Sadece beş duyumuz mu var?

Sadece beş duyumuz mu var?

Duyularla ilgili bilgi ilk olarak Aristoteles’in Ruh Üzerine adlı eserinde görme, duyma, dokunma, koklama ve tat alma olarak sistematik bir şekilde sıralanmıştı. Bilim dünyasında bile bu herkesin bildiği bir veri olarak kabul edilir.

Fakat her şey o kadar basit değil aslında. ‘Duyu’ kelimesini tanımlamaya kalktığımızda felsefenin alanına girmiş oluruz. En basit tanımı yapacak olursak insan duyusu, dış dünya ve bedenle ilgili bilgilerin beyne iletildiği yollardır. Bu durumda beşten daha fazla duyunun olduğunu iddia edebiliriz.

 

İç algı

 

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, vücudumuzun konumuyla ilgili duyuları ele alalım. Gözlerimizi kapatıp sağ işaret parmağımızla sol dirseğimize dokunmaya çalışalım. Bunu kolayca yaparız çünkü parmağımızın ve dirseğimizin nerede olduğunu biliriz. Bu duyu iç algı (propriyosepsiyon) olarak bilinir ve vücudumuzun her parçasının bizde oluşturduğu algı ya da his olarak tanımlanabilir. Hareket ettiğimizde, kaslarımızdaki alıcılar, boşluk içerisindeki konumumuzun bilgisini beynimize iletir.

Düşünün ki gözleriniz bağlı olduğu halde biri sizi yavaşça ileri doğru itiyor. Yerçekimine göre vücudunuzun konumunun değiştiğini hemen algılarsınız. Vücudun dengesini sağlayan, orta kulaktaki sıvıyla dolu vestibuler sistemdir. Boşlukta hız algısını hissetmemizi ve gözlerle bağlantı kurarak kendi hareketimizi göz ardı etmemizi sağlayan da bu sistemdir. Örneğin, okurken başımızı sallasak bile kelimelere yoğunlaşıp okumaya devam edebilmemiz bu sayededir.

Ayrıca vücudumuzun iç durumuyla ilgili bize bilgi veren başka duyular da vardır. Açlık, susuzluk, ağrı ve tuvalete gitme ihtiyacını bu duyular sayesinde hissederiz. Daha az belirgin olanlar ise tansiyon ya da beyin-omurilik sıvısıyla ilgili sinyallerdir.

 

Eko-lokasyon

 

Bazıları ise bu tanımı daha ileri götürerek vücudumuzdaki alıcı türlerine göre duyuların tanımlanabileceğini ifade ediyor; yani ne kadar sensörümüz var ise o kadar da duyumuz vardır. Bu durumda, herkes tarafından kabul gören ana duyuları bile farklı alt türlere ayırmak gerekir. Örneğin gözlerimiz kapalıyken sırtımıza dokundurulan bir buz parçasının yarattığı şok ile sadece bir plastik parçasının yarattığı basınç hissi arasında fark vardır. Fakat soruna bu şekilde yaklaşmak, çok sayıda alt türler yaratacağı için çok da pratik olmaz.

Diğer uçta ise gelen bilgilerin fiziksel kategorilere göre üç grupta sınıflandırılması yöntemine başvurulabilir: Mekanik (dokunma, duyma ve iç algı), kimyasal (tat, koku ve iç duyular) ve ışık.

Ayrıca gelen bilginin ne şekilde kullanıldığına bağlı bir sınıflandırma da mümkündür. Buna insanın eko-lokasyon becerisi örnek verilebilir. Dilin damağa vurulmasıyla çıkarılan sesin çevrede yarattığı yankılanmaya göre yer belirleme yeteneğidir bu. ABD’de kör bisiklet sürücülerinden oluşan bir grup bu yöntemi kullanarak dağlarda bisiklet sürüyor. (İlgili video için TIKLAYIN)

 

Duyuların bağlantısı

 

Burada bildiğimiz işitme duyusunun yanı sıra sese göre yön belirleme nedeniyle görme duyusuna benzer bir duyu da devreye girmektedir. Bu nedenle bazıları bunu ayrı bir duyu olarak değerlendirir.

Kısacası duyuları tanımlamanın bir tek yolu yok. Bazı durumlarda duyular birlikte hareket ettiği için ayırmak da anlamsız gelebilir. Örneğin restoranlardaki ses, yemeğin rengi vb. faktörler tadı etkileyebiliyor. Bu bağlantıları anlamak sinestezi (duyum ikiliği) gibi duyu anomalilerini incelemede veya bilinçle ilgili araştırmalarda önem kazanır.

Hangi açıdan bakarsanız bakın duyuları beşe ayırmak beyinle ilgili anlamsız yanlış inançlardan biridir.