Sabah gazetesi Okur Temsilcisi İbrahim Altay, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nden "Bir gazeteci, yazdığı bir konuyla ilgili olarak hediye alıyor, maddi çıkar sağlıyorsa aradaki ilişkinin niteliği gazeteci-haber kaynağı ilişkisi olmaktan çıkar" ifadelerini hatırlatarak "Mesele haberin yerini halkla ilişkilerin ile reklamın alması meselesidir. Mesele hediye ile rüşvet ve avantanın birbirine karışması meselesidir" diye yazdı.
İbrahim Altay'ın Sabah gazetesinin bugünkü (5 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'Gazeteci hediye kabul edebilir mi?' başlıklı yazısı şöyle:
Yılbaşı yaklaşıyor. Gazetelerin muhaberat odaları irili ufaklı parlak kutularla dolup taşmaya başlayacak. Bunlar çeşitli kurum ve şirketlerin gazetecilere gönderdiği hediyeler olacak. Hediye paketlerinin içinden tebrik kartından çiçeğe, ajandadan kaleme, ses kayıt cihazından saate, pastadan bisküviye, türlü çeşitli nesneler çıkacak. Elbette hayal gücünün bir sınırı yok. Kimi zaman yükte hafif, pahada ağır hediyeler de çıkıyor. Peki bu normal mi? Gazeteciler haber ilişkisi içinde bulundukları kişi ya da kurumlardan hediye kabul edebilir mi? Sadece bu neviden özel günlerde değil; katıldıkları gezi ve etkinliklerde kendilerine ücretsiz olarak verilen ürünleri sorgulamadan alıp kullanabilirler mi?
*** Dünyada hediye paketlerini ve zarflarını kapıdan kesinlikle sokmayan gazeteler de var; 'benim gazetecim işini bilir' anlayışına sahip gazeteler de. Uygulamaya bakarak o ülkedeki gazeteciliğin durumu hakkında bir kanaat edinmek mümkün. Türkiye'ye baktığımızda ise teori ile pratik arasında ciddi bir farklılık olduğunu görüyoruz. Medya Derneği'nin hazırladığı Türkiyeli Gazeteciler İçin Etik İlkeler kitapçığında şöyle buyrulmuş: "Gazeteciler haber kaynaklarıyla ilişkilerinde dikkatli davranmalıdırlar. Hediye, özel muamele veya para almak gibi çıkar ilişkilerine girmemelidirler." Şu cümleler de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nden: "Bir gazeteci, yazdığı bir konuyla ilgili olarak hediye alıyor, maddi çıkar sağlıyorsa aradaki ilişkinin niteliğigazeteci-haber kaynağı ilişkisi olmaktan çıkar." *** Geçmişte gerek basın meslek kuruluşları gerekse halkla ilişkiler dernekleri bu mevzuya bir çekidüzen vermek için çalışmalar yaptılar. Konuyu gündeme getirip nispi bir duyarlılık oluşturdular. Fakat ne yazık ki herkes tarafından kabul edilen ve tavizsiz bir biçimde uygulanan etik kodlar henüz mevcut değil. Piyasadaki genel eğilim 'hediyenin niteliğine bakılması gerektiği' yönünde. Maddi değeri fazla olmayıp sembolik değeri bulunan hediyelerin kabul edilmesinde bir mahzur olmadığı savunuluyor. Fakat ortada bu değerleri takdir eden, üst sınır belirleyen bir merci yok. Kanaatimce bu merci ancak gazete yönetimleri olabilir. *** Gazete yönetimleri çalışanlarının hangi hediyeleri kabul edip hangilerini kabul edemeyeceği ile alakalı ayrıntılı kurallar belirlemeli. Bu kurallar gerekirse iş sözleşmesinin bir parçası haline getirilip bütün çalışanlara tebliğ edilmeli ve onaylatılmalı. Gazeteciler kendilerine verilen ya da gönderilen bütün hediyeler hakkında gazete yönetimlerini bilgilendirmeli. Bilgilendirmeyenlere ve etik dışı davranışlarda bulunanlara yaptırım uygulanmalı. Denemek ve haber değeri varsa haklarında yazı yazılmak üzere alınan bütün ürünler test süresi bittikten sonra iade edilmeli. ***
Hediye deyip geçmeyin, kutuda ya da zarfta durduğu gibi durmaz. Geçen hafta da yazdığımız gibi: Mesele ahlak meselesidir... Mesele inandırıcılık meselesidir... Mesele saygınlık meselesidir... Mesele haberin yerini halkla ilişkilerin ile reklamın alması meselesidir... Mesele hediye ile rüşvet ve avantanın birbirine karışması meselesidir. Sorumsuz davranışlar ve umursamazlık zamanla kirli bir ilişkiler ağının doğmasına ve ahlaki olmayan bir anlayışın normal karşılanmasına yol açıyor. Gazeteler gelirlerini, mesleğimiz itibarını kaybediyor.
***
Facebook size ne etti? Foreign Policy dergisi tarafından Yılın Diplomatı seçilen Google'ın keyfi yerinde. Kendisine ilişen olmadığı için Twitter da rahat. Fakat Facebook'un başı Amerikan medyasıyla acayip dertte. Başkanlık seçimlerini Donald Trump'ın kazanması 'sahte haber' tartışmasını alevlendirdi. Önceleri sadece bazı medya siteleri tarafından yürütülen tartışmaya ana akım medya organları da katıldı. Facebook hakkındaki olumsuz haberlerin sayısı bir anda arttı. Neymiş efendim? Facebook'un kullandığı algoritma, kötü niyetli propagandacılar tarafından üretilen sahte haberlerin ön plana çıkmasını ve paylaşılarak yayılmasını engelleyemiyormuş. Trump'ın kazanmasında bunun etkisi olabilirmiş. Facebook bu soruna acilen bir çözüm bulmalıymış. Washington'a kar yağdı, bize de haber olur, diye düşünebilirsiniz. Öyle olmuyor. Bu iddiayı gündeme getirenler utanmasalar "Sadece bizim ülkemizi ilgilendiren sahte haberlere sansür uygulansın, diğer ülkelerde bu durum fikir ve ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirilsin" diyecekler. Yine de bu bir fırsattır. Sosyal medya mecralarında kafa karıştırmak, kargaşa çıkarmak, gerçeklik duygusunu zedelemek amacıyla üretilen ve yayılan sahte haberleri ve bunların etkilerini mercek altına almak gerekir. Çünkü yapılan iş bir gazetecilik faaliyeti değildir.