'Sarı nokta' hastalığının belirtileri neler?

'Sarı nokta' hastalığının belirtileri neler?

Hürriyet yazarı Osman Müftüoğlu, 'sarı nokta' hastalığıyla ilgili olarak, "Görme yeteneğiniz giderek bozuluyorsa, önce bir süre objeleri ve kişileri çarpık ya da yamuk yumuk görmeye başlıyorsanız sarı nokta hastalığına yakalanmış olabilirsiniz" dedi. 

 

Osman Müftüoğlu'nun "Sarı noktanız sağlam mı?" başlığıyla yayımlanan (28 Temmuz 2016) yazısı şöyle:

Görme yeteneğiniz giderek bozuluyorsa, önce bir süre objeleri ve kişileri çarpık ya da yamuk yumuk görmeye başlıyorsanız sarı nokta hastalığına yakalanmış olabilirsiniz. Bu hastalığın ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını bilmiyorsanız, buyurun...

Diyelim ki 70 yaşındasınız. Saat gibi çalışan bir kalbiniz, sular kadar berrak bir belleğiniz, demirden de güçlü kas, kemik ve eklemleriniz var. Özetle neredeyse “aslan gibi” birisiniz. 

Ne var ki gözleriniz size dost davranmıyor. Görme yeteneğiniz giderek bozuluyor. Önce bir süre objeleri ve kişileri çarpık ya da yamuk yumuk görmeye başlıyorsunuz.  İşler zamanla daha da kötüleşiyor. Uzak ve yakın görmede, özellikle de merkezi görmede kayıplar, lekelenmeler yaşamaya başlıyorsunuz.  Bir süre sonra durum daha da bozuluyor. Karşınızdaki şahsın kolunu, bacağını görürken yüzünü göremediğinizi fark ediyorsunuz.  Kafanız karışıyor, korkmaya başlıyorsunuz. Peki neden?  Sorununuz sarı nokta hastalığı olabilir mi? Merak ediyorsanız buyurun...

 

Bir bilgi

 

Sorun ne?

Sarı nokta hastalığı (makula dejeneresansı) yaşlılıkta, özellikle 80’li yaşlardan sonra sık görülen göz sorunlarından biridir.  Katarakt kadar yaygın olmasa da yaş ilerledikçe sıklığı artabilen bir problemdir. 60’ını geçen her beş kişiden birinde başlangıç düzeyinde de olsa bu hastalığı yakalamak mümkündür.  70’li, 80’li yıllardan sonraysa muhtemelen her üç yaşlıdan biri sarı nokta hastalığı adayıdır. Gözdeki makulanın (sarı nokta) pigmentleri gözün bu mühim noktasını yaşa bağlı yıpranmalardan koruyor.  Makuladaki pigment düzeyi azaldıkça da görme sorunlarıyla karşılaşma riskiniz artıyor. Bu nedenle makulanın pigment yapılanması ve pigment gücünü korumak yaşlılığımızın kalitesini etkileyebilen son derece mühim bir ayrıntıdır.

 

İyi bilgi

 

Beslenme göz için de çok mühim  

Sarı nokta hastalığında da “sağlıklı beslenme” yani doğru besin seçimleri yine gündeme geliyor. Zira makulanın pigment düzeyini artırmanın en etkili ve en ucuz yolu akılcı besinler seçmekten geçiyor.  Makula dostu besinlerden biri ıspanak. Tabii ki sadece ıspanak yiyerek makulanızı güçlü tutmanız da mümkün değil.  Listenizde daha pek çok ve çeşit çeşit iyi besin olmalı. Mesela lütein zengini yumurta sarısı. Mesela yine lütein zengini turuncu dolmalık biber. Mesela abartmamak koşuluyla bugünlerde pek bol bulunan süt mısır.  Mesela Adanalıların sevgilisi Adana kebap sofralarının olmazsa olmazı şalgam. Mesela kıvırcık lahana. Mesela birkaç ay sonra manav tezgâhlarını yeniden sarıya boyayacak olan Trabzon hurması ve balkabağı. Peki neden?  Bunların hepsi birer lütein, betakaroten, CoQ10, alfa lipoik asit, glutation, antioksidan C ve E vitaminleri, demir, magnezyum, çinkodan zengin besinler de ondan.  Eğer siz de “yaşlılıkla ilgili göz sorunlarından nasıl uzak kalabilirim?” sorusuna yanıt arıyorsanız, “yaşlılıkta katarakt veya sarı nokta hastalığı riskimi nasıl azaltabilirim?” diye düşünüyorsanız sigara içmemeye, varsa hipertansiyon ve şeker hastalığı sorununuzu ciddiye almaya, güneşte fazla kalmamaya ve mutlaka ama mutlaka saydığım besinlerden daha sık ve bol faydalanmaya, özellikle de sağlık mucizesi halk doktoru ıspanaktan faydalanmaya bakın.

