Sakalı, purosu ve haki üniformasıyla Batı'ya kafa tutan devrimci

Sakalı, purosu ve haki üniformasıyla Batı'ya kafa tutan devrimci

Sakalı... Purosu... Hâkî üniforması... Fidel Castro, kuşkusuz 20. yüzyıla damgasını vuran başlıca yüzlerden biriydi. Castro, 90 yaşında dün yaşamını yitirdi.

ABD'nin burnunun dibinde, Batı yarıkürenin ilk Marksist olduğunu söyleyen devletini kurdu, yakın işbirliği içine girdiği tüm Sovyet liderlerinden daha uzun ömürlü oldu ve dünyanın en uzun süre iktidarda kalan komünist lideri unvanını kazandı.

Fidel Castro 13 Ağustos 1926'da doğdu.

Zengin bir çiftçinin gayrımeşru oğlu olarak dünyaya geldi.

Havana Üniversitesi'nde hukuk eğitimi gördü ve 1950 yılında doktorasını kazandı.

Üniversite yıllarında sol ve anti-emperyalist politikaları benimsedi ve öğrenci mücadeleleri içinde yer aldı.

1947 yılında, sosyal adalet, temiz yönetim, siyasi özgürlükler gibi politikaları savunan Sosyalist Parti'ye (Partido Ortodoxo) katıldı.

1952 yılında yapılacak seçimlerde adaylığını koymayı düşünüyordu ancak hükümet General Fulgencio Batista tarafından devrildi, seçimler iptal edildi.

Batista'ya şiddetle karşı olan Fidel Castro, yönetimi değiştirmek amacıyla birkaç kez hukuk yoluna başvurdu, fakat bunlardan bir sonuç alamayınca her şeye sırtını dönerek, kendisini Batista'nın kanlı ve yolsuz rejimini devirmeye adadı.

"Haraket" adında bir örgüt kuran Castro kardeşi Raul ile birlikte, Batista diktatörlüğünü devirmek amacıyla, 1953 yılında Santiago de Cuba kenti dışındaki Moncada askeri kışlasına saldırı düzenledi.

Amaçları, o bölgedeki yoksul şekerkamışı işçileri arasında isyan teşvik etmek ve bunu daha sonra ülkenin diğer bölgelerine yaymaktı.

İspanyol sömürgeciliğine karşı bağımsızlığın lideri olan Jose Marti'yi kendilerine örnek alıyorlardı.

Fakat, askeri kışla saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı ve arkadaşlarıyla birlikte yakalanıp yargılanan Castro 15 yıl hapse mahkum oldu.

Cezaevinde, adını Moncada kışlası saldırısının tarihinden alan, 26 Temmuz Hareketi'ni kurdu ve dışarısı ile sürekli temas halinde bu örgütü inşa etmeye başladı.

Fidel, kardeşi Raul ve 25 arkadaşı ile birlikte 1955'te çıkarılan aftan yararlanarak salıverilmesinin ardından, Küba'daki baskıların yoğunlaşması nedeniyle Meksika'ya gitti.

Meksika'da o dönem genç bir devrimci olan Ernesto "Che" Guevera ile tanıştı.

Castro, Kasım 1956'da yalnızca 12 kişi taşımak için tasarlanmış olan bir botun içinde silahlı 81 yoldaşıyla birlikte Küba'ya geri döndü.

Ve tarihin en başarılı gerilla savaşını başlatmak üzere Küba'nın dağlarına çıktılar.

İki yıldan kısa süre içinde de zafer kazanarak, Batista'nın ülkeyi terk etmesine yol açtılar.

Havana'da kalabalıklar tarafından sevinç gösterileriyle karşılandılar.

Fidel Castro'yla omuz omuza savaşan ve Havana'ya indiğinde de yanında olan Alberto Leon, o anı "Bütün kiliselerin çanları çalıyordu. İnanılmaz bir şamata kopuyordu. Muhteşem yoğunlukta, benzersiz bir an yaşıyorduk" sözleriyle ifade ediyordu.

Fidel Castro, mücadelesinin ilk aşamalarında Komünist olduğu yönündeki iddiaları reddediyordu.

"Bizim düşüncemizde Komünizm ya da Marksizm yok. Siyasi felsefemiz, temsilci demokrasi ve iyi planlanmış bir ekonomi içinde sosyal adalet" diyordu.

Ama Şubat 1959'da Fidel Castro Küba'nın yeni başbakanı olduktan sonra, Marksist-Leninist bir programı kabul etti.

Kendisini destekleyen bazı liberaller ihanete uğradıklarını söylese de, Fidel Castro adım adım programını uygulamaya koydu ve Sovyetler Birliği'ne kucak açtı.

Bu dönemde binlerce Kübalı ABD'ye iltica etti.

Castro hükümetinin ülkedeki ABD'lilerin mülklerini kamulaştırmaya başlaması ardından, ABD ile ilişkiler daha da kötü bir seyir almaya başladı.

1960'da Küba'ya yönelik ekonomik ambargolar uygulamaya konuldu.

