İran İçişleri Bakanlığı Hasan Ruhani'nin cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığını duyurdu. 68 yaşındaki eski cumhurbaşkanının hemen hemen tamamı sayılan oyların yüzde 58'ini aldığı belirtildi. İran'da Hamaney’in cumhurbaşkanı olduğu 1981 yılından bu yana tüm cumhurbaşkanları arka arkaya iki dönem seçilmeyi başardı ve hepsi toplam sekiz yıl süreyle görevde kaldı. Dün yapılan seçim de Ruhani'nin sandıktan zaferle ayrılması bu geleneği sürdürmüş oldu.
İran'da seçim merkezlerinin gece kapandığı, seçimlere yoğun ilgi nedeniyle İçişleri Bakanlığı'nın oy verme işlemini birkaç saat süreyle uzattığı kaydediliyor. Başkent Tahran'da seçmenlerin oy verme merkezlerinde uzun kuyruklar oluşturduğu belirtiliyor.
56 milyon kayıtlı seçmenin Hasan Ruhani'nin izlediği Batı ile ilişkiler kurma politikasına destek mi vereceği yoksa muhafazakâr kanadın adayı İbrahim Reisi'yi mi tercih edeceği merak konusuydu.
BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya) ve Almanya ile nükleer anlaşma imzalamayı başaran ve İran'a uygulanan ekonomik yaptırımların kalkmasını sağlayan Ruhani'nin politikaları böylece seçmenden onay almış oldu.
Ruhani'nin en güçlü rakibi İbrahim Reisi, ekonomik krizi sona erdirme ve yeni istihdam alanları yaratma vaadinde bulunmuştu. Seçimlerde yarışan diğer iki aday Mustafa Haşimitaba ve Mustafa Mir Selim'e zaten şans tanınmıyordu.
Batı’yla nükleer müzakerelerin fayda etmediği, yaptırımlar labirentinde kaybolan İran’da 2013 cumhurbaşkanlığı seçimi ülkeye yeni bir umut havası getirdi. Reformcuların desteklediği ve seçime imam hüviyeti ile giren tek aday olan Hasan Ruhani sandıktan zaferle çıktı. Ilımlı mı, reformist mi, muhafazakâr mı; yoksa İranlıların son dönemde yetiştirdiği sıkı pazarlıkçı bir diplomat mı? Bunu biraz içerideki derin imam devletini rahatsız etmeden Batı'yla ilişkileri nasıl yoluna koyacağı belirleyecek. Ama ilk Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Barack Obama ile yaptığı telefon görüşmesi tarihi nitelikteydi. 34 yıl sonra ilk kez Amerikan ve İran liderleri telefonda da olsa diyalog kurabildi.
Hasan Ruhani, 12 Kasım 1948’de Tahran’ın doğusundaki Sorkreh kasabasında doğdu. Gittiği her okulda parlak bir öğrenciydi. Tahran Üniversitesi’nde anayasa hukuku okurken, koltuğunda son günlerini yaşayan Şah Rıza Pehlevi’ye karşı protestolarda en ön saflardaydı. 16 yaşındayken tutuklandı.
Ruhani 18 yaşındayken Irak sınırını sessizce geçti ve ilk kez Ayetullah Humeyni'yle buluştu. İran İslam Devrimi sonrasında da Humeyni’nin yakın çevresindeydi. Hatta Humeyni’ye ‘İmam’ ünvanını veren ilk kişi de oydu. Dini liderlerle bu yakın ilişkisi onun akademik kariyerinde de önünü açtı. Glasgow Caledonian Üniversitesi’nde anayasa hukuku alanında yüksek lisans yaptı. Tezinde cesur bir konu seçti ve ülke yönetimlerinde şeriatın nasıl esnetilebileceğini araştırdı.
Bu özenli çalışma ona ultra-muhafazakârların ülkesi İran’da dini otoritelerden biri olma payesini de getirdi. Şiiliğin nasıl yaşanacağına dair fetva verme ehliyeti olan Müçtehitlerden biri oldu. Yüksek Milli Güvenlik Konseyi üyeliği, İran dış siyasetinin en önemli koltuklarından olan nükleer başmüzakerecilik pozisyonuna oturdu. Espri üretmeyi seven İranlılar, pragmatikliği yüzünden ona ‘diplomatik şeyh’ diyorlar.
Ruhani’nin ülkenin askeri savunma gücünün tesisinde çok eskiye dayanan önemli bir rolü var. İran Hava Kuvvetleri’nin eski komutanı. Savunma konseylerine başkanlık etti, İran-Irak savaşında Tahran’ın askeri beyin takımındaydı. Selefi Mahmud Ahmedinecad’dan 13 yıl öncesine kadar cumhurbaşkanlarına askeri danışmanlık yapıyordu. Tanıyanlara göre de entelektüel kapasitesi yüksek ve iyi bir diplomat.
