Adalet Bakanı Sadullah Ergin, kendi dönemlerinde de gizli darbe girşimlerinin olduğunu bunları 2010 öncesi ve 2010 sonrası diye ayırmak gerektiğini söyledi. Ergin, "Askeri bürokrasinin, geçmiş dönemlerdeki alışkanlıklarını tezahür ettirmek izin yaptığı girişimler var. Bunların bir kısmı kamuoyuna yansımıştır ama yansımayanlar da var. Ak Parti döneminde böyle şeyler hiç olmadı demek doğru değil. Geçmişten gelen bir alışkanlık var" dedi. 2010 sonrası daha temiz bir zeminin olduğunu belirten Ergin, "2010 öncesi Ak Parti bu tür müdahaleleri reddeden, milletin iradesine sonuna kadar sahip çıkan bir duruş sergiledi. 2010 sonrasında daha temiz bir zemin var" ifadesini kullandı.
Çözüm süreci ile birlikte karşılaşılan zorluklar ve Abdullah Öcalan'ın bu süreçle birlikte devlete ne kadar güven verdiği sorularına Adalet Bakanı Sadullah Ergin, "Her iki taraf da, çok fazla sabote girişimi olacağını bilerek çalışmaya başladı. Bu sürecin istemeyeni hem içeride hem de dışarıda çok. İnişler çıkışlar var. Bazen kendine alan açma hamleleri oluyor. Böyle şeylere tenezzül etmemek lazım. Bunlar da süreci zaman zaman inkıtaa uğratıyor" dedi.
Milliyet'te Mehmet Gündem'in Sadullah Ergin'le yaptığı söyleşinin ilgili bölümü şöyle:
Hem üstlendiğiniz rol hem de bakanlık olarak ‘çözüm sürecinde’ önemli bir konumdasınız.
Zor bir süreç.
Ne kadar zor?
Kökü Cumhuriyet’ten öncesine kadar gidiyor. Genelkurmay Başkanları, hükümet yetkilileri, bölge valileri ve uzmanlar olmak üzere 1960’a kadar 16 tane rapor yazılmış. 14 tanesi aynı perspektife sahip.
Nedir o perspektif?
İnzibati tedbirlerle çözmek... Sosyolojik olarak bölgeyi tahlil eden, gerçekçi çözümlemeler sunan sadece iki rapor gördüm. 90 sene içinde ağırlıklı olarak güvenlik perspektifinden yazılmış raporları tatbik ettik ve çözelim derken problemin tabana yayılmasına neden olduk.
Yani sadece güvenlik perspektifinden sorun çözülmüyor.
Evet. Hamasi sözler söylemek kolaydır. Ama gerçekçi olup kalıcı bir adım atmak gerekiyordu. Türkiye bu sorunla yaşayamaz dedik ve adım attık.
Devlet, güçlü olduğu için mi, yoksa zayıfladığı için mi bu süreci başlattı?
Bu coğrafyada Kürtler kadim zamandan beri yaşıyorlar ve kader birliği yaparak beraberce bu toprakları kendimize yurt edindiğimiz kurucu unsurlardır. Sorunları var ama birbirimizin düşmanı değiliz. Burada ne Kürt biter, ne Türk biter. Şu zayıfladı, bu güçlendi durumu konjonktürel gelişmelerdir. Asıl olan şudur; “Güçlü devlet sorun çözer”. Birbirimizi doğru anlayıp, birlikte yaşama iradesini güçlendirebilirsek bir geleceğimiz olur.
Bu politika iktidarda ne zaman netleşti?
Başından beri parti programlarımızda sağlıklı ve cesur tespitler mevcuttu. Ancak Türkiye’de siyaset ile halk arasında büyük uçurumlar vardı. Bir de siz adım atsanız da sonuca ulaştırmanızı engelleyen bir mekanizma vardı Türkiye’de.
Nedir o mekanizma?
Toplumsal taleplerin üzerinde oluşturulmuş vesayet yapısıydı... Eğer siz, halkın taleplerini belli bir süzgeçten geçirmeksizin gündeme getirirsenizsiyasetten men ediliyordunuz. Türkiye’de elli yılda 25’ten fazla parti kapatıldı. Avrupa’da ise sadece 3 parti.
Yani...
Ak Parti, Kürt sorununu erken tespit etti, programa koydu ve çözüm önerisi getirdi. Çözüm adımları vesayetin zayıflamasıyla daha somutlaştı. Hatırlayın, Ak Parti 2007 seçimlerinde yüzde 47 oy aldı, sekiz ay sonra kapatma davası açıldı. Henüz zemin müsait olmadığı için o dönemde bunları tam olarak gerçekleştiremedik.
