T24- Cahit Akçam'ın, Taraf Gazetesi'nden Taner Akçam'ın yazısına Birgün Gazetesi'nden verdiği yanıt.
“Başkalarının günahları ile aziz olunmaz” ( Anton Çehov)
Taraf Gazetesi’nin “Nöbetçi Köşe Yazarı” Taner Akçam, Birgün Gazetesi’ndeki bir manşetten yola çıkarak, kendince ülkemizin -belki de 100 yıllık- genel bir tablosunu çiziyor.
Ona göre Türkiye iki mahalleden kurulu imiş: Bir tarafta “şehirli”lerin yer aldığı küçük ve orta sınıflardan oluşan, ana ekseni bürokrasiye dayanan, yöneticileri asker ve bürokratlardan oluşan ve siyasi partileri de İttihat ve Terakki ve CHP olan, içinde aydın, solcu, bir şekilde “sol”a bulaşmış “biz”lerin de yer aldığı bir “bizim mahalle”; bir de kendini daha çok dinî değerlerle tanımlayan esnaf ve köylülerin yer aldığı “öteki mahalle” var. Ve “bizim mahalle”ye göre “öteki mahalle” gerici ve yobaz.
Bu derin “mahalle” eksenli analizi (!) öncelikle yaptığı sosyolojik belirlemeler yönünden ele alıp, bu analizin ne tür bir “sosyoloji” olduğunu anlamaya çalışacağız.
Görüldüğü gibi, bir taraf küçük ve orta sınıflardan, diğer taraf köylüler ve esnaflardan oluşmaktadır. Fakat, bu sınıf ve tabakalar uyuşmazlık taşıyan çıkarları nedeniyle mi yoksa yaptıkları ideolojik ve siyasi tercihlere göre mi farklı mahallelerde yer alıyorlar? Çıkarları nedir? Hangi sınıflarla çatışma halindedirler? Ya da örneğin bu “sol”, “gerici” ve “ yobaz” kavramları mahalle mensuplarının hangi sınıflar yanındaki tercihlerine işaret etmektedir? Bunları anlayabilmek mümkün değildir ve zaten böyle Marksizm kokan sorular da sormamalıyız. Çünkü Taner’in de, benzer analiz sahiplerinin de öyle sınıf, sınıf mücadelesi vb. gibi kavramlarla işi yoktur. Bu nedenledir ki bu tür bir analiz, ülkemizin farklı toplumsal evrelerindeki siyasal saflaşmaları “tek tipleştirdiği” ve bunları asıl dayanakları olan toplumsal ve sınıfsal temellerinden kopararak açıklamaya çalıştığı için en baştan hafiflikle “malul” olan bir metaforik (!) analizdir.
Bu analiz o kadar hafiftir ki her hafiflik gibi hızla yukarılara yükselirken, aynı ölçüde derin ve baş döndürücü bir “metafor” haline gelmektedir. Örneğin işçi sınıfı bu “metafor” da bizim mahallede de karşı mahallede de yer almaz. Yani işçi sınıfı hiçbir şekilde yoktur. Niye yoktur? Bilemiyoruz ! Koskoca sınıf unutulamayacağına ya da yok sayılamayacağına göre, Taner olsa olsa işçilerin bu “metafor” u anlamlı kılacak bir kıymet-i harbiyeleri olmadığını düşünmektedir ve bu nedenle bahse konu etmemiştir onları. ( Koskoca bir sınıf bu canım, Taner onu başka nasıl atlamış olabilir ki ?)
Neyse ki Taner bir sınıf olarak burjuvaziyi unutmamış. Hadi gözümüz aydın, müjdeler olsun ki onlar da “Bizim Mahalle”ye taşınmışlar -eklenmişler- hem de TÜSİAD olarak. (Ne mutlu “Biz”e ki, bir de TÜSİAD’ımız oldu Taner sayesinde.) Peki, ne zaman taşınmışlar? Daha önce neredeymişler? Taner’de bunların da yanıtı yok ama TÜSİAD ( kuruluş 1971) olarak taşındıklarına göre, bu taşınma 1971’den önce gerçekleşmiş olamaz. Bu taşınma olsa olsa ya AKP’nin iktidara gelmesinden bir müddet sonra, ya da 12 Eylül 2010 referandumundan hemen önce gerçekleşmiştir. Bu ikincisi daha akla yatkındır, Taner’in onları “Bizim Mahalle”ye dühul etmesini, -Taner’e göre- referandum sürecinde resmen ilan etmemiş de olsalar gerçekte “Hayır” dan yana bir tavır geliştirmelerine dayandırdığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu burjuvazinin bu siyasal tercihi nedeniyle “Mahalle” mize eklendiğini anlıyoruz da nereden gelerek eklendiğini Taner söylemiyor bize. Biz de yine onun metaforuna dalarak bulacağız yanıtı. Şimdi Taner’e göre , bu iki mahalle en az 100 yıldır var ya, öyleyse bu burjuvazi de bu iki mahalleden birinde doğmuş olmalı.”Bizim Mahalle” ye eklendiğine göre, burda doğup da eklenmiş olması mantık dışı olur. Öbür mahallede doğup bizim mahalleye eklenmiş olması bu nedenle mantıksal olandır. Böylece aslında bu burjuvazinin mahalle değiştirmiş olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Yani evvelce, Taner’e göre, kendilerini dini değerleriyle tarif eden ( dolayısıyla da bize göre yobaz ve gerici olan ) “Öteki Mahalle” nin bir burjuvazisi iken zamanla modernist elitler olarak semirdikleri için “Bizim” daha “ilerici” ve modern” olmasıyla övündüğümüz “mahallemize”-artık mahallelerinin suyunun çıktığına(!) karar vererek- taşınıvermişler.
