Şafak Pavey: 800 yıl önce yazılan Magna Carta'nın bile gerisine düşmek üzereyiz!

Şafak Pavey: 800 yıl önce yazılan Magna Carta'nın bile gerisine düşmek üzereyiz!

CHP Grubu Meclis Başkanvekili Şafak Pavey, başkanlık sistemine geçişi öngören anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "Ülkenin selametini değil: üstünde yapılan bütün kozmetik çalışmaya rağmen bir partinin mutlak hükümdarlık tasarısının yoğun ipuçlarını görüyoruz" dedi. 1215 yılında kabul edilen Magna Carta'nın temelinde hükümdarı denetleme gücünün olduğunu hatırlatan Pavey, "Şu anda 800 yıl önce yazılan bu sözleşmenin bile gerisine düşmek üzereyiz. Ülkelerde yüzlerce yıllık demokrasi kültürünü ayakta tutan sağlam ahlak ve hukuk kuralları mevcutsa anayasalara ihtiyaç bile duyulmaz ya da sadece başvuru referansı olarak kullanılır" diye konuştu. 

Şafak Pavey'in 26 Aralık 2016 tarihinde Meclis Anayasa Komisyonu'nda yaptığı konuşma şöyle:

Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişi öngören ancak içeriğinde "Başkan" yerine "Cumhurbaşkanı" ifadesi kullanılan anayasa değişiklik teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa Komisyonu'nda dokuz gün süren görüşmelerin ardından kabul edildi.

Anayasalar toplumlara tehdit olarak sunulmaz.  Toplumun temel ilkeler etrafında uzlaşmasını sağlayan ana kuralları belirler. Anayasalar uzlaşmaya ihaneti değil uzlaşmaya güveni vadeder. Bizim gibi yaşama dinamiğini bile kaybetmiş toplumlarda anayasaların huzuru kurallara bağlaması beklenir.

Anayasa, Hüküm sürenin egemenlik haklarını hangi koşullar altında kullanabileceğinin temel kanunudur… Anayasalar yasanın en yüksek makama boyun eğmesini değil, en yüksek makamın yasaya boyun eğmesini düzenler. Önümüzdeki taslak sizce hangisini düzenliyor?

Dünyada iki tür yönetici vardır. Bazıları insanı ideolojilerden daha değerli görür, bazıları da ideolojilerin insandan daha değerli olduğunu düşünür. Önümüzdeki taslak sizce hangisini değerli kabul ediyor? Dünyanın bütün anayasalarına ve evrensel hukuka ilham veren Magna Carta yani “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” 1215 yılında kabul edilmiştir.

Ana teması hükümdarlığı elinde tutanı denetleme gücüdür. Denetim üstünlüğü o kadar güçlüdür ki; ait olduğu ülkede hala yazılı bir anayasaya ihtiyaç duyulmamaktadır.

Hukukla bağları olağanüstü zayıf kültürlerde ise anayasaların yazılmış olması bile bağlayıcı olmayabilir. Görüldüğü üzere şu anda 800 yıl önce yazılan bu sözleşmenin bile gerisine düşmek üzereyiz. Ülkelerde yüzlerce yıllık demokrasi kültürünü ayakta tutan sağlam ahlak ve hukuk kuralları mevcutsa anayasalara ihtiyaç bile duyulmaz ya da sadece başvuru referansı olarak kullanılır.

Ama bizim gibi ülkelerde; sona erdirilmiş hukuk, yalpalayan güvenlik ve toplum adına denetleme hakkı kültür içinde özümsenmediyse anayasa hükmedileni hükmedene karşı savunan en korunaklı alandır. Sistemin mantığı iktidarın tek elde ya da tek merkezde yoğunlaşmasına karşıdır. Hele hele bizim kültürümüzde olduğu gibi “zirvedeki güce tapınmak” kültürün ana temasıysa çok daha özenli olmamız gerekir.

485 gün önce bir askerimiz Sefter Taş, barbar İşid tarafından kaçırıldı ve ailesinin açıklamasıyla henüz öğreniyoruz ki; bu canavarlar tarafından yakılarak öldürüldü. Belki durum daha vahimdir ama hükümet bilmemizi istemediği konularda ağzını mühürlediği için gerisini bilemiyoruz.

Yine Rus haber ajansından öğreniyoruz ki Özel Kuvvetler Üyesi Astsubayımız Kıvanç Kaşıkçı ile askerimiz Muhammed Duran Keskin de bu canavarlar tarafından başlarına kurşun sıkılarak öldürülüyorlar.

Gördüğünüz üzere hükümetin denetleme hakkına zerre saygısı olmadığı için biz kendi askerlerimizin başına gelenleri ya acısından kahrolmuş babalardan ya da küresel ajanslardan öğrenebiliyoruz.

Askerlerimize yönelik bu korkunç infazların gizlenmesi bile yeni anayasanın; yok edilmiş denetleme hakkını yeniden kurmasının ne denli hayati olduğunu gösteriyor. Sadece hukuk olarak değil vicdanlı, ahlaklı ve insan hasleti taşıyan yöneticiler olma zorunluluğunu gösteriyor.

Tam da bu nedenle Anayasalar bizi kıyısında durduğumuz felaketten korumak üzere düzenlenmelidir. Bize toplumumuzun kaybettiği huzur ve görkemi yeniden yaratacak can suyunu vermelidir.

Hükmeden kuvvetle, hükmeden kuvvetin üstündeki hukuk birbirini dengelemeli: yasama yürütme ayrılığı ülkenin can simidi olmalıdır. Ne yazık ki önümüze koyulan ve tarihin görmediği bir kara propaganda ve gizemli ikna yolları ile dayatılan bu metinde niyetin içtenliğini; niyetin toplumsal huzur içeriğini göremiyoruz.

Ülkenin selametini değil: üstünde yapılan bütün kozmetik çalışmaya rağmen bir partinin mutlak hükümdarlık tasarısının yoğun ipuçlarını görüyoruz. 

20 Aralık 2016 da Rusya ve İran’la, Suriye üzerine imzaladığınız “demokratik ve seküler” devlet olma hakkını başka toplumlara layık görüp, Türk toplumundan neden esirgiyorsunuz? Türkiye anayasasını “demokratik ve seküler” olmaya layık bulmuyor musunuz?

Geçmişin hatalarını geçmişe gömüp, geçmişin hazinesini yüzyılın kazanımlarıyla taçlandırıp geleceğe taşımak bir ülkenin huzurunun tek yoludur. Eğer bu tasarı geçerse tarih sizleri; halkını selametli rotadan ayırmışlar olarak hatırlayacak. Ne yazık ki çok geç kalmış olacak.