'Sanat, parayı verenin düdüğü çalamadığı en geniş alandır!'

'Sanat, parayı verenin düdüğü çalamadığı en geniş alandır!'

Zeynep Oral

(Cumhuriyet, 19 Nisan 2012)

 

Yine İleri Geri Savaşı...

 
Ne zamandır bekleniyordu… Önce, vay efendim sahnede edepsizlik dediler, müstehcenlik diz boyu dediler. Sahnede örf, âdet ve edep kalmadı dediler… Yetmedi, bu yollu yazılar yazdılar, yazdırdılar… Derken koca koca yetkililer açıkladılar ki, tıpkı “İleri demokrasi” özür dilerim, “muhafazakâr demokrasi” gibi “muhafazakâr sanat” da olurmuş… İşte, “muhafazakâr sanat”, “muhafazakâr estetik”, “muhafazakâr sahne”, “muhafazakâr toplum” derken… Bir kez daha su yüzünde sanatçı-bürokrat mücadelesine, ama özde ileri-geri savaşına tanıklık ediyoruz…
 
Evet adını doğru koyalım: Bu bir ileri geri mücadelesidir.
 
Kavganın, savaşın, mücadelenin (dilediğiniz sözcüğü seçebilirsiniz) ayrıntılarını bu sayfalarda okudunuz.
 
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na ilişkin süregelmekte olan şudur: Önce antipropaganda; sonra karalama lekeme, sonra içini boşaltmaya çalışma; ardından eleştiriye tahammülsüzlük, derken “sadece beni onaylasın”, “sadece benim hık deyicim olsun”; “bana kul olsun, köle olsun” zihniyeti... Ardından gelsin yönetmelik değişimi…
 
Ayrıntılara girmeyeceğim. Yeni yönetmelik yetki ve sorumluluğu genel sanat yönetmeninden ve sanatçı ağırlıklı yönetim kurulundan alıp bürokratlara ve “müdüre” veriyor. “Sanat kurumu” sözü bile “şube müdürlüğü” olmuş yeni yönetmelikte!
 
Emret müdürüm!
 
“Emret müdürüm” diye başlayan nice komik skeçler yazılabilir. Gelin görün ki, komiklik yapmak ya da padişah önünde takla atmak istemeyen sanatçılar, Şehir Tiyatroları’ndan istifa ediyorlar... (Bakarsınız İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’den sonra başkaları da aynı talepte bulunabilir…)
 
Sanatçı-bürokrat mücadelesi gibi görünen bu olayın aslında ileri-geri savaşı olduğunu bilince, bunun ne ilk ne de son olduğunu kavramak için müneccim olmak gerekmiyor.
 
Muhsin Hoca şapkasını alıp gittiğinde, “çocukları” yani Ayla ve Beklan Algan, Tunç Yalman, Şirin Devrim ve daha niceleri de çekip gitmişlerdi… 60’lı yıllardı.
 
12 Eylül ‘80 faşist darbesiyle Vasfi Rıza Zobu Şehir Tiyatroları’nın başına getirildiğinde, oyunların yasaklanmasına, “sakıncalı tiyatrocuların” (1402’ler) tiyatrodan atılmasına göz yumduğunda, yaşananları hiç unutmuyorum… Bin yıllık sanatçı kimliğini yok sayan Vasfi Rıza Zobu, “Beni kurumun başına müfettiş olarak getirdiler, ben de müfettişlik yapıyorum” diyebilmişti. Kendinize bu kötülüğü yapmayın diye yalvardığımızda ise “Burası beniiiiiiiiiim” krizine girmişti!
 
Görüldüğü gibi, hiçbir sanat kurumu hiçbir kimseye kalmıyor. Hele bir bürokrata, belediye başkanına, hükümet başkanına, devlet başkanına hiç ama hiç kalmaz!
 
Sanat kurumları, sanatçıları, sanatçıların yarattıkları, ürettikleri işle anılır. Sanatçılar da yaratıcılıkları, yorumları, yaptıkları iş kadar, baskı dönemlerinde, faşist tutumlar karşısındaki tutumlarıyla anılırlar. Hepsi bu!
 
Sanatın özünde muhaliflik vardır!
 
Günümüzde sanatın işlevi eleştirel olmaktır, muhalif olmalıktır, taraf olmaktır… Sanatta “tarafsız olmak” egemen taraftan olmak demektir... Düzenden yana olmak demektir... Hiçbir şey değişmesin, aynen böyle sürsün demektir...
 
Sanatın özünde vardır muhalefet. Ama parayı ben veriyorum, benim şakşakçım olmalı diyemezsiniz. Bu tutum sanatın varlığıyla çelişir!
 
Tüm sanatların, tiyatronun da kendi özüne sadık kalması ve işlevini yerine getirebilmesi için sanat kurumlarının bağımsız olmaları ve özerk yapılanma gerekir. Özgür olmaları gerekir.
 
Sanat, parayı verenin düdüğü çalamadığı en geniş alandır!
 
Bütün bunları nasıl anlatmalı ki!