Yeni Şafak gazetesinin Tevdih-Selam Kudüs Örgütü soruşturması kapsamında 7 bin kişiyi yasa dışı dinlediğini ileri sürdüğü savcı Adnan Çimen iddiaları yanıtladı. “Derin yapının bir kanadının ilgili örgütün içinde bulunduğunu” saptadıklarını söyleyen Savcı Çimen, “Bundan haberdar olan derin yapılanma, yasal takibata uğramamak için soruşturmayla hiçbir ilgisi bulunmayan binlerce insanı dosya kapsamında dinlenmiş gibi gösterdi” dedi. Savcı Çimen, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu hakkında da suç duyurusunda bulunacağını söyledi.
24 Şubat’ta Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan bir haberde yer alan “7 bin kişinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen Tevhid-Selam Kudüs Ordusu isimli soruşturma kapsamında yasa dışı bir şekilde dinlediği” iddia edilen savcı Adnan Çimen, hukukçuların kullandığı adalet.org isimli internet sitesinden cevap verdi. Haberden sonra Büyükçekmece Savcısı olarak atanan Çimen, “7 bin kişi yasa dışı dinlendi yalanı” başlıklı yazısında, basının “asrın telekulak skandalı” şeklinde yapılan haberi “asrın iftirası” olarak değerlendirdi. Çimen, soruşturma kapsamında yaklaşık 230 kişinin dinlendiği belirtti ve 110 kişi hakkındaki dinleme kararını CMK’nın 250. maddesiyle yetkili mahkeme hâkimleri tarafından, yaklaşık 120 şüpheliye ilişkin dinleme kararlarını ise TMK’nın 10. Maddesiyle yetkilendirilen 5-6 farklı “özgürlük hâkimi” tarafından verildiğini söyledi.
Yaklaşık 10 sayfalık yazısında Çimeni, “telekulak skandalı” olarak sunulan dosyada soruşturulanın “İran Devrim Muhafızları’na bağlı olarak Türkiye’de faaliyet yürüten ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve benzeri cinayetleri gerçekleştiren yabancı menşeli ve İran ajanlarınca yönetilen bir kanlı terör örgütü” olduğu vurgulandı. Çimen, soruşturmanın üç yıl önce ve “KCK\PKK mensuplarına dair bir soruşturma kapsamında KCK/PKK bu örgüt içerisinde hareket eden derin bir yapılanmanın tespit edilmesiyle” başladığını belirtti.
Dilekçede, “KCK\PKK mensuplarına ilişkin yürütülen bir soruşturma kapsamında bu örgüt içerisinde hareket eden derin bir yapılanmanın tespit edildiğini soruşturmanın 3 yıl önce bu şekilde başladığını” anlatılırken, AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın “Kürt Ergenekonu” isimlendirdiği bu yapıya yönelik tespitlerinin doğru olduğu ileri sürüldü. Metinde, “Derin yapılanmanın bu faaliyetlerinin karar mercileri üzerinde ki etkisini Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin’in 13.08.2012 günlü yazısında açıkça ortaya koyduğu” öne sürüldü.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu’nun dinlemeler sonrası yaptığı basın açıklamasına da atıfta bulunulan metinde “Salihoğlu hakkında da suç duyurusunda bulunulacağı” ifade edildi.
Dilekçede sıralanan ve “cevaplandırılması istenilen” sorulardan bazıları şöyle:
- Ülkenin faili meçhul cinayetlerle karışması ve kaos ortamının oluşması için faaliyet içinde olan yapılar ve arkalarındaki irade kimdir?
- Müvekkilim ve ilgili cumhuriyet savcılarınca yaklaşık (3) yıl boyunca gizlilik içerisinde yürütülen soruşturma neden deşifre edilmiştir?
- Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu soruşturma ile ilgili olarak mevzuata aykırı olarak ve basındaki iftira kabilinden haberleri doğrular mahiyetteki basın açıklamasını yapması için kendisinden talepte bulunan olmuş mudur?
- Hakkında tarafımızdan yapılacak suç duyurusunda detaylandırılacağı üzere, Sayın Başsavcı, bir yargı mensubu olarak dinleme işlemlerinin nasıl yapıldığını bilmesine ve dolaylı dinlemelerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmesine rağmen neden gerçeğe aykırı içerikte bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştır?
- Soruşturmanın basına yansıtılması terör örgütü ile ilgili yapılan takibatı neticesiz bırakmamış mıdır? Bu yayınlar örgüt elemanlarının kaçmalarına fırsat vermiş midir?
- Soruşturmanın gizliliği açıkça ihlal edilmemiş midir? Türk yargı tarihinde manşetlerden bu şekilde günlerce deşifre edilen ve gizliliği ihlal edilen bir örgüt soruşturması var mıdır?