Peki, zeminin uygun olduğuna, toplumda, siyasette ve devlette o dönüşümün yaşandığına ne zaman ikna oldunuz?
12 Eylül 2010 referandumu dönüm noktası. Siyasetçiyi özgürleştirdi, demokrasinin önünü açtı ve vesayet odaklarının sorgulanmasını sağlamaya başladı. Bu süreç hâlâ devam ediyor. Unutmayın, 50’den beri her on yılda bir demokrasisi darbelerle askıya alınan bir tarihten bugüne geldik biz.
Sizin döneminizde de darbe girişimleri oldu mu?
2007 e-muhtırası...
Bilmediklerimiz var mı?
Elbette.
Kaç tane?
2010 öncesi ve 2010 sonrası diye ayırmak lazım.
2010’a kadar?
Askeri bürokrasinin, geçmiş dönemlerdeki alışkanlıklarını tezahür ettirmek izin yaptığı girişimler var. Bunların bir kısmı kamuoyuna yansımıştır ama yansımayanlar da var. Ak Parti döneminde böyle şeyler hiç olmadı demek doğru değil. Geçmişten gelen bir alışkanlık var.
Müdahale süreçlerinde yargı mensupları da vardı.
Maalesef. Bu müdahalelerin faturasını askeri bürokrasiye kesmek vicdansızlık olur. Bu günah kolektif bir yapının ürünü, içinde asker ve sivil bürokrasi, medya, üniversite, yargı, iş dünyası, bazı STK’lar var.
2010 sonrası ne oldu?
2010 öncesi Ak Parti bu tür müdahaleleri reddeden, milletin iradesine sonuna kadar sahip çıkan bir duruş sergiledi. 2010 sonrasında daha temiz bir zemin var.
Çözüm sürecinde devlette bir mutabakatın olması lazım ki süreç işlesin. Askeri ikna etmek gibi bir durum oldu mu?
Bu süreçte istişare mekanizmalarının önemi büyüktür, askerle de istişare edilir, varsa endişelerini söylerler ama politikayı hükümet belirler.
Çözüm sürecinde ivme dalgalı bir seyir izliyor. İnişli çıkışlı.
Bakınız, can kayıpları, bölgede yaşanan kötü tablolar çözüm süreci ile beraber yerini huzur ve güven ortamına terk etti. Lokal birtakım asayişi bozan girişimler olsa da, on bir aydır can kaybı yok. Bölgede umut var, esnaf kepenk indirmiyor... Bunlar bir arada yaşama iradesini besleyen gelişmeler. Fakat bu süreçte olumsuz şeyler de yaşanıyor. Rusya dışişleri bakanı Lavrov’un, ABD’li bakan Kerry’ye söylediği bir laf var: “Diplomasi sessizliği sever.” Sürecin işleyişinde de maalesef bazı aktörler çok fazla konuştu, konuşuyorlar. Buna, temas içinde olduğumuz siyasi partinin yetkilileri, Kandil ve üzerine vazife olmayanlarda dahil.
Öcalan’ın değiştirilmeli, yasalarda değişiklik yapılmalı, şu vakte kadar şu adamlar atılmalı türü açıklamalar sık geliyor.
Sonuç odaklı bir çalışma yapıyoruz. Bir yol haritası var ve hükümet atacağı adımları topluma deklare etmiş. Arkasından, bunu yapmazsan şöyle olur, bunu yapmasan öyle olur diyorlar. Kendilerince; örgüt baskı yaptı, hükümette baskıya boyun eğdi mesajını vermek istiyorlar. Bunlar basit düşünceler. Çözüm isteyenler böyle şeylere tenezzül etmezler. Anadolu’da bir laf var: Yürüyen atın başına vurulmaz. Bölge insanı bizim ne yapmak istediğimizi biliyor ve samimiyetimize inanıyor.
Peki, Öcalan kendini rahat ifade edebiliyor mu?
Bunu yapabileceği kanallar açık. BDP’den milletvekilleri, aileden kişiler gidip geliyorlar. Devletin istihbarat birimleriyle doğrudan iletişim ve yazışma imkanı var. Kanalar açık ve şu ana kadar da işledi.
Öcalan’la görüştünüz mü?
Hayır. Netice itibarıyla Öcalan 140 bine yakın tutuklu ve hükümlüden biri. Cezaevi personelimiz aracılığı ile sürekli temas içindeyiz, aynen diğer 140 bin kişi ile olduğu gibi.
Size direkt mesajı oldu mu?
Cezaevlerinden bana zaman zaman mektup gelir, mesaj iletirler. Bunlara kulak vermek görevim. Bu manada Öcalan’ın da zaman zaman mesajları ulaşmıştır bana.
