Roboski'ye sığınan Ezidiler: Bizi mümkün olan en uzak yere gönderin

Roboski'ye sığınan Ezidiler: Bizi mümkün olan en uzak yere gönderin

IŞİD katliamından kaçarak Roboski’ye sığınan Ezidilerle görüşen Cumhuriyet gazetesi yazarı Çiğdem Toker, Bahar Habat adlı bir Ezidi’nin “Ne Irak, ne Suriye. Biz artık buralarda yaşamak istemiyoruz. Çok teşekkür ederiz. Bizi gönderin. Mümkün olan en uzak yerlere yollayın bizi” dediğini yazdı.

Ezidilerin okullara yerleştirildiğini söyleyen Çiğdem Toker, yardım kolilerinin hiçbirinin devlet tarafından gönderilmediğini, yardımların tamamının Roboski-Der’in çağrısı üzerine bölge halkı tarafından toplandığını belirtti.

Çiğdem Toker’in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (29 Ağustos 2014) nüshasında yayımlanan, “‘Bizi uzaklara gönderin” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Bizi uzaklara gönderin’

 

Ezidiler; ne Irak, ne Suriye, biz artık buralarda yaşamak istemiyoruz diye feryat ediyor

Bu satırları Roboski-Der’in karayolu üzerindeki bürosunda yazıyorum.

Solumdaki duvarda, “hep genç kalacak” 34 ölünün çerçeveli fotoğrafı.

Karşımda ise üst üste dizili ve Hakkâri’den, Şırnak’tan, Cizre’den gönderilmiş gıda, giyim, ilaç yardımları.

Tasnif edilmeyi bekleyen bu kolilerin hiçbiri “devlet”in herhangi bir kurumundan gönderilmemiş.

IŞİD vahşetinden, arkalarında ölülerini bırakıp günlerce yürüyerek kaçmayı başarabilen Şengalli Ezidi Kürtler için toplanan yardımların tamamı, Roboski- Der’in çağrısı üzerine bölge halkından gelmiş.

Tarih sanki burada hiç durmadan, İbni Haldun’un yüzyıllar önce söylediği “Coğrafya kaderdir” sözünü doğrulamak için çalışıyor.

Bundan 973 gün önce, evlatları savaş uçaklarının bombardımanında parçalanan köylülerin adalet arayışı için kurduğu dernek, bugün bambaşka bir insanlık trajedisinin yaralarını sarmak için çırpınıyor.

Neredeyse dört yıl olacak... “Kaçağa giderken” bombalanan çocuklarının parçalanmış bedenlerini katırlarla getiren aileler, bugün aynı yolda yine katırlarla her gün ikişer-üçer bin kişilik kafileleri alıp Roboski’ye getiriyor.

Dile kolay, çoğunu kadın ve çocukların oluşturduğu, sayıları on bini geçen bir halk. Sadece son iki gün içinde 4 bin kişinin geldiği belirtiliyor. Bilgiyi, orada karşılaştığımız HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız verdi: Düne kadar Ortasu İlköğretim Okulu’nda misafir edilen Ezidiler, çocuklarda başgösteren “salgın hastalık tehlikesi” yüzünden tahliye edilmiş.

Zaten salgın hastalık olmasa bile aç, susuz ve yaralı bir durumda sürekli akan bir insan selinin tek mekânda barınması imkânsız.

Sarıyıldız, gelenlerin Silopi, Batman, Mardin’e gönderildiğini söylüyor. Ancak sadece HDP’li belediye ve vatandaşların araçlarıyla yapılabilen taşıma ve dağıtım düzenli ve sağlıklı olmaktan çok uzak.

Kimse, ama hiç kimse, devletin giderek büyüyen bu insanlık dramına ilgisizliğine anlam veremiyor.

Kulağa sert ve yakıcı gelse de buralarda sık konuşulan tahmin şu:

“Ezidiler Ezidi değil Müslüman olsaydı, bu perişanlık yaşanmazdı.”

Derneğin başkan yardımcısı (Uludere katliamında oğlunu kaybeden) Zeki Tosun, “Hükümet IŞİD’e destek verdiği için, Ezidilerin bu durumunu görmek istemiyor” yorumunu yapıyor.

 

Okul, açıkhava yemekhanesi

 

Foto muhabiri arkadaşım Vedat Arık ile birlikte Ezidilerin yerleştirildiği Yemişlik İlköğretim Okulu’na gidiyoruz.

Bahçe, okul sıralarından bir açıkhava yemekhanesine dönüşmüş. Köpük tepsilerde makarna dağıtılıyor gittiğimizde.

Bina içinde karşılaştığımız manzara ise ancak doğal afetlerde rastlanabilecek türden.

Adım atmakta güçlük çekiyoruz.

Okulun her katı, her koridoru, her sınıfı yere serili şiltelere oturmuş insanlarla dolu.

Karasinekler bayram ediyor... Biri 20 günlük onlarca bebeğin dinmeyen ağlayışları, çocukların gözlerindeki yaşlarına hiç uymayan o derin keder, sanki sonsuza dek susmaya karar vermiş gibi bakan kadınlar...

Sayamadığım kadar çok çocuğun ortasında oturan Bahar Habat onlardan biri.

IŞİD oğlunu öldürmüş. Kocası Şengal’de savaşıyormuş. Zorlukla dökülüyor kelimeler ağzından.

“Peşmerge bize ihanet etti. Sizi koruruz dedi ama bırakıp gittiler” diyor.

Naif Bedil polismiş. “Biz orada ancak 7-8 polistik. 5-6 da peşmerge vardı. IŞİD köyümüzü bastı. Müslüman olmazsanız sizi öldürürüz, dedi. Direndik. Bazılarını yaktılar. Kokmasın diye de çukurlara gömdüler.”

Soruyorum: IŞİD neden öldürüyor Ezidileri?

“200 yıldır Şengal’deydik biz. Katar, Arabistan para, silah gönderdi. 10 günde katledildik.”

Soruyorum: Peki, ne olacak bundan sonra? “Ne Irak, ne Suriye. Biz artık buralarda yaşamak istemiyoruz. Çok teşekkür ederiz. Bizi gönderin. Mümkün olan en uzak yerlere yollayın bizi” diyor.

 

Din değiştirmeye zorladılar

 

İki sınıf ötedeki Kasım Halif de benzer bir öyküyü anlatıyor. “Bizi din değiştirmeye zorladılar. Ama peki deyip değiştirenleri de öldürdüler” derken “Bizi Almanya’ya gönderin. Burada kalmak istemiyoruz” diyor.

Hemen arkasında, simsiyah bıyıkları, kan çanağına dönmüş gözleriyle bakan bir başkası; Şeyh Salim’miş adı. IŞİD, karısı ve kızları dahil, ailesinde ne kadar kadın varsa hepsini aynı anda öldürmüş. “Artık bir hiçim” dediğinde artık not tutmakta zorlanıyorum.

Yeni Cumhurbaşkanı’nın “herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden ayrılmayacağı ve görevini tarafsızlıkla yerine getireceği” yeminini ettiği tarihi günde, “Yeni Türkiye”nin çok uzak bir köşesi işte böyleydi.