 

Okur sorusu

 

Omega dengesi ne demek?  Elzem yağ asitlerinin farklı tipleri var. Özellikle ikisi ve aralarındaki denge çok önemli. Omega-3 ve omega-6 dengesi mühim bir sağlık parametresi.  Omega-6 ve omega-3 arasında normalde “birebir” ile “dörde bir” arasında değişen kabul edilebilir bir doğal denge durumu var.  Ne var ki yeni beslenme tarzımız daha az omega-3 kazanmamızı, daha çok omega-3 depolamamızı zorunlu kılıyor.  Yiyeceklerimizin içinde omega-3’leri ara ki bulasın! Omega-6’lardan da imkan varsa kaçasın! Bu nedenle de omega-6 ile omega-3 yağlarımız arasındaki o doğal denge perişan durumda.  Omega-6’ların omega-3’lere oranı nerede ise 20-25 civarında. Bu da daha çok iltihap, daha hızlı yaşlanma, daha kolay pıhtılaşma, daha sık yorgunluk, daha hastalıklı damarlar, eklemler, daha sağlıksız bir beyin ve daha zayıf düşmüş bir bağışıklık sistemi anlamına geliyor.  Yapılacak şeyse net ve açık olarak şu: Daha az omega-6 kazanıp daha çok omega-3 depolamanın bir yolu bulunacak.

 

Okur sorusu

 

Karotenoidler ne işe yarıyor?

Karotenoidler birçok bitkide bulunan doğal maddeler. Her biri bulundukları bitkilerin kök, gövde, yaprak ya da meyvelerine koyu turuncu, açık ya da koyu sarı veya kırmızı bir renk kazandıran doğal bir mucize.  Bunlar “yağda eriyen” ve son derece güçlü oldukları iyi bilinen “antioksidan” etkili maddeler.  Temel görevleri ise bitkileri güneşten korumak. Bir bitki ne kadar çok güneşle baş başa kalırsa (mecburen) o kadar fazla karotenoid üretmek zorunda.  Rengi o oranda koyulaşıyor, görünümü o oranda parlaklaşıyor. Güneşe daha yakın yayla domateslerinin sahil kasabalarındaki tarla domateslerinden daha alımlı, daha koyu kırmızı, daha güzel kokulu olmalarının nedeni biraz da bu zaten.  Onlar bitkileri sadece güneşten de korumuyor, tozlaşma ve tohumlanmaları için kuşları ve böcekleri bitkilere çekme görevini de bunlar üstleniyor.  Net rakamı ben de bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla bugüne dek 600’e yakın karotenoid tanımlandı.  100’e yakını yediğimiz yiyeceklerde az ya da çok var. Ben ülkemizin müthiş bir karotenoid zenginliğine sahip olduğu düşüncesindeyim.  Zira dünyanın en güçlü karotenoid deposu sayılan meyve ve sebzelerinin çoğu bizde bol bol var: Domates, kırmızı, sarı, turuncu biber, havuç, şalgam, hardal otu, kayısı, karpuz, şeftali hemen aklıma geliverenler.  Bunların kimi likopen, kimi lütein, zeoksantin, kimi betakaroten, kimi de alfa karotenle adeta tıka basa dolu.  Peki bunlar ne işe yarıyorlar? Bağışıklık sistemini güçlendirdikleri, serbest radikal savaşçısı oldukları, kanserden korudukları, sarı nokta hastalığıyla savaştıkları, detoks enzimlerinin görevlerini güçlendirdikleri, cilt yaşlanmasını geciktirdikleri, damar yaşlanmasını yavaşlattıkları, belleğe güç ve kuvvet verdikleri kesinleşti. Bu kadarı yetmez mi?

 

Bir bilgi

 

Posa şampiyonu besinler hangileri? Posa ihtiyacımızı mutlaka karşılamamız lazım. Posasız sağlık olmuyor. Her şeyden önce yeteri kadar posa olmazsa “kabızlık” sorunu başlıyor. Ayrıca bunların çoğu “prebiyotik” besinler. Bağırsaklarımızdaki probiyotik bakteriler için çok gerekliler.  Diğer taraftan kanda şeker ve kolesterol seviyelerini dengelemek, kilo kontrolü işini becerebilmek için de posalara ihtiyaç var. Sağlıklı her beden günde ortalama 30-40 gram posa kazanmak zorunda.  Şehirde yaşayan, hazır gıdalarla beslenen biriyseniz kazandığınız posa miktarı maalesef günde 15-20 gramı bile bulmuyor.  Peki, bu miktar nasıl artırılabilir? Daha çok ve sık sebze ve bakliyat tüketerek.  Özellikle sebzeler posa yönünden çok zengin besinler. Listeye tam tahılları da eklemek lazım. Fasulye grubunu eklememekse ciddi bir ayıp sayılmalı.  Zira 100 gram mercimekte 8, beyaz/siyah fasulye, bezelye ve barbunyada 7,5, nohutta ise 4 gram civarında posa, yani lif var.

Aklınızda olsun

Göz destekleri - E vitamini - Omega-3 - Lütein - Zeoksantin - D vitamini - CoQ10 - Çinko - Selenyum - Alfa lipoik asit - Glutation