Şahin Alpay
(Zaman - 7 Mart 2013)
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı / Medialog Platformu’nun 23 Şubat 2013’te Diyarbakır’da düzenlediği “Toplumsal Uzlaşı ve Medya Çalıştayı” başlıklı toplantının sabah oturumunu ben yönettim.
Barış sürecine olumlu yaklaşan gazetecilerin ve sivil toplum temsilcilerinin katıldığı toplantıyı açarken, şu hatırlatmalarda bulundum:
Güçlüklerle dolu, iniş–çıkışlı olmaya aday bir barış sürecine giriyoruz. Belki hiç olmadığı kadar da iyimseriz. Süreç başlarken, medya mensupları olarak akılda tutmamız gerekenler var. Demokrasilerde medyanın işi, yurttaşların siyasi tercihlerini sağlıklı bir şekilde yapabilmeleri için gerekli olan haber, bilgi ve yorumları topluma iletmek; siyasi, iktisadi ve idari güç sahiplerinin kanunlara ve ahlaka uygun davranıp davranmadıklarını denetlemektir.
Medyanın işini yapması için, şu şartlara sahip olması gerekir: Medyaya çoğulculuk ve rekabet hakim olmalıdır. İfade ve basın özgürlüğü olmalıdır. Şiddet içermeyen bütün fikirler serbestçe ifade edilmelidir. Editoryal bağımsızlık olmalı, yani medya kuruluşlarını gazeteciler, devletin, hükümetin ya da patronların müdahalelerine uğramadan; sansüre ve otosansüre tabi olmadan yönetmelidir. Nihayet, gazeteciler meslek ahlak ve ilkelerine bağlı olarak çalışmalı; meslek kuruluşları aracılığıyla dayanışma içinde olmalıdır. Elbette ki, saydıklarım ideal olandır; dünyanın pek az demokrasisinde bu şartların tam olarak tesis edildiği söylenebilir. Ancak tecrübeler gösteriyor ki, bu şartlar ne ölçüde yerleştiyse demokrasi o kadar iyi işler; demokrasisi iyi işleyen bir ülke de sorunlarını çözmede o ölçüde başarılı olur.
Bugün neredeyiz? Çok şükür medyada çoğulculuğu ve rekabeti boğan tekeller ve karteller kalmadı. İnternet, Türkçe de yayın yapan yabancı televizyon kanalları sayesinde haber, bilgi ve yorumlar karartılamaz, sansürlenemez hale geldi. Çok şükür AKP iktidarı sayesinde tabu, tartışılamayan konu kalmadı, ama TMK ve TCK’da bir yığın madde basın ve ifade özgürlüğünü ağır bir şekilde kısıtlamaya devam ediyor. 4. yargı paketiyle bu kısıtlamaların kalkacağı umudu var. Ne yazık ki, editoryal bağımsızlığa saygı yok. Hükümet, kendisiyle ticari işleri olan patronlar aracılığıyla, medyanın ne yazıp yazmayacağına müdahale ediyor. Yöneticiler arasında yaygın, medyayı devletin ve hükümetin bir uzantısı olarak görmek zihniyeti aşılamadı. Gazetecilerin kendileri de, editoryal bağımsızlığın önemini kavramaktan uzak. Meslek kuruluşları, gazeteciler arasında ahlakı ve ilkeleri korumaya yönelik dayanışmayı sağlamaktan çok uzak.
O konuşmada eksik kalanları burada yazayım: Aşılacağı umuduyla yanıp tutuştuğumuz, Kürt ve onun doğurduğu PKK sorunu bugüne kadar çözülememiş ise bunun temel nedenlerinden biri askerî çözümde, yani demokrasi dışı çözümde ısrar edilmesi; bu bağlamda medyanın “milli dava” adına sansüre ve otosansüre zorlanmış olmasıdır. Bu hükümet gelene kadar ülkeyi perde arkasından yöneten askerler, medya üzerinde baskı kurarak gerçekleri duyurmasını engellediler. Bugüne kadar ülkeyi yönetenler, Kürt sorununu çözmek için gerekli reformları yapmamakta direnerek, silahlı çözümden medet umarak, sonunda barış umudunun, maalesef, PKK’nın 14 yıldır hapiste olduğu halde rolü büyüyen lideri Öcalan’la uzlaşmaya bağlı kalmasına yol açtılar.
Barış süreci de ancak ifade ve basın özgürlüğüyle başarıya ulaşabilir. Aksini düşünmek, en iyi niyetli çabaları bile boşa çıkarır. Milliyet’te gazeteciler üzerindeki hükümet ve patron baskısı bunların hatırlatılmasını zorunlu kılıyor..