Şahin Alpay: Hasan Cemal'in anıları, 50 yıllık dostluğumuza rağmen cevabını merak ettiğim sorulara ışık tuttu

Şahin Alpay: Hasan Cemal'in anıları, 50 yıllık dostluğumuza rağmen cevabını merak ettiğim sorulara ışık tuttu

Şahin Alpay*

Hasan Cemal, sağolsun, anılarını içeren Hayat işte böyle geçip gidiyor başlıklı yeni kitabını dumanı üzerinde tüterken, avukatlar aracılığıyla bana ulaştırdı. Bir solukta değil, altını çize çize okudum. Ne de olsa Hasan Cemal’in kendine ait hayatının değil, ama meslek, ve daha çok, fikir hayatının en yakın tanıklarından biriyim. Onun da hayatımda önemli bir rolü olmuştur.   Dostluğumuzun 50 yıllık bir geçmişi var; 1960’ların sonlarında Devrim ve Aydınlık dergilerinin kapı komşu olduğu yıllara uzanıyor. O sıra HC bir “cuntacı” bende “hattâ Maocu”ydum. 1970’lerden itibaren ikimiz de adım adım siyasi özgürlük ve çoğulcu demokrasinin vazgeçilmez olduğunda karar kıldık.   1974 affıyla İsveç’ten askerlik yapmak üzere yurda döndüğümüzde ziyaretine gittiğim dostlarımdan biri Hasan Cemal oldu. 1973’ten itibaren Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başlamış, 1979’da da Ankara büro şefi olmuştu. 1981’de yurda kesin dönüş yaptığımda da Genel Yayın Müdürü’ydü. Çiçeği burnunda siyaset bilimi doktoru olmama rağmen akademik kariyere devam etme imkânı bulamayacağım anlaşılınca, Hasan Cemal’in kapısını çaldım. Ortak dostumuz rahmetli Uğur Mumcu’nun da destek olmasıyla Hasan Cemal bana Cumhuriyet’te iş vererek, hiç hesapta olmayan gazeteciliğe adım atmama yol açtı.   Gazetede ilk işim Ocak 1982’den itibaren benim önerdiğim kitap sayfasını hazırlamak oldu. Ağustos 1982’den itibaren de gazetede tam-zaman çalışmaya başladım; çeşitli editörlük görevlerinde bulundum. Hasan Cemal bana yazarlık yaptıramayacağını anlayınca, haberci olmaya teşvik etti; “kendine bir uzmanlık alanı seç” telkininde bulundu. Cumhuriyet gazetesinin tarihini yazmamı önerdi. Bu önerilerinin hiçbiri yürümedi, ama ona Cumhuriyet’in herkesçe güvenilerek okunan bir referans gazetesi olmasına dair raporlar yazdım. İsteği üzerine bir tür okur temsilcisi olarak sabah toplantılarında o günkü gazeteyi eleştirdim, önerilerde bulundum.   Açık toplum yanlısı, liberal görüşlerim ve başka nedenlerle karşılaştığım tepkiler nedeniyle sonunda Hasan Cemal neredeyse beni gazeteye aldığına pişman oldu. Gazetenin arşivine kurulan bir bölmeye kaldırıldım; ortalıkta görünmez kılındım. Bu hâlimle Cumhuriyet’i hiç sevmedim. Ta ki, 1991 sonlarında gazetenin “yalanında yaşamak” Hasan Cemal’in canına tak edene kadar… Ne var ki, Hasan Cemal’in deyişiyle korumaya çalıştığı “vazo” kırıldı: 1992 başlarında önce o, hemen arkasından da ben gazeteden ayrıldık. “Üniversiteye dönmem” temennisiyle vedalaştık.   Üniversiteye dönmem yine mümkün olmadı. 1993-94 arasında çalıştığım Sabah gazetesinde, sonra 1994-2001 arasında çalıştığım Milliyet gazetesinde Hasan Cemal ile aynı çatı altında buluştuk. Diyaloğumuz yeniden ısındı. 2000’lerde siyasi özgürlük ve çoğulcu demokrasi savunmasında (onun deyişiyle) birbirimize “gaz” verdik. Silivri’de hapse düştüğümde dayanışmasını esirgemeyen dostlarımın başında geldi. Ona şükran borçluyum.   Onu 50 yıldır tanıyan bir arkadaşı olarak şunu söyleyebilirim: Hasan Cemal’in haberci-yorumcu gazeteci olarak temel vasfı, çağdaş Türkiye’de siyasetin ve medyanın bir numaralı analisti olmasıdır.   Hasan Cemal’in bir entellektüel, bir fikir adamı olarak temel vasfı ise “yalanda yaşamayı” yani devletin topluma dayattığı “hikâyelerle” yaşamayı reddedenlerin başta gelenlerinden biri oluşudur. Başta Kürt, Ermeni, askerî vesayet, otoriter kimlik ve laiklik, nihayet otokrasi, tek-adam rejimi sorunlarımız olmak üzere gerçekleri açıklayanların önde gelenlerinden biridir.   