Burak Cop
7 Haziran seçimini takip eden koalisyon tartışmalarıyla beraber restorasyon sözcüğü günlük siyasal dilde artan biçimde kullanılır oldu. Bu Türkiye’deki popüler siyasi jargonda bir yenilik. Yakın tarihte TKP mahfilleri 28 Şubat dönemini restorasyon sözcüğüyle adlandırıyordu.
Bu bakış açısına göre bizzat 12 Eylül’ün (yani ordunun) araçsallaştırarak palazlandırdığı gericilik kontrolden çıkmış, Refah Partisi ile iktidara gelmiş ve Türkiye’nin egemen sınıfları ile onların bağlı bulunduğu emperyalist sistemin isteği doğrultusunda RP, TSK’nın koordinasyonuyla alaşağı edilmişti.
Böylece siyasal sistem ve onun altyapısını oluşturan iktisadi ilişkiler RP öncesi döneme döndürülmeye çalışılmış, o dönem restore edilmişti. Tabii 1980’lerden farklı olarak gericilik artık bir tehdit olarak tanımlanıyordu. 28 Şubat müdahalesinin akabinde oluşan kısmen yapay koalisyonlar ise ülkedeki siyasi ve hele ki ekonomik istikrarsızlığı çözüme kavuşturamamış, bu bunalımdan da İstanbul sermayesi ile emperyalist sistemin çıkarlarını gözetecek, ehlileştirilmiş bir gericiliğin çekirdeğini oluşturduğu yeni bir proje doğmuştu: AKP.
TKP’nin bir yayın organında AKP projesi şöyle betimleniyor (Gelenek dergisi, Ocak 2012): “Nasıl ki 1980’nin askeri rejiminin yeni dünyayı okuma konusunda sınırlılıklarının ortaya çıkması üzerine Özal boynuz olarak kulakları geçmiştir, AKP de restorasyon rejiminin ve dolayısıyla 28 Şubat’ın Türkiye kapitalizmi için istekleriyle kapasitesi arasındaki açıyı örtecek bir güç olarak doğmuştur”.
Adı geçen sol çevrenin 28 Şubat özelinde kullandığı bir terim olan restorasyonun popüler siyasi dile yerleşecek kadar yaygınlık kazanmadığını başta söyledik. Lakin 2015 Türkiyesi’nin tarihi yazılırken “AKP’li yılları takip eden restorasyon döneminin başlangıcı” gibi bir ibare gelecekte sıkça kullanılabilir. AKP’nin daha güçlü bir şekilde geri dönmesini mümkün kılacak bir erken seçim yaşamayacaksak tabii.
Restorasyon teriminin siyasal anlamda kullanılması akla İngiliz (17. Yüzyıl) ve Fransız (19. Yüzyıl) restorasyonlarını geliyor. Her iki dönemde de devrimli/çalkantılı yılların ardından müesses nizam yeniden oturtulmuştu. İngiltere’de Cromwell’in sarstığı kraliyet yeniden vaziyete hâkim olmuş, Fransa’da da Napolyon’un düşüşünden sonra Bourbon Hanedanı yeniden başa geçirilerek Fransa rejimi yine monarşiye dönüşmüştü.
Ancak nasıl ki 28 Şubat Restorasyonu’nun şefleri bir jenerasyon önceki generallerden farklı olarak siyasal İslamcılığı 1 numaralı tehdit olarak tanımladıysa, Fransa’da da restorasyon meşruti monarşi niteliğine büründü. 1815’ten 1848’e kadar da Bourbonlarla Orleanslılar arasında, liberalizmle mutlakiyetçilik arasında salınımlar yaşadı. Eh, Eski Çağ filozofu Herakleitos’un dediği gibi “Hiçbir zaman aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız”.
Türkiye’de de restorasyon vakti geldiğini söyleyenlerin murat ettiği şey, AKP’nin Batı emperyalizmi (buna “uluslararası toplum” diyenler de var) için astarı yüzünden pahalı hale geldiği 2011 dönemecinin öncesine mi dönmek, yoksa İstanbul sermayesi ile hasımlaştığı 2007 dönemecinin evveline mi gitmek bilmiyorum.
Mimaride değilse bile siyasette restorasyon, tınısı güzel bir sözcük değil. Müesses nizamın geri getirilmesini, egemenliği sarsılanların egemenliğinin tazelenmesini, hâsılı kelam sanki biraz tutuculuğu ima ediyor. Bunun güncel siyasetteki karşılığı CHP kitlesinin AKP ile bir koalisyona ikna edilmesiyse, ki memleketin sınırlı sayıdaki ciddi siyaset habercilerinden Çiğdem Toker İstanbul sermayesinin bunu arzu ettiğini yazıyor (Cumhuriyet, 10 Haziran), o zaman dün telefonda dertleştiğim Antakyalı parti emekçisinin şu sorusu yanıtsız kalır: “Bizim çocuklar; Ali İsmail, Abdocan, Ahmet boşuna mı öldü yani?”.
Tabii ki siyasette ne intikam olmalı ne de kan davası. Ama Soma, Ermenek, Torunlar gibi işçi katliamlarına sebep olan yapısal bozuklukla; ucu meşhur İranlı’ya ve malum şahsın durgun zekâlı oğluna varan yolsuzlukla; Türkiye’de iç savaş çıkartmayı dahi göze alan Kabataş yalancıları ve onların yancılarıyla; iç güvenlik, internet, MİT yasalarıyla; ateşi Reyhanlı’ya da sıçrayan Suriye yangınına benzin sıkanlarla; 4+4+4 “reformu”yla… Hadi 2011 öncesinden geçtim, 2011 sonrasıyla hesaplaşmayan bir iktidar, son 4 yılın yanlışlarını düzeltmeyen bir iktidar, içinde CHP’li bakanlar dahi olsa CHP’ye oy vermiş 12 milyon seçmenin içine siner mi?
De-Tayyibizasyon planı olmadan kurulacak bir koalisyon hükümeti sermaye düzeninin restorasyonu olabilir, ama Türkiye halkının rehabilitasyonu, asla.