Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın geçen aylarda yönelttiği "Gerçekten bir özentidir gidiyor. Kendi dilimizin zenginlikleri varken bu özentilerle adeta, biraz ağır olacak ama hayvanların yarıştırıldığı malum Avrupa’daki arenaları kalkıp spor salonlarında isim olarak kullanmak pek de kibar değil, şık değil" eleştirisine tepki gösterdi.
"Rekoru şimdilik kırılmamış şanlı diktatörümüz 8. Cumhurbaşkanı Evren de 'yabancı adlara' takmıştı. 'Dikta' gibi 'hükmetmek' de aşktır! 'Amour', malum 'aşk' demek" diyen Tan, sözlerine şöyle devam etti:
"Aşkın değil ama, ne yazık ki diktanın her türünü gördük, yaşadık. Hem de Cumhuriyette! Başkentin en ünlü pavyonu 'Mon Amour'du. Kırmızı neonlarından paşamız belli ki 'komünist' diye gıcık kapmıştı. Bir emriyle demir de neonlar da kesildi: Kırk yıllık pavyon bir gecede 'M. Anamur' oldu. Paşamız o geceyi muzlu likör ile kutlamış olabilir mi?"
Ahmet Tan'ın "Emir demir... Mon amour" başlığıyla yayımlanan (5 Kasım 2017) yazısı şöyle:
Gülü tarife ne hacet... Ne çiçektir biliriz. Keşke gül de azıcık kendini bilebilse.
***
Bugün 5 Kasım... Sümerlerin (M.Ö. 3500) takvimi, yazıyı ve matematiğin dört işlemini “icat” etmesinden bu yana geçen sayısız 5 Kasım’dan biri bugün... Üç yerde açılış, otuz üç kanalda konuşma yapabilir. “Halka dayalı diktatörlük” zor zenaat. CHP yine de kendisine, “kanatlı kuş”, “tekerlekli bisiklet” gibisinden “faşist diktatör” falan diyebilir. Oysa “siyaset biliminin temel kavramları” iltifattır. Bedava makarna ve mercimekle beslenen, parasız kömür ile ısınan, torununa bakmak için maaşla desteklenen halkımız için “diktatör” kötü bir laf değil. “Çalıyor ama çalışıyor” gibisinden, artık “Ama o bizim diktatörümüz!”dür!! CHP ise “bu bir hakaret değil durum tespiti” diyor. O halde bir “tespit davası” açmak gerekmez mi? Çağlayan Adliyesi’ne gitmeye gerek yok. Fikri hür irfanı hür akademisyenlerden, emekli ve gözü kara hukukçulardan oluşan bir heyet, kendilerinin hal ve gidişini inceler, söylemlerini araştırır ve kararını açıklar. Çarşı da şenlenir. Böylece “cesur bilim adamı envanterimiz” hakkında da bilgi sahibi oluruz.
***
Kemal Kılıçdaroğlu ise faşist diktatör demekten “imtina” etmeyin diyor. Neden, “çekinmeyin!” değil de “imtina” etmeyin? Söz dağarcığı, ev bütçesi gibi mütevazı olan halkımız bu lafı babadan kalma “istimna” yani afedersiniz “mastürbasyon” ile karıştırabilir. Sert muhalefet, sert sözcüklerle muhalefet demek değildir. Kararlı, ilkeli, planlı tavır ve tutum ile sürdürülen muhalefettir. Dokunulmazlıkları kaldırmaya hangi akla hizmet ise yardım yataklık etmek... Ardından da “diktatör” söylemi, ne yazık ki “Geçmiyor Silivri’nin pazarı!” ve “eşekler de durdukları yerde duruyor”! Sert sözcükler de elbet gerekli. Ama ne yazık ki geniş seçmen kitlesinin nazarında “faşist” öyle ahım şahım bir hakaret değildir! Asla benzetmek gibi olmasın, Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran’a dek, “Ülkemiz Erdoğan’ın kuşatması altındadır!”dan tutun, “Şerefsiz, namert, alçak” dahil, kullanmadığı küfür ve hakaret kalmadı. Bu laflar MHP’ye bir şey kazandırmadı. Bahçeli de sonunda Külliye’nin arka bahçesine “kaşeli lider” oldu.
***
Öne çıkan, önüne çıkan veya önerenin niyeti kuşkulu kimi kişilerle siyaset yapmak gibi, irticalen konuşma aşkına ağza gelen ilk sözcüklerle de muhalefet yapmak çok riskli. Böyle yapan risk almıyor. Hem ülkeye hem partiye de risk veriyor! Cumhurbaşkanı adaylığında bunu yaşadık. Dileyelim belediye başkanı adaylarında da yaşanmaz. Faşist demek yerine, ağlatılarak istifa etirilen Balıkesir Belediye Başkanı’nın “tehdit edildim!” sözlerini dile dolamak, “diktatör” demekten elbette daha etkilidir. Denemeye değer.
***
“Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz!” Ne olup ne olmadığını dünya âlem biliyor. Öyle olsaydı, Başbakan Davutoğlu ve çeşitli bakanlar ve milyonlarca oy almış belediye başkanları gibi, ana muhalefet liderini de görevden alırdı. Almadığına göre demek ki, faşistliği de diktatörlüğü da abartılı!
***
Örnek çok... Diktatör olsa “Tıraş” lafı ile ünlenen “16x9’luk” Zeytinburnu gökdelenlerinin sahibi işadamına küsmekle yetinmezdi. Güçsüzler küser! Emri demiri kesemedi! İmam Hatip Lisesi levhasına adını yazdırma karşılığında sus pus oluverdi. Örnek çok... Ankara’da “Akraba AVM’si” diye anılan alışveriş merkezini açarken, “Buralara neden yabancı isim veriyorsunuz?” diye fırça attı. 3 yıl geçti. Başbakan idi Cumhurbaşkanı-Parti Lideri oldu. Hep terfi etti. Dileyelim “diktatör” olsun da sözü dinlensin. Rekoru şimdilik kırılmamış şanlı diktatörümüz 8. Cumhurbaşkanı Evren de “yabancı adlara” takmıştı. “Dikta” gibi “hükmetmek” de aşktır! “Amour”, malum “aşk” demek... Aşkın değil ama, ne yazık ki diktanın her türünü gördük, yaşadık. Hem de Cumhuriyette!.. Başkentin en ünlü pavyonu “Mon Amour”du. Kırmızı neonlarınden paşamız belli ki “komünist” diye gıcık kapmıştı. Bir emriyle demir de neonlar da kesildi: Kırk yıllık pavyon bir gecede “M. Anamur” oldu. Paşamız o geceyi muzlu likör ile kutlamış olabilir mi?