Sanem Altan*
Spordaki ikiyüzlülük, medya ve düşler
Düşler Tarlası filmini seyretmiş miydiniz? Çiftçilik yapan Ray Kinsella nereden ya da kimden geldiği belli olmayan bir ses duymaya başlar aniden: “Eğer inşa edersen onlar gelecek.” Önce delirdiğini düşünmeye başlar ama ses gerçektir ve hep aynı şeyi söyler Ray'e: “İnşa edersen gelecekler...” Ne yapacağıyla ilgili hiçbir fikri yoktur ama bunun beyzbolla ve daha çok kendi hayatı ve hayalleriyle ilgili olduğunu anlar. Tek geliri olan mısır tarlasının yarısına beyzbol sahası yapması gerekmektedir, evini ipotek eder ve sahayı kurar. Ve bir gece beklenen olur, Shoeless Joe Jackson çıkagelir, ölümünün üzerinden neredeyse kırk yıl geçtikten sonra… Ona “ayakkabısız” denmesinin bir sebebi vardır, bir maçta ayakkabı ayağını sıkınca oyuna ayakkabısız devam etmiş olması... Ray'in en hayran olduğu beyzbolcudur. Tüm hayranı olduğu beyzbolcular gelirler sonra, kurduğu sahada maç yaparlar ve onları sadece Ray, karısı ve kızı görür... Bu filmin, bence kendisinden daha da ilginç olan yanı, insanların bu filmi sevmesidir bence. Bu filme duyulan sevginin, filme gösterilen ilginin, insanların ‘’hayallere’’ ve hayallerinin peşini bırakmayan kahramanlara duydukları hayranlığın sonucu olduğunu düşünüyorum. Bir hayali olan ve kim ne derse desin o hayalin peşini bırakmayan insanları seviyoruz… Öyle birilerinin aramızda olmasını istiyoruz. Socrates spor dergisini duydunuz mu hiç? On üç aydır çıkan bir “düş”dergisi... Böyle diyorum çünkü bu dergiyi çıkaranlar sporun, özellikle futbolun kaybettiğimiz her parçasını sanki tekrar yerine koymayı çok istiyor... Bir de böyle bir “medya” olabilir diyorlar aslında. İsterseniz. Öyle tahmin ediyorum ki bu dergiyi çıkaranlar romantik bir hayalin peşinden koşmayı göze alanlar… Mısır tarlalarını beyzbol sahası yapacak cesarete sahip olanlar... Derginin sloganı “düşünen spor.” İsmi, Brezilyalı ünlü futbolcu Socrates'den geliyor derginin. O insanlar medyada ve hayatımızda olmayan bir şey yapmak istediklerinde “düşünen sporu” seçmişler. Socrates ‘’futbolun filozofu’’ denen çok iyi bir orta saha oyuncusu... İspanyol gazeteci Alfredo Varona, “Socrates Brezilya'da çok da fazla yetişmeyen kült oyuncular soyundandı. Özgünlüğü yalnızca futbol sahasında değildi, tüm hayata yayılıyordu. Onunkisi komple bir zihindi (aslında hâlâ da öyle)” demiş. Socrates hayatının hiç bir döneminde “sessiz” bir figür olmamış... Hiçbir dönem profesyonelliğin gerektirdiği “apolitikliğin” simgelerinden biri olmaya can atmamış, tam tersine her fırsatta futbolu politikleştirmek için elinden geleni yapmış. Brezilya halkının faşist cunta rejimine karşı tepkilerini yeşil sahalara taşımış... Nefes aldığı her an düşünen bir adam olmuş. Buna karşılık bir futbolcuda olması beklenen özelliklere pek sahip değilmiş, sigara ve alkolü çok seven biriymiş... Maç öncesi yapılan kamplara karşıymış. Kazanmanın her yolunun mübah olduğuna inanmayan, “önce oynayan - sonra kazanan” futbola inanan bir oyuncuymuş. Tüm söylediklerine ve yaptıklarına bakınca, ne klüp yönetimlerine, ne de ahlakçı medya patronlarına hayatının yönetimini bırakmamış, yani hiçbir zaman “haddini bilen” bir futbolcu olmamış. Brezilya’da 1984 yılında yeniden parlamenter sisteme geçişte verilen demokrasi mücadelesinin en önemli simgelerinden