Nisan 1961'de Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA), Kübalı mültecilerin ülkeyi işgal etmesini teşvik etti; ancak tarihe Domuzlar Körfezi olarak geçen bu olay, ABD için bir fiyaskoyla sonuçlandı.

Domuzlar Körfezi, Castro için bir propaganda malzemesi oldu.

Nisan 1962'de ise, Küba iki süper güç ABD ile Sovyetler Birliği arasında çıkan nükleer bir fırtınanın koptuğu nokta oldu.

Dünya o güne dek nükleer bir savaşa hiç bu kadar yaklaşmamıştı.

Fidel Castro Sovyetler Birliği'nin Küba topraklarına gizlice nükleer silah yerleştirmesine izin vermişti.

ABD Başkanı John F. Kennedy, ABD casus uçaklarının bu tesislerin fotoğraflarını çektiğini dünyaya duyurdu.

Olay tarihe Küba Füze Krizi olarak geçti.

Bunu takip eden günlerde ilk geri adımı atan Moskova oldu ve Nikita Kruşçev Küba'daki füzeleri geri çekme kararı aldı.

Buna karşılık olarak da ABD'nin Türkiye'ye konuşlandırdığı silahlarını geri çekmesi istendi.

Fidel Castro halkın gözündeki yerini kuvvetlendirdikçe, Washington'un ondan duyduğu tedirginlik de artıyordu.

Bu durum, CIA'in ardı arkası gelmez ve birbirinden tuhaf suikast girişimlerine, darbe planlarına yol açtı.

Castro'ya patlayan bir puro içirme planlarını daha da tuhafları izledi.

Bir CIA çalışanının sözleriyle; "Ona bir pudra vermeyi düşünüyorduk. Bunu sakalına sürer sürmez, sakalları dökülecek, bütün Küba halkı ona gülmekten kırılacak ve böylece halk önünde küçük düşecekti. Bu ne kadar umutsuz bir halde olduğumuzu gösteriyordu."

Küba halkı ise Fidel Castro'yu bağrına basmayı sürdürdü.

Birçok Kübalı, Fidel Castro'nun yönetimi sırasında sunulan parasız eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandı.

1976'da Fidel Castro Küba'nın devlet başkanlığına seçildi.

1970'li ve 80'li yıllar boyunca Castro, Sovyetler Birliği'yle olan yakın bağlarına rağmen Bağlantısızlar Hareketi'nin başlıca liderlerinden, Üçüncü Dünya ülkelerinin yılmaz savunucularından biri oldu.

Karşısına çıkan en büyük tehdit ise yıllarca kendisine karşı mücadele eden CIA'den değil, en yakın dostu Sovyetler Birliği'nden geldi.

1991 yılında Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla Küba başlıca ekonomik desteğini yitirdi ve ABD ambargosu altında olduğundan, ekonomik bir yıkımla karşı karşıya kaldı.

Özellikle turizm alanında bazı yabancı yatırımlara izin verildi.

Fidel Castro, 80'inci yaş gününü kutlamaya birkaç gün kala, Ağustos 2006'da bağırsak kanaması geçirerek ameliyat oldu.

Ve 1959 yılında başbakanlık koltuğuna oturmasından beri geçen 47 yıl zarfında ilk kez yetkilerini geçici olarak birine devretti.

Bu kişi, kardeşi Raul Castro'ydu.

Küba Devlet Başkanı Castro, dünyanın en uzun süre iktidarda kalan lideriydi.

Görevi devretmesinin ardından kamuoyu önüne pek çıkmamayı tercih etti. Devlet gazetesinde "Yoldaş Fidel'den Yansımalar" başlıklı köşe yazıları yazmaya başladı.

Temmuz 2010'da hastalığının ardından ilk kez kamuoyunun önüne çıktı ve işçileri selamlayarak, ABD'nin İran ve Kuzey Kore ile yaşadığı sorunlarla ilgili bir mülakat verdi.

Sonraki ay, Ulusal Meclis'te dört yıl sonra ilk konuşmasını yaptı.

Aralık 2014 ise Küba ile ABD arasındaki ilişkiler açısından yeni bir dönüm noktası oldu. ABD Başkanı Barack Obama, yaklaşık 50 yıl sonra Küba'ya uygulanan ambargoları kaldırdı.

İki ülke karşılıklı olarak büyükelçiliklerini yeniden açtı.

Castro, bu adımı "bölgede barışın tahsis edilmesi için olumlu bir hareket" olarak tanımladı ancak ABD devletine güvenmediğini de sözlerine ekledi.

Küba halkının yüzde 70'i hayatları boyunca Castro'dan başka devlet başkanı görmemişti.

Kübalılar arasında Castro'dan nefret edenler olduğu kadar, onu gerçekten sevenler de var.

Birçok kişi için Castro Küba, Küba Castro demek.

Küba devriminin lideri, 20. yüzyıla damgasını vuran en önemli devlet adamlarından Fidel Castro, Küba'da 25 Kasım günü 90 yaşında yaşama gözlerini yumdu.