Sabah uyandığımızda rüya gördüğümüzü hatırlar, ama gördüklerimizden bir anlam çıkaramayız çoğu zaman. Peki, rüya gören beynimizi kaydedebilsek ne olurdu?
BBC Türkçe’de yer alan habere göre, rüyaları anlamak beyindeki 100 milyar sinir hücresinin (nöron) aktivitesini yorumlamaktan geçiyor. Yorumlamak için de ölçmek gerekiyor. Fakat nörologlar bunu yapacak güvenilir yöntemlerin yokluğundan şikayetçi. Bunlardan biri de California Üniversitesi’nden Profesör Jack Gallant.
Sinir hücrelerimiz ateşlediğinde oluşan elektrik ve manyetik alanlar EEG ve MEG yöntemleriyle ölçülebiliyor. Fakat burada çözünürlük sorununun yanı sıra her defasında beynin sadece 5-10 mm’lik bir dokusu taranabiliyor.
Modern nörolojide kullanılan yaygın yöntemlerden biri ise fonksiyonel manyetik rözenans taraması, yani kısa adıyla EMAR (MR). Nöronların aktif olması için şeker ve oksijen gerekir. Bunları sağlayacak olan bölgedeki kan damarlarıdır. İşte MR’da ölçülen şey bu kan akışıdır. Bu ölçümde elde edilen veriler beynin aktivite haritasını çıkarmada kullanılır. Fakat bu nöronların aktivitesine dair dolaylı bir bilgi verir sadece. Yani bir ofiste olup bitenleri orada çalışanlara sorup öğrenmek yerine mutfağa gidip ne kadar su kullanıldığına bakmak gibi bir şeydir bu.
Profesör Gallant bu zayıflıklara rağmen beyin aktivitesini anlamak için defalarca MR kullanmış. Ekibinden üç kişinin birkaç kısa film izlerken beyinlerinin görme merkezini tarayan Gallant daha sonra bu verileri bilgisayara yükleyerek nöron aktivitelerinin ne tür görüntülere denk düştüğünü bulmaya çalıştı.
Verilerden elde edilen görüntüler bulanıktı; fakat Gallant yeni teknolojiler sayesinde bu görüntülerin kalitesinin zamanla artırılabileceğine inanıyor.
California teknoloji Enstitüsü’nden Moran Cerf ise düşüncenin görüntüsünü oluşturmayı amaçlıyor. Cerf minik elektrotlar yoluyla beynin hafıza oluşturmadan sorumlu hipokampus bölgesindeki tek tek nöronların aktivitesini ölçmeye çalışıyor. Böylece belli konseptlere karşılık olarak hangi nöronların ateşlediğini tespit edebiliyor. Gallant’ın çalışmasında olduğu gibi o da belli konseptler ile belli nöron aktiviteleri arasında bağlantı kuran bir tür sözlük oluşturmuş oluyor. “Siz bir şey düşündüğünüzde, daha önce o şeyi düşünürken beyninizin nasıl bir şekil aldığını bildiğimiz için, bağlantı kurabiliyoruz,” diyor Cerf.
Fakat her iki tekniğin de benzer sınırlılıkları var. Bu sözlükleri oluşturmak için insanların çok sayıda videoya ya da konsepte bakması gerekiyor. Cerf, bir insanın düşüncelerini görüntüye dönüştürebilmek için “o kişinin yeryüzündeki tüm konseptlere tek tek bakmış olması gerekir. İnsanlar, biz beyinleri hakkında bilgi edinelim diye günlerce, haftalarca önümüzde oturmak istemiyor,” diyor.
Yani birinin ne düşündüğünü görsel olarak yansıtmak yeterince zor. O kişi rüya gördüğünde ise iş daha da zorlaşıyor. Cerf bu zorluğu şöyle ifade ediyor: “Rüya gördüğünüzde sırasıyla bazı imgeler ve konseptler görmezsiniz. Diyelim ki siz rüya görürken beyninizi tarıyorum. Marilyn Monroe, aşk, Barack Obama gibi konseptler görüyorum. Siz ise rüyanızda kendinizi, aşık olduğunuz Marilyn Monroe’yu ve Barack Obama’nın yapacağı bir konuşmayı dinlemeye gittiğinizi görüyorsunuz. Yani asıl önemli olan hikaye kısmını gözden kaçırmış oluyoruz.”
Bu işlemleri ayrıca her insanla tek tek yapmanız gerekecektir. Çünkü beyin bilgilerin belli bir şekilde depolandığı bir çekmeceler yığını değildir. Cerf herkesin beyninin farklı olduğunu söylüyor. “Sizin beyniniz hakkında tüm bilgilere sahip olsam, neyin nerede olduğunu bilsem bile, bu bilgi benim beynim hakkında hiçbir şey ifade etmiyor.”
Fakat istisnalar da var. Bazı insanlar düzenli olarak “bilinçli rüyalar” görürler. Yani rüya gördüklerinin farkındadırlar ve dış dünya ile kısmen etkileşim halindedirler. Max Planck Psikiyatri Enstitüsü’nden Martin Dresler ile Michale Czisch bu nadir olguyla ilgili bir deney yaptı. Bilinçli rüya gören iki kişiye ellerini kenetlemelerini ve tekrar açmalarını bu sırada da gözlerini sağdan sola sürekli çevirmelerini söylediler. Rüyalarında yaptıkları bu hareketler sırasında gözlerini gerçekten de çevirdikleri görüldü. Yani rüyadaki hareketler, beynin hareketlerden sorumlu kısmı olan motor korteksi gerçek yaşamda olduğu gibi harekete geçirmişti.
Bu çalışma çeşitli veriler sunmakla beraber normal rüyaları okumaktan çok uzak. Dresler uyanık haldeyken düşünceyi okumayı başaracak cihazları üretmenin onyıllar alacağını, rüyaları okuyacak aygıtları ise orta vadede bile hayal edemediğini ifade ediyor.
Bu aygıtlar geliştirilse bile uyuyan bir beyni okumak büyük, belki de aşılamayacak zorluklar içeriyor. Bunların başında rüyaları okuma yoluyla oluşturduğunuz görüntü ve hikayeleri kişinin rüyasında gerçekten gördüğü şeylerle karşılaştırma zorluğu geliyor. Sonuç olarak rüyalarımızla ilgili hafızamız oldukça bulanık.
Bu iş bir dil ile bilmediğiniz bir başka dil arasında bir sözlük oluşturmaya benziyor. Rüya halindeki nöronların aktivitesini bir gün sese ve görüntüye dönüştürebiliriz belki. Ama bunu doğru yapıp yapmadığımızı nasıl anlayacağız?