biriymiş. Kampanyaya aktif destek veren Socrates, sahaya çıkarken taktığı meşhur saç bandına “demokrasi” yazdıran cesur bir futbolcuymuş anlayacağınız. Şöyle anlatmış oynadığı futbolu da: “Corinthians Demokrasisi’yle yarattığımız momentum harikaydı. Futbol gerçekten popüler olduğundan ve sürekli göz önünde olduğumuzdan dolayı ülkede polemik yaratacak ve özgürlüklerle ilgili, işçi ve işveren olmakla ilgili her mecliste tartışılacak bir eylem yaratmayı başardık; ki nüfusun büyük çoğunluğu için demokrasiden bahsetmenin tahayyül edilemeyeceği zamanlardı”. Bütün bunlara bakınca, yaşadığımız Türkiye’de spor dergisi çıkarmaya karar veren genç insanların derginin adını Socrates'den almak istemeleri peşinde oldukları ve ihtiyacımız olduğunu düşündükleri “düş”ü çok net anlatıyor bence. Bizde ne adaletin olduğu sahalar, ne demokrasinin olduğu sayfalar, ne de Socrates olabilecek kahramanlar var. Toplumun her kesimi çöktüğü gibi futbol ve medyası da çöktü. Bundan bir ay önce Galatasaray Trabzonspor maçında Trabzonlu futbolcu Salih Dursun maçı çok kötü yöneten hakem Deniz Bitel'e kırmızı kart çıkarttığında artık her şey kaçamayacağımız bir şekilde ortaya çıktı bana sorarsanız.. Türk futbolunun medyasıyla beraber çöktüğünün kanıtıydı o maç. Futbolcu Salih bunu neden yaptığını anlatırken “bu düzen değişmeli, futbol adil yönetilmeli” demişti. Maçı seyreden herkesin bildiği gibi hakem Deniz Ateş çok kötü maç yönetti. Ve hepimizin bildiği gibi medya tarafından ‘’linç’’ edildi... Fakat o günden beri düşünüyorum ben, hakem Bitnel kötü bir hakem mi yoksa o gün mü maçı kötü yönetmişti? Yani durum MHK'nin sorumluluğunda mı yoksa hakemin kendi sorumluluğunda mıydı? Cevapları birbirinden çok farklı sonuçlar yaratacak, yaratması gereken bir soru bu. O maçta yaşananları MHK'yi merak etmeden yargılamamız mümkün değil bence eğer biraz futboldan anlıyorsak ve adil bir bakış açımız varsa olaylara karşı... T24'de Yalçın Doğan'ın yazısını okumuştum, demiş ki: “Geçtiğimiz haftalarda beş eski Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı spor basınıyla sohbet düzenliyor. Aralarında en deneyimli hakem ve başkanlardan biri olan Hilmi Ok sözalıyor: ‘MHK Başkanı Kuddusi Müftüoğlu’na defalarca haber gönderdik. Hakemlikte işler çok kötü gidiyor, bizleri toplayıp sohbet etsin, diye. Cevap bile gelmedi, dönüp aramadı bile. Ben 84 yaşındayım, herhangi bir beklentim filan yok ve olamaz. Ben bu kadar futbolu bilmeyen, becerisi kıt hakemler görmedim. Sistemi kurtarmak gerek, ne yazık ki, hiç bir şey yapılmıyor.’” MHK, bir başkan ve sekiz üye ile birlikte, dokuz kişiden oluşan bir ekip. Yalçın Doğan'ın dediğine göre içinde AK Parti bağlantısı olmayan tek kişi yokmuş. Yani siyasete meraklı kişiler yönetiyor hakem kurumunu... MHK Başkanı Kuddusi Müftüoğlu, AKP Alanya Belediye Başkan aday adayı olmuş mesela... Çelişki burada başlıyor işte... Sahada herhangi bir futbolcunun Socrates gibi politik olmasına izin verilmiyor, ki kimsenin politik olduğu da yok zaten ama yöneticilerin neredeyse tümü “politikacı.” Ve medyada tek bir ses çıkmıyor bu konuda. En fazla geçtiğimiz haftalarda Portekiz'in Braga takımı ile UEFA maçı oynayan Fenerbahçe'nin sahada çok kötü yönetilmiş bir maçla elendiğine inanıldığında spor yazarı Mehmet Demirkol Twitter'dan ‘’Affet bizi Deniz Ateş Bitnel’’ diye yazdığında içimize su serpiliyor. İktidar yanlıları medya yorumcusu, iktidar da direkt futbolun içinde olunca çok da şaşırmıyor insan sanki. Amedspor'un ünlü futbolcusu Deniz Naki, Twitter hesabında, Cizre ve Sur'da devam eden sokağa çıkma yasaklarına göndermelerde bulunarak, "direnişte olanları selamladığını" söyleyen, barış temennisinde bulunan bir tweet attığında TFF 12 maç men cezası verebiliyor Deniz Naki’ye. Bursa deplasmanından önce Başakşehir maçında Amedspor'a, seyircisinin ideolojik olduğu iddia edilen tezahüratı gerekçesiyle bir maç seyircisiz oynama cezası da veriyor TFF yine aynı kulübe. Amedspor tribünleri, "Çocuklar ölmesin, maça da gelebilsinler" derken, Bursa taraftarları "Apo'nun p..leri yıldıramaz bizleri", "Şehitler ölmez vatan bölünmez" diye tezahüratta bulunurken üstelik. Medyaya göre Amedli sporcular yanlış… “Çocuklar ölmesin”denemiyor maçlarda... Maçı sunan A-Haber spor spikeri, Amedspor dememek için sıkça "onlar" demişti maçı anlatırken. Sahada Bursaspor Türkiye ve Amedspor ise Türkiye'nin gerginlik yaşadığı bir başka ülke gibiydi pek çokları için. Aynı “pek çokları” PSV taraftarının göçmenlere yaptığı insani zulmü ise “dehşet verici kabul edilemez olarak” değerlendirdi. PSV taraftarının yaptıkları gerçekten de dehşet verici ve insanlık adına utandırıcıydı. Kendileri içkilerini içip yemeklerini yerken etraflarında bekleyen aç mültecilerle dalga geçiyor, yerlere para atarak, o paraları kapışmalarını gülerek seyrediyorlardı. Dünyayı son zamanlarda saran “İslamofobiden” paylarını aldıklarından mı, sarhoşluktan mı, zengin ve güvenli olanların yoksul ve çaresiz olanlara gösterdiği vicdansız kibirden mi bilinmez, insanlıklarını unutmuşlardı. Üstelik bu insanlar bir “spor” müsabakasını seyretmeye gelen “sportmen” seyircilerdi. Sporun, kendi içinde taşıdığına inanmaya çalıştığımız “dürüstlüğü, insanlığı, ahlakı” tümüyle unutmuşlar, sporla sportif değerler arasındaki ilişkinin nasıl kopabileceğini göstermişlerdi. Yaptıkları gerçekten dehşet vericiydi. Ama “çocuklar ölmesin” diyen Amedsporluları cezalandıranlar, Ankara katliamında ölenleri stadyumlarda yuhalayanlar, Amedsporlulardan “onlar” diye bahsedenler, on beş yirmi PSV’li sarhoş taraftarın yaptıklarını “dehşet verici” bulurken kendi yaptıklarını nasıl görmeyebilirler? Sadece bu bile kendimizle ilgili gerçekleri algılamaktan nasıl uzak olduğumuzu göstermiyor mu? Kendimize benzemeyenlerden duyduğumuz nefreti sergilemiyor mu? Spor medyasının ve hepinizin iki yüzlü olduğunu kanıtlamıyor mu? Haklı olarak ayıpladığımız PSV taraftarlarından bile berbat durumda olduğumuzu ortaya koymuyor mu bu? Dünyanın hastalandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gerçek, bizim dünyadan da fazla hastalandığımız gerçeğini gizlememeli. Sporu politikacıların eline geçmiş, seyircisi ölenleri yuhalayan bir ülkeyiz. Binlerce futbolcu, teknik adam, yönetici arasında bir tane bile Socrates yok. Bütün bunlara rağmen ümidimizi kaybetmemizi sağlayan Socrates gibi dergiler var. Düşler Tarlası’nın hayallerinin peşini bırakmayan kahramanı gibi bu çorak iklimde bir “düş” dergisi çıkartıp, insanların gelmesini bekliyorlar. Onlarla birlikte benim gibiler de bekliyor “insanların” gelmesini. Umuyorum bir gün gelecekler.
* Bu yazı Bağımsızlık Gazetecilik Platformu P24'te yayınlanmıştır