Rövanş üçlüsü: İspiyoncu, itirafçı ve iftiracı

Rövanş üçlüsü: İspiyoncu, itirafçı ve iftiracı

AKİF BEKİ

(6 Mart 2012, Radikal)

 

28 Şubatçılar andıçlıyordu, şimdi savcılamak revaçta. “İyi ama onlar itirafçı da kullandı, iftira da attı, gammazlamaktan da geri kalmadı” deniliyor. İyi de iftira atana iftira atmak, itirafçı kullanana itirafçıyla saldırmak, gammazlayanı gammazlamak mübah mıdır ki? Kötülüğe kötülükle mukabele etmenin meşru gerekçesi, haklı mazereti olabilir mi? 28 Şubat mahsuplaşması yanlış bir fasıldan başladı. Bu fasıl, açıldığı kadar kolay kapanmayacak. Çünkü; temiz bir fikir hesaplaşması yapılmıyor, bir dönemin ahlaki muhasebesi değil girişilen, darbe gazeteciliğinin etiği sorgulanmıyor. İspiyon sezonu açıldı. Herkes, müstehak gördüğünü ispiyonluyor. Çete halinde cürüm işlediği varsayılan mücrim gazeteciler avına çıkıldı. Meslek günahlarına bulaşmış gazetecilerden değil, örgütlü suça iştirak etmiş ağır cezalık suçlulardan bahsediliyor. Yazılan her yazı, bir suç duyurusuna dönüşüyor haliyle. Her özeleştiri, bir organize suç itirafı sayılabiliyor. Hiçbir gazetecinin kapısına çarpı atmak, hiçbir gazeteyi kırmızı boyayla işaretlemek istemiyorum ama ben. Talebim, bu furyadan vareste tutulmaktır. Çünkü, suç ihbarına girmeden bir dönemle fikren hesaplaşma imkânı elimden alınıyor. Kimseyi ispiyonlamadan ayıplı manşetleri kınayamıyor, 28 Şubat medyasının iğrençliklerini yüzlerine çarparak eleştiremiyorum. Rövanş histerisinin kavurucu ateşine odun taşımadan bir zihniyeti hesaba çekemiyorum. İtirafçılarla iftiracılar birbirine karıştı, muhbir ile mücrimi ayırt etmek zorlaştı. Bu tartışmaya taraf olmak gelmiyor içimden. Örgütlü suç soruşturması bu. Azmettiricisi, uygulayıcısı, yardım ve yatakçısı olmalı. Alın size, haber ve yazı süreçlerini, dibi olmayan bir suç zincirine çevirecek o soru: Faillerin suç ortakları, işbirlikçileri kimlerdi? Nerede duracak soruşturma, sokaktaki gazete satıcısına kadar uzanacak mı şebeke bağlantısı, belirsiz. ‘Çete halinde gazetecilik’ eylemi yargılanacak. Özeleştirisini daha önceden veren kurtuldu. Henüz vermeyenlere tövbe kapısı da kapalı. Sonradan tövbekârlar affa uğramayacak; diğerleri gibi pişmanlık hakkından da zamanaşımından da yararlanamayacaklar. Bundan böyle özeleştiri yapan, günah çıkarmaya geciktiği için ‘korkak’ damgasını yiyecek. Bir dönem günahıyla sevabıyla tartışılamazken, muhataba özeleştiri fırsatı verilmezken, sadece eleştirmek serbestken eleştirmeyi, eleştiri ahlakının neresine sığdıracaksınız? Linç psikolojisinin hâkim olduğu bir ortam için kimse ‘sağlıklı bir tartışma ortamı’ diyemez. Eleştiren ister istemez muhbirleşiyor, eleştirilen de otomatikman mahkûm iskemlesine oturtuluyor. Buna tartışma denmez, şeytan taşlama ameliyesi denir. Bu saatten sonra, hukuken suçlamaksızın eleştiride bulunma imkânı yok. Her yazı, işleme konacak bir ihbar yerine geçiyor. İsim verilerek yapılan her hatırlatma, bir çeşit ispiyon. Üç seçenek var: Ya ispiyoncu ya itirafçı yahut iftiracı olunacak. Ben üçünü de reddediyorum. Onurlu bir çıkış sağlamadan, Türk medyasını ne geçmişin günahlarından arındırabilirsiniz ne içindeki çürüklerden ne de kirli angajmanlarından. İddiayla söylüyorum: Bu 28 Şubat karşı-kampanyası var ya, işleri iyiye götürmeyecek, daha da kötüleştirecek. 28 Şubatçılara çok sözüm var. Ama derbeder gazeteciliğimize bir darbe de ben vurmak, düşene bir tekme de ben atmak istemiyorum. 28 Şubat’ın hesabını soranlar, 28 Şubatçılardan farklı davranmalıydı. Fikri ve siyasi hesaplaşmanın ahlaki vecibeleri onları bağlamadıysa, bizi de mi bağlamamalı?