- Bundan sonra meydana gelmesi muhtemel faili meçhul cinayetlerin sorumluları bu soruşturmayı deşifre edip, üzerini kapatmaya tevessül edenlerde olmayacak mıdır?
Soruşturmanın tüm aşamalarının anlatıldığı, dinlemelerin nasıl yapıldığına dair bilgilere yer verilen suç duyurusu dilekçesi ve savcı Çimen’in 10 sayfalık yazısının tamamı şöyle:
24.02.2014 günü mesaiye gittiğimde bir kısım basın yayın organlarında yer alan“asrın telekulak skandalı” diye başlayan ve içeriğinde şahsımın ve bir Savcı arkadaşımın, Selam isimli hayali bir örgüt soruşturması kapsamında başta Sayın Başbakan olmak üzere, bakan, bürokrat, gazeteci, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve sair meslek gruplarından (7000) kişiyi yasal olmayan şekilde dinlediği iddiasıyla karşılaştım.
Bu nedenle ilgili basın yayın organları hakkında Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulundum.
Söz konusu basın yayın organlarının dile getirdiği olayın “asrın telekulak skandalı mı” “yoksa asrın iftirası mı” olduğu iddialara verdiğim cevaplar okunduğunda takdir edilecektir.
Yapılan yayınlarda şahsım hedef alınmakla birlikte, ayrıca topyekûn Yargı Camiasının da itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını müşahede ettim. Bu nedenle şikâyet dilekçemi sizlerle de paylaşma ihtiyacı hissettim. Şahsıma ve Yargı Camiasına yapılan bu yargısız infazın gereğini yine yargı kendi içerisinde hiçbir ön yargıya kapılmadan hukuk kuralları içerisinde çözecektir.
En derin Saygılarımla…
T. C. İ S T A N B U L CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
MÜŞTEKİ: Adnan ÇİMEN – Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı
VEKİLİ: Av. Av. Cihan AYDIN, İstanbul Barosuna kayıtlı Meşrutiyet Mah. Rumeli Cad. No: 46 Kat 5 İç Kapı 6 Nişantaşı, Şişli / İSTANBUL
ŞÜPHELİLER:
1- İbrahim KARAGÜL – Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
2- Fuat ATİK – Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü
3- İdris SARUHAN - Yeni Şafak Gazetesi Yazı İşleri Müdürü
4- Fatma DEMİRCİOĞLU – Yeni Şafak Gazetesi Haber Müdürü
5- Mustafa KAHRAMAN – Yeni Şafak Gazetesi Sorumlu Müdürü
SUÇLAR:
1- Basın yoluyla hakaret
2- İftira
3- Adli Soruşturmanın Gizliliğini İhlal
SUÇ TARİHİ: 24.02.2014 ve sonrası
DELİLLER:
1- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (kapatılan TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili) 2011/762 sor. sayılı dosyası
2- Yeni Şafak isimli gazetenin 24.02.2014 günlü ve devam eden günlerdeki nüshaları ve internet sayfası,
OLAYLAR:
24.02.2014 günlü Yeni Şafak isimli gazetenin manşetten verdiği “DERİN KULAK PENSİLVANYA” başlıklı haberin “Derin yapının en karanlık komplosu deşifre oldu. Darbe çetesinin hayali örgüt isimleri üreterek Başbakan Erdoğan, yakın çevresi, gazeteci, yazar, STK temsilcileri ve işadamlarının aralarında bulunduğu binlerce kişiyi 3 yıl boyunca dinlediği ortaya çıktı” şeklinde olduğu, devam eden 4-5 gün içerisinde de benzer yayınların sürdürüldüğü, müvekkilimin yasadışı dinlemeler yaptığı, bir cemaate mensup olduğu, bu yapılanmanın elemanı gibi çalışıp emir ve talimatları buradan aldığı, elde edilen mahrem bilgileri yurt dışına çıkarmak suretiyle casusluk faaliyeti içerisinde olduğu ve benzer iddiaların dile getirildiği saptanmıştır.
Bu haberlerin değerlendirmesine girmeden, öncelikle müvekkilime ilişkin olarak şu hususları belirtmek isterim ki; Müvekkilim olan Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen 2005 yılında Adalet Müfettişi olarak atandığı görevinden yaklaşık 6 yıl sonra ayrılmış ve 07.03.2011 tarihinde Sultanahmet’te bulunan Adliyede genel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başlamıştır. Talebi olmadığı halde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından CMK’nın mülga 250. Maddesiyle Görevli ve Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak yetkilendirilmiş ve bu görevine 24.03.2011 günü Beşiktaş’ta başlamıştır.
