2 Temmuz'daki yazısında köşe yazmayı bırakacağını duyuran, daha sonra ise, "AKP'li fırıldaklar ayrılmama çok sevindi" diyen Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, kendisini "Karşı mahallede tuhaf şeyler oluyor. Mahallenin yeni Emin Çölaşan’larından Salih Tuna, iki gündür, 'Veda ederim ha' türünden yazılar yazıyor. AKP’li fırıldaklar...' diyor. O kadar çok var ki çıkaramadım" ifadeleriyle eleştiren Ertuğrul Özkök'e tepki gösterdi. Tuna, "'Hele hele, 'Erdoğan'dan çok Erdoğancı' şeklindeki şarlatanlıkları yok mu? Daha evvel de 'fitne çıkartmayın' diyerek fitne çıkartıyorlardı' diyorum. Ertuğrul Beyciğim bu ifadeden, “Erdoğan'dan çok Erdoğancı şaklaban' diyor” sonucunu çıkartmış. Bu arada ben de tebrik ederim Ertuğrul Beyciğim, anlama kapasitenizi bayağı geliştirmişsiniz" dedi.
Salih Tuna'nın, "Mustafa Ceceli’nin orucu, iki hatunun mesajı ve Ertuğrul Beyciğimin okuma tekniği" başlığıyla yayımlanan (6 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Terörle arasına mesafe koyamayan Demirtaş'ın bağlama çaldığını, bir de gözleme açtığını efkârı umumiye ondan öğrendi. Parlatma günleriydi. Parlattı ama olmadı, elinde kaldı. Hakkını teslim edelim, gerçekten de iyi parlatmaydı. “Çocukluk arkadaşım” Ahmet Hakan, sanırım şu maksada/ projeye katkı sunmaya çalışmıştı: Demirtaş'ın iktidar ortağı yapılması, hiçbir şey yapılamazsa barajı aşmasını sağlayarak AK Parti'nin iktidardan indirilmesi, en azından, olası AK Parti- CHP restorasyon hükümetiyle AK Parti'nin, ruhundan, yani Erdoğan'dan kopartılarakAKP haline getirilmesi… Şu maksat birliğine de dikkat isterim: Bilumum AKP'li fırıldaklar da mahut “restorasyona” aşeriyorlardı. Uzun lafın kısası, o bağlama muhabbeti belirli bir maksada matuftu, bunu artık tartışamayız. Ahmet Hakan geçenlerde de Ciciş Kardeşler olarak bilinen (öyle biliyormuş) Esra ve Ceyda Ersoy'a (hadi parlatmak demeyelim de) kafayı fena takmış. “Çocukluk arkadaşımın” bu sefer maksadı neydi acaba? Evvela, Google marifetiyle, “Esra ve Ceyda Ersoy neyin nesidir” yollu araştırdım. Hülasa edecek olursak, daha çok bedenleriyle gündeme gelmeye çalışan çıpıldak iki kız kardeş, diyebiliriz. Mübarek bayram günü fazlasını söylemeye de gerek yok. Ne ki, (kardeş olmalarının dışında) bunlardan piyasada çok var; ayrıca yetenekleri nedir, bilemiyorum. Ahmet Hakan'ın ilgili yazısına dönecek olursak… Bu Esra ve Ceyda Ersoy, Mekke'ye gideceklerini ilan etmişler, bunu da Instagram'dan “Teröre karşı dua etmek için kutsal topraklara gidiyoruz” diye paylaşmışlar. Valla kim olursa olsun, bin kez tövbesini bozmuş olsa da, böyle bir şeye muttali olduğumuzda “hayırlı olsun” der, geçeriz. Ahmet Hakan böyle yapmamış, tam aksine küplere binmiş. “İki tür adilik varmış bu işte” hükmüne varmış. Okuyalım neymiş bu adilikler: “BİR: Din ve dince kutsal bilinen değerlerle alenen kafa bulma. / İKİ: Alçakça terör saldırısında can vermiş insanların acılı yakınlarıyla matrak geçme./ Savcı olsam... Dava açarım…” Umre konusundaki şu hassasiyete bakın; “teröre can vermiş