Gerçi reformcu görünenlerle aşırı muhafazakârlar arasında çok gel git yaşayan İran siyaseti Ruhani gibi ‘pragmatik’ cumhurbaşkanlarına aşina. Ruhani, ne selefi Mahmud Ahmedinecad kadar aşırı uçlarda gezen ve Batı’ya kafa tutarak ülke içindeki popülaritesini artıran biri, ne de Muhammed Hatemi gibi arka plandaki imamların derin devletiyle her daim reform umutları taşıyanlar arasına sıkışıp kalmış bir başkan. İran siyasetiyle içli dışlı olan hemen herkes Ruhani’yi, nükleer başmüzakereci olduğu dönemde Cumhurbaşkanı olan eski patronu Ali Ekber Rafsancani’ye benzetiyor: ‘Uyanık, pragmatik, idealist bir ortayolcu ve dini lider Hamaney’le devrimin sözü geçen kurumları üzerinden uzun süreli-yakın irtibatı olan bir lider."
1990’larda kendi nüfuzundaki düşünce kuruluşlarında gösterdiği performans, Ruhani’den İran siyasetinde çığır açmasını bekleyenleri hayal kırıklığına uğrattı. Demokratik reformla ilgili her türlü öneri, karşısında Ruhani’yi buluyordu. Çalıştığı kurumlara bu tür tekliflerle gelenler de kendilerini hep kapının dışında buldu.
Ruhani, seçimin hemen ardından eski patronu Rafsancani’nin, dini liderin sert ve tehditkâr fetvalarının gölgesinde oldukça naif bulunan Batı’yla iyi geçinme sloganını ödünç alarak işe koyuldu. Ama İran’da askeri-siyasi denklem tamamen dini lider Ayetullah Hamaney’in iki dudağının arasına sıkıştığı için Ruhani’nin cumhurbaşkanlığının Batı’ya yaydığı reformist umutları da bu iki dudak arasından okumak gerekiyor. Gerçi yeni Cumhurbaşkanı, Hamaney’i eleştirmeye cüret edebilen sayılı diplomatlardandı.
Hamaney’in uluslararası ilişkilerde fazla dik kafalı olduğunu söylemekten de çekinmedi. İran’ın nükleer başmüzakerecisi olan Stanford Üniversitesi’nden Abbas Milani, Ruhani’nin açıkça olmasa da satır aralarında Hamaney’i eleştirdiğini vurgularken, “Ruhani kendi kitabında, nükleer mesele kendisine bırakılsaydı, iş BM’ye gitmeden bir çözüm bulabileceğini ancak İran ve Batı’daki bazı insanların sorunun altını dinamitlediklerini yazdı” diyor. Ruhani cumhurbaşkanı seçilmeden önce dini lideri seçen ya da görevden uzaklaştıran Uzmanlar Konseyi’nin üyesiydi. Dolayısıyla Ruhani’nin, 74 yaşındaki Hamaney’in halefinin seçiminde belirleyici bir rol oynaması muhtemel.
Temmuz 2015'te İran, P5+1 ülkeleriyle nükleer müzakerelerinde anlaşma sağladı. Ülkenin en büyük diplomatik başarılarından biri olarak gösterilen anlaşma sonrası Hamaney, "Küstah ABD'nin bölge siyasetine muhalefet sürecek" dedi.
"Gereksiz kriz çözüldü" diyen ve zamanla karşılıklı güvenin inşa edileceğini söyleyen Ruhani ise, 5+1 ülkeleri anlaşmaya sadık kaldığı sürece İran'ın da sadık kalacağını her fırsatta vurguladı.
Uzmanlar, Ruhani'nin anlaşma sonrası Ortadoğu politikasının kısa vadede değişmeyeceğini düşünüyor. Suriye, Irak ve Yemen'de Şii eksenli faaliyetlerini sürdüren İran'ın Batı ülkeleriyle vardığı anlaşma, bu ülkelerdeki nüfuzuyla doğrudan ilişkilendirilmiyor.
Suriye'de Esed rejimine verdiği desteği sürdüren Ruhani yönetimi bu konumundan geri adım atmayı düşünmüyor. Bu durum, Hamaney'in danışmanı Ali Ekber Velayeti'nin "Suriye'de çözüm için İran askerleri ve Hizbullah dahil tüm yabancı savaşçılar çekilmeli" açıklamasıyla çelişiyor.
7 Nisan 2015'te İran ziyareti planlanan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu ziyaretten 10 gün önce France 24 televizyonuna bir söyleşi verdi. İran'ı ilk defa 'bölge üzerinde hegemonya kurmaya çalışmak' ile suçlayan Erdoğan, "İran bölgeyi adeta domine etmeye çalışmaktadır. Bu durum bizi, Körfez ülkelerini rahatsız etmeye başlamıştır. Buna gerçekten tahammül etmek mümkün değil" dedi.
Erdoğan, İran'ın Irak, Suriye ve Yemen'den de askerlerini çekmesini istedi. İran'da tepki çeken bu açıklamaya rağmen, 7 Nisan'da Ruhani Erdoğan'la Sadabat Sarayı’nda serilen kırmızı halıda el ele ve samimi bir şekilde yürüdü. Erdoğan, ortak basın açıklamasında "Yemen " demedi ancak kaynaklar bu konunun Ruhani ile Erdoğan arasında ayrıca görüşüldüğünü söyledi.