Peki “Öteki Mahalle”? ”TÜSİAD” bize geçti diye onlar burjuvazisiz mi kaldı ? Hadi TÜSİAD burjuvazisi oradan gelmemiş olsun, onların burjuvazisi yok mu ? Taner’e göre “Öteki Mahalle” yalnızca esnaf ve köylülerden oluşmaktadır, demek ki, onların bir burjuvazileri bile yoktur. ( Ne acıklı bir durum. İnsanın “Yazııık” diyesi geliyor vallahi.) Durun, o kadar da vahim değildir durum. Yine Taner’e başvurarak aslında onların da bir burjuvazilerinin olduğunu müjdeleyebiliriz. Madem ki, Taner’e göre “Öteki Mahalle” “kendisini daha çok dinsel değerlerle tarif eden” bir topluluktur. Öyleyse bu memlekette ağırlığı taşraya dayanan ve giderek güçlenip palazlanan ve Tayyip Bey’in “Anadolu Kaplanları” dediği burjuvazi neden o mahallenin burjuvazisi olmasın ki ? Her şeyleriyle “önce müslümanız” mesajı veren ve bunu açıkça söyleyen bu burjuvazinin bize hiç yakışmayacağı, Taner’in “Öteki Mahallesi” ne cuk oturacağı açık değil mi? ( Peki Taner bu burjuvaziden neden hiç söz etmiyor? Onu da yeri gelince açıklayacağız. )
Çok şükür onları da burjuvazilerine kavuşturarak metaforumuzun bir handikabını daha atlatmış bulunuyoruz. Ama gelin görün ki, bana da size de rahat yoktur bu “metafor”un elinden. Bu acayip bilimsel (!) karakterli “metafor”un bir cenazesi daha duruyor önümüzde. Şimdi çoğunuzun “ İyi de işçisi olmayan burjuvazi nasıl oluyor ? Memleketimizde artık ilkokul çocukları bile biliyor ki, bu iki sınıf birbirinin varlık nedeni. Aynı tarihsel koşullarda birlikte oluştuklarını, biri olmadan diğeri olamayacağını biliyoruz.” Buyrun cenaze namazına! Şimdi kim kaldıracak bu cenazeyi ? Güzel kardeşlerim bu tarihsel ve sosyolojik gerçeği siz biliyorsunuz da, Taner bilmiyor mu ? Üstelik o koskoca bir profesör bugüne bugün. Doğru, “Sosyoloji Profesörü” değil “Tarih Profesörü” ama olsun profesör sonuçta; yalamış yutmuşluğu hepimizden bin kat fazladır. Öncelikle onun affına sığınarak söylüyorum ama hiç yapar mı böyle bir cahillik ? O bilmez mi, bu kadar cahil olmak için profesör olmaya gerek yoktur. Dedik ya , işçi sınıfımızın fazlaca bir kıymeti yoktur bu mevzu içinde, onun için almamıştır Taner onları kaale. Bu zengin kafiyeli yanıtı da mı beğenmediniz? “ Yani 15-16 Haziran’ın mı kıymeti yok; taa 1900’lerin başından beri yapılan grevlerin; DİSK’in, onun DGM Direnişi başta olmak üzere faşist katliam ve cinayetlere karşı örgütlediği direnişlerin; ekonomik ve demokratik haklar için yapılan binlerce direniş ve grevin; Yeraltı Maden-iş Sendikası’nın, Yeni Çeltek maden ocaklarına el koyan işçilerin yarattığı depremin; 100.000 kişilik Zonguldak-Ankara yürüyüşünün; Tekel Direnişi’nin nasıl kıymeti olmaz?” diyerek üstüme üstüme gelmeye devam edecekseniz size verebileceğim tek bir yanıtım var güzel kardeşlerim:
“YERSENİZ BU YEMEK, YEMEZSENİZ MERCİMEK”
Bu yanıttan başka ne yanıt versin ki size Taner? Şimdi “Pardon, çok özür dilerim, (O çok kibardır, yakından tanıyanlar bilir. Hatasını gördü mü hiç ikiletmez, hemen özür diler.) aslında işçi sınıfı da var güzel memleketimizde ama o yazıyı yazdığım gece sular kesikti, bu nedenle dersimi iyi çalışamadığım için de işçileri yazmayı sehven atlamışım” dese, hemen soruyu yapıştıracaksınız. “Peki o zaman hangi mahallede bu sınıf?” Şimdi ne yanıt versin garibim? “Öteki (yani gerici ve yobaz bildiğiniz) mahallede” dese “YUH” diyeceğiniz aşikar. Referandumdaki