bir unsur. Sanatçıyı ise daha ileri ve çağdaş boyutlara götüren kişi diye niteliyorum.
* Tablolarınız çok satıyor. Siz tablonuzun nereye asılmasını istemezsiniz?
İnsan nerede varsa benim resimlerim de oralarda olmalı. Bir resmi sadece bir mekândaki üç beş kişiyi kucaklamamalı. Kentin büyük yapılarının duvarlarında cephelerinde olmalı. Bir resmi aynı anda binlerce kişi izleyebilmeli. O zaman toplumla sanat daha çok kaynaşır. Ben o yüzden seramik, mozaik, özgün baskı yapıyorum. Bunların hepsinin insanla, bireyle, toplumla sanatı birbirine yaklaştırıcı durumu ortaya çıkardığına inanıyorum.