Müvekkilim bu süreçte kendisine Başsavcı Vekili tarafından tevzien gönderilen birçok soruşturmayla birlikte, özellikle kamuoyunda yakından takip edilen bir kısım soruşturmaları yürütmüştür.
Bu kapsamda;
El Kaide terör örgütünün Türkiye sorumlusu (H.B.) ve örgüt üyelerininde içinde bulunduğu (60)’ı aşkın örgüt elemanı hakkında operasyon yaparak kamu davası açmış,
PKK/KCK terör örgütüne yönelik olarak yürütülen ve kamuoyunda PKK/KCK İstanbul ana davası olarak adlandırılan soruşturmayla birlikte, terör örgütü lideri hükümlü Abdullah Öcalan’la görüşen yaklaşık (50) civarındaki avukata yönelik operasyonuda yürütmüş ve (2401) sayfalık iddianameyi hazırlayarak Mahkemesine teslim etmiştir.
Gazete haberine konu soruşturmanın detaylarına ilişkin olarak basın yayın organlarında her ne kadar bir kısım bilgiler yer almış ise de tarafımızdan “soruşturmanın gizliliği ilkesini” ihlal etmemek için genel ibareler kullanılacaktır. Tarafımızdan dile getirilen ve hiç bahsedilemeyen hususların detayı ilgili dosya da mündemiçtir. Mahkeme tarafından ilgili belgeler istenildiğinde ne demek istediğimiz daha somut olarak anlaşılacaktır.
Gazete haberine konu Tevhid/Selam Kudüs Ordusu isimli terör örgütüne ilişkin 2011/762 sor. sayılı dosya müvekkilime 08/04/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcı Vekili tarafından tevzien gönderilmiştir. Söz konusu soruşturma dosyası PKK/KCK operasyonlarının başlaması ve bu suretle iş yoğunluğunun artması nedeniyle müvekkilimin talebi üzerine Cumhuriyet Başsavcı Vekili tarafından Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan’a 01.09.2011 tarihinde tevzi edilmiştir. CMK’nın 250. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının kaldırılıp yerine TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kurulması ve Müvekkilim ile birlikte Savcı İsmail Tandoğan’a özel yetki verilmemesi nedeniyle dosya zorunlu olarak yeniden tevziye tabi tutulmuş ve Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan’a 08/08/2012 tarihinde verilmiştir. Yukarıda ki izahtanda anlaşılacağı üzere soruşturma İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün ilgili Fezlekesi ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK’nın 250. Maddesiye Yetkili) gelmiş ve müvekkilime tevzi edilmiş, müvekkilim tarafından yaklaşık (5) ay yürütülmüş ve ilgili Cumhuriyet Savcısına devredilmiştir.
Burada Tevhid/Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü hakkındaki soruşturmanın henüz sürdüğü gözönüne alınarak dosyanın içeriği hakkında sadece basına bilerek servis edilen bilgiler çerçevesinde masumiyet karinesine özen gösterilerek kısa açıklamalar yapılacaktır.
Müvekkilime yönelik gazete haberleri gerçekleri ne kadar yansıtmaktadır? Bu sorunun cevabını vermek için söz konusu haberde yer alan iddiaları ayrı ayrı irdelemek her halde en sağlıklı yöntem olacaktır.
Bu bağlamda;
1)- Tevhid/Selam Kudüs Ordusu Terör Örgütü müvekkilim tarafından uydurulmuş bir örgüt müdür ?
Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünün geçmişi ve Türkiye’de ki faaliyetleri doksanlı yıllara dayanmaktadır. Nitekim Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın (kapatılan) 1999/648 hazırlık ve 2000/111 iddia sayılı iddianamesiyle bahse konu örgüt mensupları hakkında kamu davası açılmıştır.
Bu iddianameyle açılan davanın yargılaması neticesinde verilen hükmün bozulması üzerine, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 17.01.2013 günlü, 2006/294-2013/8 sayılı kararının temyizen incelenmesi sonucunda; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2013/14623-2014/3651 sayı ve 31.03.2014 günlü kararıyla, Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünü kurmak ve yönetmek suçundan (3) sanığa, üye olmak suçundan ise (5) sanığa verilen hapis cezaları onanmış, bu karar 11.04.2014 ve sonraki günlerde basında genişçe yer almıştır.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin söz konusu kararında, Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütünün amaçlarına, yapısına ve çalışma tarzına ilişkin olarak;
“Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran’a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütsel eğitimin yanında silah ve mühimmat yardımı aldıkları, İran’a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldıkları, bu teşkilat mensuplarıyla birlikte ülkemizdeki Halkın Mücahitleri örgütü mensupları, A.B.D, İsrail, Mısır, Irak ve İngiliz uyruklu şahıslar ile aydınlara yönelik silahlı eylemler gerçekleştirdikleri anlaşılmıştır.” tespit ve kabulünün yer aldığı,
Örgütün yapısına ilişkin olarak “Tevhid/Selam Kudüs Ordusunun 765 Sayılı TCK’nın 146. ve 5237 Sayılı TCK’nın 309. maddeleri kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal düzenini cebren ihlal suçunu işlemek amacıyla vahamet arz eden elverişli eylemleri gerçekleştirdiği, 765 Sayılı TCK’nın 168 ve 5237 Sayılı TCK’nın 314. Maddeleri kapsamında silahlı terör örgütü olduğu kabul edilmiştir. Esasen Tevhid/Selam Kudüs Ordusu örgütünün silahlı terör örgütü niteliği ilk kez 12.11.2002 tarihinde Yargıtay’ca kabul edilmiş ve 08.11.2006 tarihinde de bu kabul sürdürülmüştür” şeklinde tespit ve kabulün derc edildiği,
Ayrıca bahse konu terör örgütünün Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi eylemlerinin de dahil olduğu (18) ayrı öldürme ve bombalama eylemini gerçekleştirdiğinin belirtildiği,
Müşahede edilmiştir.