Hasan Cemal bu iki temel vasfını sadece yazılarıyla değil, sayıları bir düzineyi geçen kitaplarıyla da ortaya koymuştur. Bana göre Türkiye’de siyaseti ve medyayı anlamak için mutlaka okunması gereken üç kitabı var.   Bunlardan birincisi Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım bir fikir adamı olarak Hasan Cemal’in kendisiyle yüzleşmesidir. “Cuntacılığı” reddedip, özgürlüğe ve çoğulculuğa bağlanmasının neden ve niçini bu kitapta bulabilirsiniz. Türkiye’de 9 Mart’a değinmeden nice 12 Mart hikâyeleri yazılmıştır. Bu kitap 9 Mart bilinmeden 12 Mart’ın anlaşamayacağını da anlatır.   Kitapların ikincisi Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim başlığını taşır ve 1991 sonunda gazetede yaşanan “vazo kırılması” olayının arka planını olabildiğince açıklıkla anlatır. Tıpkı 12 Mart olayı gibi, Cumhuriyetgazetesinde bölünme olayı da Hasan Cemal’in tanıklığı olmadan anlaşılmaz. (Bu kitabın benim öyküm açısından da büyük değeri var.)   Kitapların üçüncüsü yeni yayımlanan anılar. Anıların önemli bir bölümü, aile öyküsü. Hiç kimse aile öyküsü bilinmeden tam olarak anlaşılmaz. Hasan Cemal’in aile, dolayısıyla kendi öyküsüne babasının babası, dedesi Cemal Paşa’nın damgasını vurduğu muhakkak.   Anıların bana en dikkate değer görünen iki bölümü daha var. Bunlardan biri Türkiye’de son elli yılın önde gelen aktörlerinin portrelerini çizen sayfalar. Demirel, Ecevit, Özal, Erbakan, Baykal, Çiller, Yılmaz, Bahçeli, Kemal Derviş ve Erdoğan… Bu siyasilerin mükemmel birer profili.   Öteki özellikle dikkate değer sayfalar da 1980’lerden bu yana Türkiye’de medyanın encamına dair olanlar. Bu sayfalarda Hasan Cemal’in yönetici, yorumcu, haberci gazeteci olarak, olayları yerinde izleyerek olgunlaştırdığı anlayışın süzülüp gelen özünü bulmak mümkün.   Hasan Cemal’in anıları, 50 yıllık dostluğumuza rağmen cevabını merak ettiğim sorulara da ışık tuttu. Bunlardan biri de, nasıl olup da, birbirimizi henüz iyi tanımadığımız 1980’lerin başında, Cumhuriyet’e alıp bana gazeteciliğin kapısını açarak kendisini sıkıntıya sokmayı göze aldığı. Bunun başta gelen nedeni, Robert Kolej mezunu olduğum hâlde, 1960’larda tıpkı onun yaptığı gibi, Mülkiye’de okumamızın amacı olan hariciyecilik kariyerini bir kenara itip, devrimciliğe karar vermem; sonra 1970’lerden itibaren, tıpkı onun gibi özgürlüğe ve çoğulculuğa yürekten bağlanmam olmalı.   Benim Hasan Cemal’e beslediğim, yıllar içinde güçlenen güvenin kaynağında onun ülkenin en önde gelen gazetecisi olarak vukufuna; bir fikir adamı, entellektüel olarak dürüstlüğüne, yalanda yaşamayı reddetmesine duyduğum saygı var.   Hasan Cemal’in benimle sık paylaştığı sözlerinden biri, “hiçbirimiz günahsız değiliz” tesbitidir. Anılarında “günahlarını” zikretmekten de geri durmuyor.   15 temmuz faciası sonrasında Silivri’ye tıkılmak suretiyle uğradığım büyük haksızlığı dile getiren bir avuç dostumun başta geleni olması, duruşmalarda dahi yalnız bırakmaması, kalbimi bir kat daha kazanmasının nedeni.   Hasan Cemal, avukatlar aracılığıyla elime ulaşan bir mesajında şöyle diyor: “Sevgili kardeşim, unutma hep yanındayım, hasret gidereceğimiz zamanları iple çekiyorum…” Ben de aynı duygularla doluyum. Konuşacak çok şey birikti.

Şahin Alpay Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 9. Bölüm, A4-1 15 Şubat 2018 

* Bu mektup, ilk olarak Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır