Marcel Fürstenau
100 yıl önce Almanya: I. Dünya Savaşı sona ermiş ve İmparator ülkeyi terk etmişti. Ancak henüz barıştan söz etmek mümkün değildi. Gerçi sosyal demokrat Philipp Scheidemann 9 Kasım 1919'da Berlin'de cumhuriyeti ilan etmişti ancak askerler ve işçiler tarafından desteklenen devrim hareketi tüm hızıyla sürüyordu. Aynı zamanda insanlar da ölmeye devam ediyordu. Çünkü yönetim şekli konusunda farklı görüşteki Almanlar birbirlerine acımasızca ateş ediyordu. Ocak 1919'da gerginlik iyice tırmandı ve tarihe “Spartakist Ayaklanma” olarak geçen isyan hareketi başladı.
O dönemde kitle gösterileri olağan hale gelmişti. Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Bağımsız Sosyal Demokratlar (USPD) geçici hükümet koalisyonunu oluşturuyordu. Hükümete SPD Genel Başkanı Friedrich Ebert başkanlık ediyordu. 30 Aralık 1918 ile 1 Ocak 2019 arasında düzenlenen kongre ile kurulan Almanya Komünist Partisi ise sokağın sesini siyasi arenaya taşımaya başladı. Komünistlerin başını iki eski SPD siyasetçisi olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht çekiyordu.
Koyu savaş karşıtı tutumları nedeniyle her iki siyasetçi de eski partileri tarafından dışlanmıştı. 1918/19 kışında demokratik sosyalizm bir ara galip geliyormuş gibi göründü. Bu akım kendine 1917 yılında devrim yapılan Rusya'yı örnek alıyordu. Ancak Moskova’da demokrasi kısa sürede diktatörlüğe dönüşmüştü ve Rosa Luxemburg bunu kesinlikle reddediyordu. Onun için sosyalizm ve demokrasi ayrılmaz bir ikiliydi.
Deutsche Welle’ye konuşan tarihçi Marcel Bois, Luxemburg'un sadece siyaseti değil aynı zamanda ekonomiyi de demokratik bir zemin üzerine oturtmak istediğini söylüyor. Bu nedenle de Spartakist Ayaklanma'yı desteklemesine rağmen, askerî bir darbeye karşı çıkıyordu. “Almanya’daki emekçi halkın büyük bir kısmının açık ve kesin kararı dışında hiçbir yöntemle iktidara gelinemeyeceğini” savunuyordu.
Alman komünistlerinin bu iki ünlü simasının Ocak 1919'daki Spartakist Ayaklanma'da ne gibi bir rol üstlendikleri bugün tarihçiler arasında hâlâ büyük bir tartışma konusu. Marcel Bois’e göre sanayi kuruluşları bünyesindeki devrimci güçler, ayaklanmanın çekirdek kadrosunu oluşturuyordu. Karl Liebknecht ise bu kitlenin rüzgarına kapılmıştı. Nihai amaç hükümeti devirmekti. Buna karşı çıkan Rosa Lüksemburg, yol arkadaşına dönüp “Karl, bu hâlâ bizim programımız mı?” sözleriyle durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyordu.
Aktarılan bu rivayet, her iki politikacının doğru yolu bulma adına birbirleriyle sıkı bir mücadeleye giriştiğini gösteriyor. Luxemburg ve Liebknecht, 15 Ocak 1919'da Berlin'de hunharca katledildi. Karl Liebknecht’in, SPD’nin emri üzerine sağ görüşlü “Freikorps” kuvvetleri tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı.
Resmi kayıtlarda, Liebknecht’in kaçarken vurulduğu bilgisi yer alıyor. Luxemburg da vuruldu ve cesedi Spree nehrine paralel Landwehr kanalına atıldı. Bu cinayetlerin ardından sol cenahdaki bölünmüşlük olgusu yeni bir aşamaya girdi.
"Freikorps”, Almanya’da 18’inci yüzyıldan sonra genelde kırsal bölgelerde oluşturulan düzensiz silahlı birliklere verilen isimdi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Weimar Cumhuriyeti’nde özellikle komünistlere karşı devlet eliyle örgütlenen düzensiz silahlı birliklere de yine “Freikorps” denildi.
Rosa Luxemburg’un anısına sosyalistler ve komünistler her yıl sessiz bir yürüyüş organize ediyor. Her yıl binlerce kişi genelde Ocak ayının ikinci pazar günü Berlin-Friedrichsfelde’de bulunan anıtın önünde toplanıyor. Demokratik Almanya rejimi döneminde bu, herkes için zorunlu bir ritüel haline gelmişti. Oysa bu durum büyük bir çelişkiydi. Zira Luxemburg ve Liebknecht, diktatörlüğü kesin bir şekilde reddediyordu. Doğu Almanya'daki rejim ise diktatörlüğün ta kendisiydi.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasının zeminini hazırlayan 1989 yılındaki protestolarda, göstericilerin, Rosa Luxemburg’a ait “Özgürlük, farklı düşünenlerin de özgürlüğüdür” sloganını kullanması ise kaderin bir cilvesiydi.
Sevilen ve bir o kadarda tartışılan, hatta tepki gösterilen bir isim olan Rosa Luxemburg’un manevi mirası, bugün kendisiyle aynı adı taşıyan vakıf aracılığıyla yaşatılmaya çalışılıyor. Vakıf Başkanı Dagmar Enkelmann, Sol Parti'ye yakınlığıyla bilinen Rosa Luxemburg Vakfı’nı “küçük bir telafi çabası” olarak adlandırıyor. Enkelmann, Demokratik Almanya rejimi döneminde Lüksemburg'un daha çok "anıtlaştırıldığını” ancak teorik düşüncelerinin yer aldığı mektup ve gazete makalelerinin yeterince önemsenmediğini düşünüyor.
Enkelmann, bu yılın Mayıs ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ise sol yelpazenin yine dağınık bir görüntü çizmesinden endişe ediyor. Aşırı sağcıların kısa süre içinde bir birlik oluşturmayı başardıklarını hatırlatan Vakıf Başkanı ve Sol Parti eski federal milletvekili Dagmar Enkelmann, "200 yıl boyunca edinilen deneyimler gösteriyor ki sol cenahdaki partiler kendi aralarında çok çabuk barikatlar kuruyor ve onları birleştiren unsurlara yeterince emek sarf etmiyorlar. Rosa Lüksemburg, bu tutumunun bedelini hayatıyla ödemişti.” diyor.