insanların acılı yakınlarını” dert edinene bakın hele. Ne sanıyor; Ertuğrul Beyciğimin devesinin yularını tuttuğu o Umre şebelekliklerinin unutulduğunu mu? Yahu hepsinden geçtim, ancak terör örgütünün yayımlanmasını isteyeceği Mehmet Selim Kiraz savcımızın o fotoğrafını yayımlayanHürriyet'e, yarım ağızla da olsa, tek laf etmeyen biri mi “teröre can vermiş insanların acılı yakınlarından” bahsediyor? Mehmet Selim Kiraz'ın oğlunun o mahzun yüzü dilerim rüyasına girer de, insafa gelir. İnsafa gelir de, belki, 1 Kasım seçim sonuçlarına kadar PKK terörüne mesafe koyamamanın vicdan azabını çeker. Neyse, biz dönelim mevzumuza. Ahmet Hakan'ın söz konusu salvolarına (cilvelerine mi deseydik) Esra ve Ceyda Ersoy kardeşler cevap vermişler mi peki? Vermişler ki, kelimenin tam anlamıyla acâibü'l-garâib. Okuyalım: “Sana yüz vermediğim günlerin kuyruk acısı geçmedi mi daha? Yolladığın mesajlar hala duruyor…” Lan, bu nedir? Mekke'den, Umreden, “teröre can vermiş insanların yakınlarından” mevzu buralara nasıl geldi? Haliyle… Ahmet Hakan haklı olarak infiale kapılacak, öfkeden köpürecek, “bu iftiranın hesabını vereceksiniz, sizi mahkemelerde süründüreceğim” falan diyecek diye bekliyorsunuz. Veya… “Hani size yolladığım mesajlar, gösterin” yollu rest çekecek, Esra ve Ceyda Ersoy'u rezil kepaze edecek, diyorsunuz. Yok. Hiçbir tepki yok. Ne yapmış peki? Ne yapacak, Cicişler'in, “Sana yüz vermediğim günlerin kuyruk acısı geçmedi mi daha? Yolladığın mesajlar hâlâ duruyor” ifadesine cevap vereceğine tutmuş Mustafa Ceceli'ye sardırmış. Yahu Mustafa Ceceli ne alaka birader, neyi dokundu sana? Muttaki pozlarına yatıyormuş da bilmem ne? Her şeyden evvel şunu bilmeni isterim; Ceceli'nin de içinde bulunduğu “sanatçı camiasında” takva pozları hiç de prim yapmaz. Tam aksine, dışlanırsın, aşağılanırsın, ötekileştirilirsin. “Mahalle baskısı belasına” gizli gizli namaz kılan, oruç tutan, kurban kesen birçok ünlü isim bilirim. Mustafa Ceceli'ye de Sayın Cumhurbaşkanımızın davetine katılan diğer sanatçılara yapıldığı gibi bedel ödetilmek isteniyor. Mesele bu!.. Sen de mi bedel ödetmek istiyorsun birader yoksa Cicişler'in lafının altında kaldığın için mevzu mu değiştiriyorsun? NOT: Ertuğrul Özkök dünkü yazısında, “O sesin ne olması gerektiğini bilenler biliyor…” şeklindeki naçizane ifademi iktibas ettikten sonra, “Onlar biliyor da biz bir türlü anlamıyoruz./ Açık konuşun Salih Bey.../ Biz de bilelim...” diyor. Açık konuşurum konuşmasına da Ertuğrul Beyciğim anlayabilecek mi pek emin değilim. Zira… Söz konusu yazımda AKP'li fırıldakları eleştirmek sadedinde, “Hele hele, 'Erdoğan'dan çok Erdoğancı' şeklindeki şarlatanlıkları yok mu? Daha evvel de 'fitne çıkartmayın' diyerek fitne çıkartıyorlardı” diyorum. Ertuğrul Beyciğim bu ifadeden, “Erdoğan'dan çok Erdoğancı şaklaban' diyor...” sonucunu çıkartmış. (El insaf, el izan, ben öyle mi diyorum Allah aşkına.) Biraz daha kaptırsa, “Çanakkale Boğazı” diyecek. Bu arada ben de tebrik ederim Ertuğrul Beyciğim, anlama kapasitenizi bayağı geliştirmişsiniz.