T24 - Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Odatv Davası'nın 8. duruşmasında savunmasını yapan Gazeteci Nedim Şener'in benzetmesini değerlendirdi. Çakır: Odatv Davası’nı herhalde en iyi özetleyecek sözü dün Şener, dinleyiciler arasında gördüğü Uğur Dündar’a hitaben söyledi, “Tiyatroya hoşgeldiniz!”Çakır'ın, Vatan'da "Adalete değil arkadaşlarımıza güveniyoruz" başlığıyla yayımlanan (6 Ocak 2012) yazısı şöyle: Evet tam bir tiyatro söz konusu. Kimi zaman komedi, genellikle dram, hatta yer yer trajedi olarak adlandırılabilecek bir oyun söz konusu. Her ne kadar sanıkların dramı ya da trajedisi gibi gözükse de esas olarak Türkiye’deki hukuk sisteminin, buna bağlı olarak demokrasimizin içler acısı haline tanık oluyoruz bu davada.Örneğin dün savunmalarını yapan 5 sanığın hiçbirini, evrensel ölçülerde hukuk devletinin varolduğu bir ülkede, böylesi bir iddianameyle, böylesi “deliller”le, böylesine abes “suçlamalar”la yargılayamazsınız. Hele yaklaşık 11 ay boyunca tutuklu kalmaları akıl alır gibi değil.Baştan alalım: Kamuoyunun bu davada belki de en az tanıdığı iki ismin, bir genç akademsiyen ile bir akademisyen adayının, Coşkun Musluk ile Sait Çakır’ın savunmalarını dinledik. Kendilerinin de yer yer esprili bir şekilde vurguladıkları gibi, ikisinin de en büyük kabahatleri Prof. Yalçın Küçük ile “hoca-talebe” ilişkisi içinde olmaları. Prof. Küçük’ün her dönem böyle genç talebeleri olmuş ve bunların bir kısmı onun başına gelen adli koğuşturmalardan nasiplerini almışlardır. Fakat daha Prof. Küçük’ün neden yargılandığı, neden tutuklu olduğu soruları ortadayken, savunmalarında sık sık “ben aydın olmak istiyorum” türü naif sözler eden bu gençlerin 11 aya yakın süredir içerde tutuluyor olmalarını anlamak mümkün değil.Ahmet beklediğimiz gibiArdından sıra Ahmet Şık’a geldi. Ne zamandır beklediği anın gelmiş olması nedeniyle başta çok heyecanlı olan Ahmet tam da kendisinden bekleneni yaptı: Yer yer duygu yüklü, kendi durumunu ikinci plana iten, basın ve ifade özgürlüğünü, demokrasiyi önceleyen siyasi bir savunma yaptı. Diğer bir deyişle, tarihte nice örneğini gördüğümüz gibi yargılanan değil yargılayan kişi oldu.Hanefi Avcı’nın savunmasıysa daha çok teknikti. Yaptığını, Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabını, kendi başına, kimsenin telkini ve müdahalesi olmadan yazmış olduğunu kanıtlamaya çalışmak olarak özetleyebiliriz. Kaldı ki onun gibi bir polis şefi, böylesi bir kitabı profesyonel yardım alarak yazdığı için değil, olsa olsa almadığı için suçlanabilir. Bunun tartışılacağı yerin de mahkeme salonları değil, gazete köşeleri ve tv ekranları olduğu da açıktır.Nedim’in politizasyonuDün son olarak Nedim Şener’i izledik. Nedim’in konuşmasının başında KCK tutukluları Ragıp Zarakol ve Büşra Ersanlı ile Hopa Davası’ndan tutuklu gençlere selam yollaması son derece çarpıcıydı. Aklıma Ahmet ile Nedim’i kıyaslamış olduğum bir yazıda Ahmet ne kadar siyasetle ilgiliyse Nedim’in de o kadar siyasete mesafeli bir gazeteci olduğunu yazmış olduğum geldi. İşte dün, tutuklu geçen 300’ü aşkın günün Nedim’i olumlu anlamda ne derece politize etmiş olduğunu gördüm, gördük.Nedim de savunmasının önemli bir bölümünde Avcı’nın kitabıyla bir ilgisi olmadığını kanıtlamaya çalıştı. İşin acısı, savcının Nedim’e yönelik suçlamaları, onun bazı meslektaşlarının köşe yazılarından aparmış olmasıydı.Nedim’in artık yok olmaya yüz tutan mesleğini, gazeteciliği savunmasındaki kararlılık, onun olduğu kadar biz izleyenlerin de gözlerinin dolmasına neden oldu. Ama ne onun, ne Ahmet’in, ne Hanefi Avcı’nın, Coşkun Musluk ve Sait Çakır’ın, ne de onlardan önce savunmalarını yapan sanıkların, zaten ayakları üzerinde duramayan iddianameyi iyice çökertmiş olmaları, en azından şimdilik, bir şey değiştirmedi; mahmekeme tatliye taleplerinin tümünü reddetti.Umudum, bugün karşınıza Ahmet ile Nedim’in tutukluluk günlerini saymayı kesmiş bir şekilde çıkmaktı. Yapacak bir şey yok, adalete değil arkadaşlarımıza güvenmeye devam edecek 23 Ocak sabahı yine Çağlayan’da İstanbul Adliyesi’nde olacağız.