Bugün itibarıyla Öcalan’ın sağlık problemi var mı?
65 yaşında bir insan. Yaşa bağlı sağlık sorunları ile karşılaşabilir. Bu manada Öcalan’ın zaman zaman şikâyetleri oluyor ve tedavisi yapılıyor. Şu anda bir sıkıntısı yok.
Mekânı?
Şikayet edebileceği bir mekân değil.
Diyalog zemini makule ulaşmada ön şarttır
Adaya gitmek isteyenler her defasında Adalet Bakanlığından izin alıyorlar. Bazılarına izin verilmiyor. Kriter nedir?
Bu çalışma problemi çözmek için yapılıyor. Biz de çözüm sürecine katkı sunacağını düşündüğünüz aktörlerle yürüyoruz. Tribünlere oynanıp, sürece zarar verecek adımlar atılacaksa bu çalışmayı sürdürmeye gerek yok. Elbette ki giden siyasetçiler siyaset yapıyorlar ama unutulmasın ki BDP parlamentoda temsil edilen bir siyasi parti ve bir siyasi partinin siyaset yapacağı argümanlarla yoluna devam etmeli. Hem biz bu sürece inanıyoruz diyeceksin, hem de sürece zarar veren beyanlarda bulunacaksın. Böyle olmaz...
Bunları muhataplarınızla paylaşıyor musunuz?
Diyalog zemini makule ulaşmada ön şarttır. Konuşunca anlaşıyoruz.
Süreç sağlıklı işlerse, bir yıl sonra nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?
Yol haritamızda üç aşama vardı:
1-Eylemsizlik ve yurtdışına çıkma. 2-Demokratik standartların yükseltilmesi. 3-Normalleşme.
Normalleşmede ne olacak?
Örgüt içerisinde olup da suça bulaşmamış kişilerin normal hayata dönmelerini sağlayacak yasal düzenlemeleri içeriyor.
Buna af mı diyoruz?
Geçmişte, eve dönüş, pişmanlık yasaları diye anıldı ama dünyanın her tarafında böyle bir sorun bitirilecekse mutlaka böyle bir sonla bitirilir.
Hangi aşamadayız?
Normalleşme sürecine doğru gidiyoruz.
Yakın mı?
Çok da uzak değil, hızlandırılabilir ama bu tek tarafın iradesiyle olmaz.
Muhataplarınızda aynı irade var mı?
Çok kompleks bir soru. Konjonktürel gelişmelerin de etkisi var. Ortadoğu coğrafyasında yaşananlar, Suriye, Irak, Mısır’daki gelişmeler süreçteki işleyişi etkiliyor. Yola çıkarken öngördüğümüz ile şimdi geldiğimiz yer arasında bir miktar farklılık var, ama telafi edilemeyecek değil. Açıklanan demokratikleşme paketi ile hükümet sürecin arakasında olduğunu ve devam ettirme iradesini güçlü bir şekilde tekrarladı.
Beşir Atalay, silah bırakılırsa yönetici kadro için düzenleme yapılabilir dedi.
Problemin sonlandırılması ihtimalinin güçlenmesi, aynı oranda imkan ve kabiliyetleri genişletir. Ama silah eldeyken, çatışma ve risk devam ederken bunların konuşulması güçleşir.
Öcalan, konumunun daha stratejik hale getirilmesini talep etti. Ne düşünüyorsunuz?
Basın mensuplarıyla, farklı STK temsilcileri ve Akil’lerle görüşme talepleri oldu. Düşünceye sınır yok. Fakat atılacak adımlar, Türkiye’nin gerçekleri, siyasetin hareket alanı ile birlikte düşünülmeli. Realitelerin imkan sağladığı ölçüde bu adımlar atılacaktır. Bugün bu şartlarda yürüyor, yarın farklı şartlarda yürüyebilir. Atılan adımların meyvesini görmek lazım ki üçüncü aşamaya, normalleşme sürecine geçelim.
Bu süreçte, Öcalan devlete güven veriyor mu?
İnişler çıkışlar var. Bazen kendine alan açma hamleleri oluyor. Böyle şeylere tenezzül etmemek lazım. Bunlar da süreci zaman zaman inkıtaa uğratıyor.
Devletin morali bozuluyor mu?
Bu zor ve zahmetli bir süreç. Canımızın sıkıldığı da oluyor ama bunları bilerek yola çıktık. Her iki taraf da, çok fazla sabote girişimi olacağını bilerek çalışmaya başladı. Bu sürecin istemeyeni hem içeride hem de dışarıda çok.