Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "AKP başkanlık sistemiyle ilgili inadını sürdürecekse karşımıza iki seçenecek çıkacaktır. AKP bir anayasa hazırlığı varsa, mutabık kalınan diğer maddelerle birlikte TBMM'ye getirmelidir. Vekiller vicdanlarıyla oy kullanacaklardır. Bu anayasa değişiklik teklifi ya 367'yi aşarak kanunlaşacak, ya da 330'un üzerinde kalarak referanduma sunulacaktır" açıklamasıyla ilgili olarak "Devlet Bey, başkanlık sistemi konusunda, Meclis'teki siyasi engeli kaldırma vaadinde bulunarak, Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı'nı halkın doğrudan seçmesi ile oluşan durumun adının konulmasını istiyor. Olası referandum ile Yenikapı Ruhu'nun, toplumsal ve siyasal terazideki karşılığını, AK Parti'nin gücünü ölçmeyi hedefliyor"
Okan Müderrisoğlu'nun "Devlet Bey'in hamlesi... Yenikapı ve ötesi..." başlığıyla yayımlanan (13 Ekim 2016) yazısı şöyle:
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye'de gelişen sosyal dinamikleri ve bu dinamiklerin siyasete etkisini dikkatli biçimde okuyan liderlerin başında Devlet Bahçeligeliyor. MHP Genel Başkanı'nın ana siyaset çizgisinin değiştiğini söylemek veya son dönemde takındığı tavrı övmek değil niyetim. Ama Devlet Bey'in izlediği yolun iyi analiz edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Üstelik bu tavrın, daha çok bireysel ve sürprizlere açık olduğu görüşündeyim. Bir başka anlatımla Sn. Bahçeli'nin 7 Haziran seçim sonuçlarınıtakiben bir-iki saat odasına çekildikten sonra her türlü koalisyon seçeneğine kapıyıkapatıp, erken seçim için çağrıda bulunması ile 11 Ekim günü partisinin Meclis grup toplantısındaki anayasa çağrısının özü itibariyle örtüştüğü düşüncesindeyim. Yani, Devlet Bey'in, yeni anayasa ve başkanlık sistemi bağlamındaki güncel sözleri, partisindeki kurumsal istişare süreçlerinden ziyade, genel başkan olarak şahsi iç değerlendirmesinin dışa yansıması gibi. Ama bu durum, Sn. Bahçeli'nin mesajlarının değerini azaltmıyor. Aksine, MHP'yi ve yönetim biçimini bilenler bakımından bağlayıcı özellikler içeriyor. Şunun altını çizelim... Devlet Bey, FETÖ ve PKK terörü ile mücadelede baştan beri düz bir hatta ilerledi. FETÖ mensupları ile yıllar öncesinden bugüne doğrusal temastan kaçındığı gibi partiye sızmalarına karşı ciddi önlemler de aldı. PKK terörünün, silahların bırakıldığı bir düzlemde siyaset yoluyla tasfiyesine de hep mesafeli durdu. Böyle bir çözüme hiç ama hiç inanmadı. Anayasa ekseninde ise "Vatandaşlığın tanımı, resmi dil, parlamenter sistem" başlıklarında en ufak esneme göstermedi. Bugün de farklı bir noktada değil aslında. Peki, bu şartlar altında Sn. Bahçeli'nin "başkanlık sistemine sarı ışık yakması" biçiminde algılanan çıkışını nasıl değerlendirmek gerek? Benim kulis bilgilerim, muhtelif tahminler şu noktalarda örtüşüyor: 1- Devlet Bey, Türkiye'de alttan alta işlenen, giderek finansal piyasalarda da konuşulan ve 2017 sonbaharına takvimlenen "erken seçim" söylentilerine karşı bir strateji geliştiriyor. 2- Üç partinin (AK Parti, CHP, MHP) sınırlı anayasa değişikliği mutabakatını, önceki Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun ortaya çıkardığı 60 küsur maddelik çerçeve ile birleştirerek, daha geniş bir gündem oluşturmaya çalışıyor. 3- Başkanlık sistemi konusunda, Meclis'teki siyasi engeli kaldırma vaadinde bulunarak, Ağustos 2014'te Cumhurbaşkanı'nı halkın doğrudan seçmesi ile oluşan durumun adının konulmasını istiyor. 4- Olası referandum ile Yenikapı Ruhu'nun, toplumsal ve siyasal terazideki karşılığını, AK Parti'nin gücünü ölçmeyi hedefliyor. 5- Başkanlık sistemine sıcak bakmasa da parlamenter sistemin gerekliliğini savunsa da bölgemizde haritaların yeniden çizildiği bir ortamda Türkiye'nin siyasal liderlik sorunu yaşamasını istemiyor. Milletin, yönetsel iradesinin tazelenmesini ve dosta düşmana gösterilmesini arzuluyor. Dediğim gibi bütün bunlar tahmin ve yorumdan ibaret. Fakat siyasal gerçeklikle örtüşen yönleri de söz konusu. Kaldı ki Yenikapı Ruhu'nun temsilinde Sn. Bahçeli'nin iki aydır süren tutarlılığı, siyaset üstü devlet yaklaşımı ve beka sorunuyla birlikte ele alınmalı. Bu duruş Devlet Bey'i, kısa süre önce atlattığı badireleri aratmayacak risklere ve ötesinde tehditlere açık halde tutuyor. Ve sanırım kendisi de bunu gayet iyi biliyor. Özetle... Devlet sisteminde ve yakın coğrafyamızda kartların yeniden dağıldığı bu ortamda Türkiye'nin en büyük aseti siyasi istikrarı ve liderliği. İstikrar ve liderlik zafiyeti birkaç asır sürecek kayıplara yol açabilir.