'Rol model olan yönetici ve din adamlarının yolsuzlukları kötülüğü meşrulaştırıp, kalıcı hale sokar'

'Rol model olan yönetici ve din adamlarının yolsuzlukları kötülüğü meşrulaştırıp, kalıcı hale sokar'

Zaman yazarı Ali Bulaç, 17 Aralık sonrası ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları ve AKP'ye yakınlığı ile bilinen ilahiyatçı profesör Hayrettin Karaman'ın son dönemde üst üste yaptığı açıklamalarla yolsuzluk ve rüşvetle ilgili açıklamalarına ilişkin olarak, "Yöneticilerin ve din adamlarının karıştığı kötülükler, yolsuzluklar, haram yiyicilik, sömürü, ahlaksızlık, rüşvet, usulsüzlükler ve düşmanlıklar kötülüğü bir tür “meşrulaştırır”, yerleşik ve kalıcı hale getirir. Çünkü onlar rol modellerdir, halk onlara bakar, davranışlarını örnek alır" dedi.

Bulaç'ın Zaman'da "Haram yiyicilik" başlığıyla yayımlanan (5 Ocak 2015) yazısı şöyle:

 

Haram yiyicilik

 

Rüşvet ve yolsuzlukla ilgili bize ışık tutan Maide Suresi’nin 42. ayeti şöyle: “Onlar, yalana kulak tutanlar, haram yiyicilerdir."

Toplumsal düzeni yozlaştırıp çökerten iki önemli faktör “yalan ve haram yiyicilik”tir. Yalan gerçeğin gizlenmesi, hakikatin çarpıtılmasıdır. Ayette “suht” olarak geçip bizim “haram yiyicilik” olarak çevirdiğimiz kelime, “helak ve bela” demek olup her türlü gayrimeşru kazanç ve işi ifade eder. Müfessirler özellikle kelimenin yaygın rüşvete atıf olduğunu söylemektedirler. Efendimiz’e (sas) “‘Suht nedir?’ diye sorulmuş, o da: “Karar (hüküm) vermek için alınan rüşvettir.” buyurmuştur. (Buhari, İcare, 6.) Ebu Hanife, rüşvet alanın verdiği hiçbir hükmün geçerli olmadığını ve onu tayin eden makam tarafından görevden alınması gerektiğini söyler. Ebu Hanife’ye göre rüşvet ve yolsuzluk yaptığı kesinleşen kişi kamu görevi yapma ehliyetini kaybeder. Rüşvet ve yolsuzluk “emanate ihanettir.” Beytülmal, kamu malları, idare ve yetki “emanet”tir.

Bazıları ‘suht’un şiddetli açlık, yani açgözlülük veya utanılacak fiil, yüz kızartıcı suç olduğunu söylemiştir. “Yalan dinleyen”le bir arada düşünüldüğünde, hakimin yalan beyanı esas alması ve adaletsiz karar vermesi anlamı çıkar. Faizli işlemler, kitabına uydurulmuş hırsızlıklar, yolsuzluk, rüşvet, sömürü, aldatma, fuhuş parası-namus satıcılığı, alkol ve uyuşturucu kazancı vb. kazançlar bu kapsama girer. Yalan ve rüşvetle iş yürütenlerin ihtilaflarına bakıp adil karar vermek kolay değildir. Çünkü hakim veya hakem hangi kararı verirse versin, işine gelmeyen taraf bunu reddedecektir.

Medine’de hem Yahudilerin bir bölümü, hem münafıklar Hz. Peygamber’in huzuruna geldiklerinde onu doğruladıklarını söylerlerdi. Oysa işin hakikati öyle değildi. Huzuruna inkârla girer, inkârla çıkarlardı. Tabii ki Allah, onların iç dünyalarında neleri sakladıklarını biliyordu. Onlar sadece güven vermek istiyorlardı ki, deşifre olmamaları için bu ikiyüzlü tutumu sürdürüyorlardı. Alışageldikleri tutum ve davranışlarını, sosyal ve iktisadi düzenlerini değiştirmek işlerine gelmiyordu. Hayat tarzları ve sistemleri günah, düşmanlık ve haram yiyicilik esasına göre kurulmuştu. İnsanı ahlaki bakımdan çürüten her zevk ve lezzeti mübah sayar, kendilerini bundan mahrum bırakmak istemezlerdi. Hakka ve hakikate düşman oldukları gibi, hem kendi aralarında çatışıyor hem çatışmaları, ayrışma ve kutuplaşmaları derinleştirmek suretiyle ayakta kalabiliyorlardı. Kazançları, ahlaki ve hukuki yönden gayrimeşru olan her şeydi ki, bunun özet ifadesi “haram yiyicilik”tir (suht). Haram yiyip birbirlerine karşı üstünlük kurmaya çalıştıklarından, kendi aralarında da amansız bir yarış ve rekabet içinde idiler.

İşin trajik yanı, din adamlarının görevlerini yerine getirmemesi, aksine onların da -elbette istisnaları hariç- bu günah, düşmanlık ve haram yiyicilikte sıradan halktan geri kalmamasıydı. Aradaki farka dikkat çekmek için, Razi’ye göre sıradan halkın yaptıklarına “amel”, din bilginlerinin yaptıklarına ise “sun’” denmiştir. Amel edilen bir kötülüğün, haram veya yasağın özelliği yapanın tam olarak, yani künhüne varamayacak şekilde yapmasıdır. Sun’ ve san’at derecesinde işlenen kötülük ise kökleşmiş, derinlere kök salmış, bilinç düzeyinde farkındalık kazanmış demektir. Bu açıdan sıradan insanların yaptıkları kötülükler (ameller) ile yönetici sınıfın, bilginlerin ve din adamlarının işledikleri kötülükler (sun’) farklıdır. Yöneticilerin ve din adamlarının karıştığı kötülükler, yolsuzluklar, haram yiyicilik, sömürü, ahlaksızlık, rüşvet, usulsüzlükler ve düşmanlıklar kötülüğü bir tür “meşrulaştırır”, yerleşik ve kalıcı hale getirir. Çünkü onlar rol modellerdir, halk onlara bakar, davranışlarını örnek alır. Bundan hareketle İbn Abbas, “Bu ayet-i kerime Kur’an’daki en ağır ayetlerden biridir.” demiştir. Dahhak’a göre de “Kur’an’da bundan daha korkutucu ayet yoktur.” Hz. Ali, irad ettiği bir hutbede “bizden öncekilerin helak olmasının sebebinin onları uyarmayan din adamları olduğunu” söylemiştir. Peygamberlerin vârisleri konumunda olan Müslüman bilginlerin, kanaat önderleri, hoca, molla ve söz söyleme mevkiinde olanların bundan gerekli dersleri çıkarmaları gerekir. Hiçbir iktidar emanetin korunmasından ve ahlaktan daha değerli değildir.