DİSK, KESK vb.nin tavrına bakarak “Bizim mahallede “ dese, diyeceksiniz ki “ O nasıl iş, burjuvaziyle işçi sınıfı nasıl aynı mahalllede yer alır? Birbirleriyle, hele de bizim memlekette, çıkarları bu kadar çatışan bu iki sınıfı nasıl aynı kefeye koyarsın. Bu nasıl sosyolojik tahlil”. O da kalkıp size, bu “metaforun” aslında sosyolojik olmaktan daha çok “siyasi ve kültürel tercih farklılıklarıyla ayrılmış “mahallelelere” dayandığını; örneğin işçi sınıfı ve burjuvazinin belli tarihsel koşullarda nasıl ittifaklar yaptığını; 1789 Fransız İhtilali’nden, 2.Dünya Savaşı’ndan, hatta ve dahi Dimitrof’tan örnek ve alıntılarla anlatmaya çalışacaktır belki. ( Belki dedim ammma, sahi Dimitrof’a başvurur mu dersiniz. Ben de çok abarttım galiba.) “ Ne ilgisi var onunla senin yaptığın tahlilin, hem çıkarları bu kadar çatışan sınıflar olacak hem de bu sınıflar “aynı siyasi tercihleri” yaparak 100 yıldır-belki de 150 yıldır- aynı mahallede yaşayıp, aynı kefede durma rekoru kıracaklar. “ vs vs deyip ha bire yüklenip yoracaksınız adamı. O yüzden onun için en iyi “Taner yanıtı” yukardaki yanıttır. Eee, siz de mercimeğe razı olun canım artık. Ve anlayın ki artık, bu mahalle eksenli metaforik sosyoloji (!) aslında bir “mercimek sosyolojisidir.”
( Bakınız; Mercimeğin Faydaları, Meydan Larousse, Cilt 5, Kısım 55; sayfa 555 )
Eh metafor’un sosyolojisini hallettiğimize göre , artık onun derin ilmi (!) cesametli siyasal belirlemelerinin en menem şeyler olduğuna, bunların yoksul Anadolumuzun siyaset bilimine nasıl muhteşem katkılar yaptığına geçebiliriz. Ama buraya kadar, gördüğünüz gibi o eksik, bu gedik, hadi giderelim; metaforun patlayan deliklerini tıkayalım derken, epeyce yorulduk. (Sanırım Taner de yorulmuştur.) Hep birlikte derin soluklar almak üzere şimdilik ara verelim. Çünkü yazının bundan sonraki bölümünde, “metafor”un siyasal yanının çok daha vahim ve dramatik olduğunun; bir insanın-Taner’in- yaşamının en değerli sayılabilecek gençlik yıllarını nasıl bir pişmanlıkla anımsadığının; yıllarca yazdığı yazılarla karşılarına çıktığı, bu uğurda cezaevlerine girdiği kesimlere ideolojik ve siyasal anlamda nasıl teslim olduğunun; bu nedenle bizzat kaleme aldığı yazıları nasıl inkar etmekte olduğunun; orijinal tespitler yapayım, derken 12 Eylül yöneticilerinin ve eskinin sicilli faşist katillerinin ağababası Mümtaz’er Türköne ve BBP mahfilli faşistlerin tezlerini savunur hale nasıl düştüğünün; bütün bunları yaparken de, kendisi gibi teslimiyet bayrağı çekip karşı tarafa geçmedikleri, onlara boyun eğmedikleri için, kendi aile fertleri başta olmak üzere en yakınlarını, yol arkadaşlarını; ona sıcak evlerini ve yüreklerini açan, cezaevinden kaçmış bir devrimcidir, diye olanaklarını ayaklarına seren onlarca güleç yüzlü, temiz yürekli insanı,“karşı”dan devşirdiği halde kendi keşfiymiş gibi bize yutturmaya çalıştığı tahlillerle bilediği kılıçlarla “ Siz aslında milliyetçilikle malül, potansiyel Miloseviçlersiniz” diyerek nasıl kılıçtan geçirdiğini göreceğiz. Göreceğiz ve anlayacağız ki, bir insanın bütün bunları yapabilmesi için yalnızca siyasal ve ideolojik körlükle malul olması gerekmiyor; aynı zamanda kadirşinaslık, vefa gibi en temel insani değerleri de yitirmiş; insaf sınırlarını bile aşan bir vicdansızlık batağına da saplanmış olması gerekiyor. Hele biraz dinlenelim.CAHİT AKÇAM