Gökçeada’da yaşayan Ortodoks Türkiye vatandaşlarına gayrımenkul alırken çıkarılan zorlukların nedenini araştıran Avukat Erhan Pekçe, “devlet sırrı”na takılınca konuyu mahkemeye taşıdı. Gökçeada Tapu ve Kadastro Müdürlüğü, mahkemeye sunduğu savunmada devlet kurumlarının “milli güvenlik”le ilgili değişik tarihlerde aldığı kararları gerekçe göstererek, Hıristiyan vatandaşların gayrımenkul edinmelerine engel olduklarını itiraf etti.
Avukat Erhan Pençe, bilgi edinme kanunu kapsamında Gökçeada Tapu Kadastro Müdürlüğü’ne gönderdiği dilekçede, “Müslüman bir vatandaş Ortodoks bir vatandaştan gayrımenkul alırken işlemi hemen yapılıyor ancak Ortodoks bir vatandaş Müslüman bir vatandaştan gayrımenkul alırken, dosya neden Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’ne gönderilerek işlemler yavaşlatılıyor” sorusunu yöneltti. Talebi, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından, “Açıklanması halinde Devlet’in emniyetine, dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek ve niteliği itibariyle devlet sırrı olan gizlilik dereceli bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” sözleriyle reddedilen Avukat Erhan Pekçe, konuyu Bursa İdare Mahkemesi’ne taşıdı. Konuyu inceleyen mahkeme, Pekçe’nin talebinin milli güvenliğe aykırı olmadığı sonucuna varıp istenen bilginin verilmesine hükmetti.
Bunun üzerine Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, mahkeme kararının temyiz edilip bozulması için dosyayı Danıştay’a gönderdi. Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’nün savunmasında şu ifadeler yer aldı: “Ege denizinde ülkemize ait bulunan Gökçeada ve Bozcaada, gerek stratejik ve gerekse askerî açıdan, son derece önemli bir konumda bulunmaktadır. Çanakkale ve İstanbul boğazlarının güvenliği açısından da son derece önemli olan bu adalarda gerçekleşen nüfus ve taşınmaz alım satım hareketlerinin takibi, ülkemizin güvenliği, misyonerlik faaliyetlerinin izlenmesi yönlerinden çok önemli bir konu olarak değerlendirilmektedir. Batı Trakya Türk azınlığına karşı yapılan haksız muameleler gözönüne alınarak, Milli Güvenlik Kurulu’nca alınmış kararlar, çeşitli bakanlıklar, askerî ve emniyet kurum temsilcilerince yapılan protokoller bu bağlamda değerlendirilerek karar verilmelidir. Ayrıca Bakanlar Kurulu’nun kararıyla Gökçeada ve Bozcaada’nın tamamı askerî yasak bölge ve güvenlik bölgesi ilan edilmiş olup, yabancı uyruklu gerçek kişilerin dahi adaların tamamında taşınmaz mal edinemeyecekleri ve kiralayamayacakları kararlaştırılmıştır. Tüm bu sebeplerle temyize konu kararın bozulması gerekmektedir.”
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı müdürlüğün bu gerekçesini Taraf ’a değerlendiren avukat Pekçe büyük şaşkınlık yaşadığını söyledi.
Pekçe şöyle konuştu: “Türkiye Cumhuriyeti, Ortodoks vatandaşlarını yabancı olarak kabul edip ayrımcılık uygulamaktadır. Uzun yıllardır tüm tarlalar çeşitli nedenlerle kamulaştırıldı. Devlet, üretme çiftliği veya cezaevi kurma gerekçeleri ile adanın ekilebilir arazilerinin yüzde 95’ini istimlâk etti. Ancak bir süre sonra istimlâk amacından ayrılarak bu toprakları Anadolu’dan iskân kanunu çerçevesinde getirilen Müslüman Türk nüfusuna dağıttı. Bu dava ile devletin Rum vatandaşları hakkındaki düşünceleri ortaya çıktı. Rum vatandaşlar gayrımenkul aldığı zaman dosya Tapu ve Kadastro Müdürlüğü’ne gönderiliyor. Dosyanın incelenip karara bağlanması ise bazen aylar bazen de yıllar sürüyor. Böyle olunca da satıcı gayrımenkulünü satmaktan vazgeçiyor. Müslüman bir vatandaş Ortodoks birinden gayrımenkul alınca ise işlemler belediyede hemen hallediliyor. Bu uygulama anayasanın eşitlik ilkesine aykırıdır. Ben bu konuyu TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na da taşıdım ancak hiç bir gelişme olmadı.”
Gerçek adı İmroz olan Gökçeada’yı Türkleştirmek için Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli yollara başvuruldu. 1923 tarihinde, seçimle başa gelen Rum yöneticiler “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edilerek mal varlıklarına el kondu. Akabinde 1500 Rum adayı terk etti. 1925’te, Lozan Anlaşması’na aykırı olarak Bozcaada’yla (Tenedos) birlikte özerklikleri feshedildi, Rumca eğitimi yasaklandı.
1942’de adaya Anadolu’dan getirilenlerle iskân çalışmaları ve manastırların mal varlıklarına el konma işlemi başlatıldı; durumu protesto eden üç cemaat lideri tutuklanıp Anadolu’ya sürüldü. 1964 tarih, 1062 sayılı yasa ve ondan doğan gizli kararnamelerle İmroz’daki azınlık gayrımenkulleri millileştirildi (1960 yılında 25 milyon metrekare alana sahip Rumlar 1990 sonlarında 600 metrekareye sahiptiler).
Aynı tarihlerde Rum asıllı balıkçılara teknelerini kullanma yasağı kondu. 1964’te İmroz Metropoliti Anadolu’ya sürüldü; açık hava hapishanesi kurulup ağır ceza mahkûmları adaya getirildi ve eşzamanlı olarak jandarma garnizonu kuruldu. 1966’da adanın en büyük ve verimli arazilerine devlet kooperatifinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere el kondu.
1967’nin sonlarına doğru İmroz’un 262 kutsal mekânından 248’i amaçlarını yerine getiremez hale geldi. Kastro Köyü’nün kilisesi kundaklandı. Aynı köyde yaşayan Stelios Kavalieros 1973 yılında faili meçhul bir cinayete kurban gitti.
1974’te İmroz Belediye Başkanı ve 20 cemaat mensubu tutuklanıp Çanakkale’de hapse atıldı, Metropol kilisesi yakılarak mezarlık talan edildi. Kıbrıs olayları sırasında adada estirilen terör neticesinde İmrozluların çoğu vatanlarını terketti. Dünya çapındaki İmroz koyununun ada dışına satışı kısıtlanarak et fiyatı düşürüldü, köylülerin ana gelir kaynağı ortadan kaldırıldı.