Sabah yazarı: Madem öyle, üniversitelerde sosyal bilimler bölümlerini kapatalım gitsin

Sabah yazarı: Madem öyle, üniversitelerde sosyal bilimler bölümlerini kapatalım gitsin

Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz, üniversitelerin bir işlevinin de, toplumun kendisini anlamasını sağlamak olduğunu belirterek, “Ancak Türkiye'de öyle bir düzen var ki üniversitenin bu görevi yerine getirmesine izin vermiyor” dedi.

Akademisyenlerin 'terör propagandası' gerekçesiyle haklarında dava açılmasını eleştiren Aköz, “Madem öyle, üniversitelerde sosyal bilimler bölümlerini kapatalım gitsin. Hem rahat ederiz, hem de harcadığımız onca para, emek ve vakitten tasarruf ederiz. Fena mı olur?” diyerek tepkisini gösterdi.

Emre Aköz’ün Sabah’ta “Sosyal bilim bölümlerini kapatalım” başlığıyla yayımlanan (4 Şubat 2016) yazısı şöyle:

Bugün ifade özgürlüğünün akademik dünyadaki durumuna değineceğiz. Ama önce şunu aklımızın bir köşesine yazalım: Üniversitelerin bir işlevi de, toplumun kendisini anlamasını sağlamasıdır.

Mesela 1984'ten beri devam eden son Kürt isyanını ele alalım... Bu isyanın tarihini, nedenlerini, ideolojisini, ülkeye maliyetini, gittiği yönü anlama ve anlatma görevi; tarihçilerin, siyaset bilimcilerinin, sosyologların, ekonomistlerin omuzlarındadır.

Ancak Türkiye'de öyle bir düzen var ki üniversitenin bu görevi yerine getirmesine izin vermiyor.

İşte geçen ay yaşanan olay: Amasya Üniversitesi Teknoloji Fakültesi öğretim görevlisi Çise Atalay derste toplumsal haklardan ve insan hakları ihlallerinden söz ediyor.

Derken bir öğrenci, cep telefonuyla 155 Polis İmdat'ı arıyor. "Hoca terör propagandası yapıyor" diyor.

Bunun üzerine Atalay fakültede gözaltına alınıyor. Odası, evi, bilgisayarı, cep telefonu aranıyor. Neyse ki daha sonra serbest bırakılıyor.

Benzeri bir başka olay AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde meydana geldi. Öğretim üyesi Barış Ünlü sınavda öğrencilere Abdullah Öcalan'ın yaklaşık 35 yıl arayla kaleme aldığı iki metin verdi ve aradaki farkları anlatmalarını istedi.

Bunun üzerine "Vay sen terör örgütünün propagandasını yapıyorsun" denilerek mahkemeye verildi. Neyse ki ilk duruşmada beraat etti.

 

Sansüre davet

 

"Efendim bunlar münferit olaylar, yanlış anlama olmuş, fazla büyütmeyin" diyecekler çıkacaktır. Çok yanlış bir değerlendirme.

Çünkü bunlar örnek oluşturuyor. Akademisyenler, "Eğer benzeri bir konudan bahsedersem, beni de gözaltına alabilirler, hakkımda dava açabilirler... Atalay ve Ünlü mahkûm olmadı ama belli olmaz; belki ben ceza alırım" demeye başlıyor.

Bunun sonucu kendini sansürlemektir. Söylemek istediğini söyleyememektir. Sadece ifade özgürlüğünün değil, akademik özgürlüğün de işlerliğini yetirmesidir.

Dahası var: "Nasıl olsa sonuçlarını duyurmam mümkün olmayacak" diye düşünen bir akademisyen... Türkiye'nin önemli sorunlarını araştırmayacak, netameli meselelere girmeyecek; aklını, zekâsını, enerjisini zülfiyare dokunmayan konulara yöneltecektir.

Bir yandan tarihi, siyaset bilimini, sosyolojiyi önemsiyoruz... İnsan haklarını Anayasa'ya koyuyoruz... Öte yandan bu işleri bilen ve öğreten insanları susturmaya kalkışıyoruz.

Onlara, "Aykırı laflar etmeyin, bizim gibi düşünün" demek... "Biz neyin ne olduğunu biliyoruz, size ihtiyacımız yok" demektir.

Madem öyle, üniversitelerde sosyal bilimler bölümlerini kapatalım gitsin. Hem rahat ederiz, hem de harcadığımız onca para, emek ve vakitten tasarruf ederiz. Fena mı olur?

Not: Askeri vesayet günlerinde, muhbir vatandaş "Atatürk'e hakaret etti" diye şikâyet ediyordu. Basın savcısı da daha sonra başının ağrımaması için ifademi alıyor ama başka işlem yapmıyordu.

Bu saçma yasa ve yönetmelikleri yapanların umurunda değil biliyorum ama yine de söyleyeyim: Bu tip şikâyetler en az 100 liraya yapılsın. Şikâyet edilen hakkında dava açılırsa, şikâyetçi 100 lirasını geri alsın. Dava açılmazsa 100 lirası devlete kalsın. Hadi bakalım!