Okur Temsilcisi Baydar: Sabah 'İdamı getirin' manşeti atmamalıydı

Okur Temsilcisi Baydar: Sabah 'İdamı getirin' manşeti atmamalıydı

 

Sabah Gazetesi Okur Temsilcisi Yavuz Baydar, gazetenin 13 Kasım 2012'da attığı "İdamı getirin, bu işi bitirin" manşetine gelen eleştirileri değerlendirdi. Baydar "Çok değil birkaç yıl önce, kritik bir aşamada, 27 Nisan ertesinde, 'Darbeye Hayır' manşetiyle üniformalı bir akılsızlığa karşı çıkarak siyasette doğru istikameti göstermiş olan SABAH gazetesi, o bilinen kimliğiyle, 'İdama Evet' şeklinde algılanan bir manşeti atmamalıydı" dedi.  

Yavuz Baydar'ın Sabah'ta yayımlanan (19 Kasım 2012) "İdamın telaffuz zorluğu" başlıklı yazısının "Ombudsman'ın yorumu" bölümü şöyle: 

"Geçen haftanın ilk üç gününü, 'Şiddet, terör, çatışma çözümü ve medyanın rolü' başlıklı, ama biri uluslararası diğeri Türk yerel medyasını buluşturan iki toplantıya konuşmacı olarak katılarak geçirdim. Filistin, Afganistan, Suriye, Sudan, Somali, Sri Lanka gibi örnekler bir yanda yer aldı, diğer toplantıda ise Türkiye'de çeşitli bölgelerden yerel medyanın ülkeyi saran gerginlikte nasıl sıkışık bir ruh haline geçtiğini dinledik.

Ateş düştüğü yeri yakıyor. Silahlı, bombalı 'çatışma hali' devam ettikçe içine ateş düşen aile ocaklarının sayısı da artıyor. Trajedi dört koldan toplumu kuşatıyor; duygusallık öne geçiyor.

'Siyasi şiddet' veya 'bölücü terör', ne dersek diyelim, haberciliği her an rayından saptıracak bir yoğunluğa sahip. Bu alanda demokrasiyi korumak; sivil duruşu sürdürmek; çözümü ve toplumsal huzuru sağlamak yönünde, akılcı ve serinkanlı bir habercilik nasıl yapılır sorusu etrafında sürekli olarak toplanmanın, tartışmanın asıl sebebi de bu.

Medya sinir uçlarını tırmalayarak, sansasyon üzerinden kışkırtıcılık mı yapacak; yoksa siyasi otorite başta olmak üzere herkesi aklı selime davet edici bir sorumlulukla mı davranacak? Bu ikilemin tam da orta yerindeyiz.

Başbakan Erdoğan ve hükümetin 'terör haberleri' konusunda hassas olduğu biliniyor. Ama her kesimden sivil toplumun, iş âleminin de medya konusunda hassasiyetleri var. Bir gözlemci olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, en önemli hassasiyet, cenaze törenleri ve şehitlerin, hayatını kaybedenlerin yakınları ile ilgili haberlerin veriliş tarzında bir ortak payda olarak beliriyor.

Bu köşede evvelce de aktarılan okur hassasiyetlerini de buna eklemek gerekir. Peki sorumluluk neyi gerektirir?

Tekrarlayalım: Duyguların sel gibi aktığı, acının kuşattığı cenazeler, kutuplaşmayı beslemek gibi bir niyet taşıyan, tarafgir medya unsurları için paha biçilmez duygu sömürüsü vesilesidir. Bu unsurlar, çatışmanın uç köşelerinde, 'göze göz' diyen, 'partizan', şu veya bu milliyetçi medyanın içinde hep olmuştur. Ama, kitlelere ulaşan bir 'merkez' medyanın böyle bir sorumsuzluğa katılması yanlış olur.

Cenaze törenleri toplumu sarsan siyasi çatışma ortamının parçasıdır, ama duygusal yönleri ağır bastığı için, son derece dikkatli, tasarruflu bir yaklaşımla haber yapılmalıdır. Hatta, ölenlerin mahremine , özel matemine saygı adına hiç haber dahi yapılmayabilir de.

Oğlunu kaybetmiş bir annenin çok yoğun bir duygusallıkla ölüm cezasını istemesi ancak acısının ne derece derin olduğuyla ilgilidir. Böyle bir söz manşete çekildiğinde, habercilik de duyguların esiri olmuş demektir. Dolayısıyla, okur eleştirilerini bu eksende okumak, çok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek duygu sömürüsü yapmamak gerekir.

Çok değil birkaç yıl önce, kritik bir aşamada, 27 Nisan ertesinde, 'Darbeye Hayır' manşetiyle üniformalı bir akılsızlığa karşı çıkarak siyasette doğru istikameti göstermiş olan SABAH gazetesi, o bilinen kimliğiyle, 'İdama Evet' şeklinde algılanan bir manşeti atmamalıydı."