Pınar Öğünç
(Radikal, 4 Mayıs 2012)
Yaşam hakkından konuşuyorduk değil mi? Kürtaj mevzuu böyle açılmıştı. Geçen cumartesi Roboski köylüleri kayıplarının fotoğraflarını ellerine alacaklardı. Ölülerini getirdikleri yolun tersine yürüyerek ‘oraya’ gidecekler ve oturacaklardı. Plan son anda bozuldu, eylem ertelendi. Neden? Çünkü bu büyük acı yetmezmiş gibi, cuma gecesi 11 sularında köye bir ölüm haberi geldi. 19 yaşındaki Abdullah Encü, çalıştığı kömür ocağında 50 metreden aşağı yuvarlanıp bir su göletine düşmüş, boğularak hayatını kaybetmişti. Pisi pisine mi? Şırnak civarında irili ufaklı kömür ocakları var böyle. Buralar çalışmak için seçeneği fazla olmayan bölgenin erkekleri açısından önemli. Hatta şansı yaver gidip üniversiteye uzanabilenlerin maden mühendisliği okumaya yeltenmesi de bu yüzden. Abdullah Encü, Roboski’ye iki kilometre uzaklıktaki ocakta koruma olarak çalışıyordu. Cuma gecesi 10 sularında makine hâlâ çalıştığından o da işinin başındaydı. Üç arkadaş sigara molasından dönerken hasbelkader ikisi önden yürüyordu, Abdullah arkada. Bir haykırışla Abdullah’ın yuvarlandığını ve derinliği zaman içinde iyice artmış su birikintisine düştüğünü fark ettiler. Fakat yetişemediler. Ocağı bilen, Abdullah’ı tanıyan ya da şahitlerle görüşen köylülerin şüpheleri var. Gece çalıştıkları yerde ışıklandırmanın ne kadar yeterli olduğundan yahut alanın iş güvenliğini sağlayacak biçimde çevrildiğinden emin değiller. Olması icap ettiği gibi bir maden mühendisi çalışıyor muydu ocakta? Bu da korkarak sordukları bir soru. Şuna da açıklık getirmeli. Gülyazı, Ortasu köylerinde soyadı Encü olanların toplamı ben diyeyim üç bin, siz deyin dört bin. Ölen Abdullah’ın da katliamda kaybettiği kuzenleri var ama bütün Encüler de akrabası değil. Tıpkı ocağı işletenin, akrabası olmayan başka bir Encü olması gibi... Ben görüştüğümde daha cenaze otopsi için götürüldüğü Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’ndan gelmemişti. O rapor çıkacaktır, olayda sorumluluğu olanlar için bilirkişiler raporlarını yazacaktır, dava açılacaktır. Bakılacaktır. Ama şurası kesin ki Abdullah dönmeyecektir. Taşeron sevdalıları Dün hayatımda ilk kez yüzlerce kişinin önünde bir söyleşi yaptım. İstanbul’da, Galatasaray Lisesi’nin önündeydik. Etrafımızda Davutpaşa’da, Ostim’de, Van-Bayram Otel’de, Esenyurt’ta, Bursa-Kemalpaşa’da, Zonguldak-Karadon’da yakınlarını iş cinayetlerinde kaybedenler vardı. Onlar birlikteler, birbirlerinin davalarını takip ediyorlar ve üç haftadır her pazar 13.00’te de o noktadalar. Yanımda Haydar Keleş var. Bu kez teybim değil, mikrofonum açık, İstiklal Caddesi dinliyor. Haydar, 2010’da 35 bin vatlık akımın olduğu bir elektrik direğinde ölen, BEDAŞ’ta taşeron işçi Erkan Keleş’in kardeşi. Erkan’ın orta ya da yüksek gerilim hattına çıkma eğitimi ve belgesi yok, direk kazan vasıfsız işçi. Elinde yalıtımlı özel eldivenlerden değil, ‘kendi parasıyla’ nalburdan aldığı iki liralık plastik eldivenler var. Gelişmiş bir kontrol kalemine tekabül eden ıstankayı hayatında görmemiş. Onu getiren düz bir şoför, vinç ehliyeti yok. O yüzden de orada bulunması gereken BEDAŞ teknisyeni yanlış şalteri kapatıp da Erkan akıma yakalandığında, vinç aşağı indirilemiyor. Biri o zaman 20 günlük, iki çocuk babası, Trabzonlu Erkan Keleş can çekişerek ölüyor. Bu neyin kazası, bildiğiniz cinayet. Çünkü saydıklarımın hepsi taşeron sözleşmesinde var olan, şirketin tanımlanmış mesuliyetleri. Zaten mesele de bir kişinin indirmediği şalter değil, maliyetlerin iş güvenliğinden kesilerek düşürüldüğü, güvencesizliği teşvik eden, iş ucuza yapılsın diye lüzumlu denetimlerin bile isteye ihmal edildiği taşeron sisteminin kendisi. Erkan’ın ölümünde, inatçı bir hukuk mücadelesiyle, en tepedekinden en aşağıdakine, tam 21 kişi soruşturuluyor şu an. Genelde iki kişinin feda edildiği böyle davalar için istisnai bir durum. Taşeron sistemini, rekabet gücü artsın diye esnekleşmeyi teşvik ederek her sene en az 1000 işçinin ölümünde tuzu bulunanların bu ‘yaşam hakkı’ tiratları takdire şayan.