Bahse konu karar tetkik edildiğinde mesele bütün detaylarıyla anlaşılacaktır.
Görüldüğü üzere karşımızda Yargıtay tarafından 12.11.2002 tarihinde silahlı terör örgütü olarak kabul edilen, çok sayıda cinayet işleyen, İran bağlantılı ve İran Devleti için ajanlık faaliyeti yürüten, ihtiyaç duyduğunda siyasi cinayetler işleyerek Ülkemizi kaosa sürükleyen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör örgütleri listesinde yer alan, El Kaide benzeri son derece profesyonel ve aynı oranda tehlikeli silahlı bir terör örgütü bulunmaktadır.
Böyle bir örgütü müvekkilim tarafından uydurulmuş bir örgüt olarak sunmanın, ya İran Devleti ile bir kısım menfaat ilişkileri içerisinde olanları ya da girilmiş bir kısım kirli ilişkileri bulunanları kamufle edeceği açıktır.
2)- Bu soruşturma (4) sayfadan ibaret hayali bir ihbar mektubuna dayanılarak mı başlatılmıştır ?
Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütü soruşturması, örgüt lideri olan H.A.Y’nin eşi K.Y’nin Bursa’da 08.08.2010 tarihinde M. Sencer Polis Merkezi’ne giderek, eşi ile ilgili bazı hususlarda ihbarda bulunmak istediğini beyan etmesi ve bahsolunan Polis merkezi tarafından ifadesinin alınması üzerine başlamıştır. Yani bu soruşturma, İstanbul ya da Bursa Emniyet Müdürlüklerinin istihbarata dayalı ve planlı bir örgüt soruşturması olmayıp, tamamen karı-koca arasındaki problemlerden kaynaklı olarak gerçekleşen ihbara binaen başlamış bir tahkikattır.
08.08.2010 tarihinde müvekkilim Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen Ankara bölgesinde Adalet Müfettişi olarak görev yapmaktadır. Müvekkilim bu ifadenin verildiği tarihten yaklaşık olarak (8) ay sonra 24.03.2011 tarihinde Özel Yetkili Savcı olarak göreve başlamıştır.
Eğer müvekkilim Anayasa referandumu dahi gerçekleşmemişken ve henüz Cumhuriyet Savcısı olarak kürsüye dönmeyi aklından dahi geçirmezken başlamış bir tahkikatı uydurmakla suçlanıyorsa, artık bu da iftira, yalan ve kara propagandanın zirve halidir.
Kaldı ki muhbir K.Y.’nin bahse konu Polis merkezinde verdiği bilgiler soruşturmanın gizliliği nedeniyle tarafımızdan yazılamasa da, adı geçen İran menşeli Ajanlık ve Operasyon timinin faaliyetlerine ilişkin çok önemli bilgileri içermektedir. Şu kadarını belirtelim ki; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerini gerçekleştiren örgütün faaliyetleri ile cinayetleri işleyenlerden Cezaevinde bulunanların kimlerle irtibatlı oldukları, Devlet içerisinde bu örgütle irtibatlı olan derin yapılar ve yeni eylem planlarına dair çok önemli bilgiler verilmiştir. Bu soruşturmanın “binlerce kişi uydurma örgüt kapsamında dinlendi” kılıfıyla günlerce basında deşifre edilmesinin altında verilen bilgilerin önemi ve belirli çevreleri rahatsız etmesi yatmaktadır.
Bursa ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri tarafından istihbari çalışması (8) aya yakın sürdürülen tahkikat İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (kapatılan CMK’nın 250. Maddesiyle yetkili) iletilmiş, Cumhuriyet Başsavcı Vekilinin inceleme ve olurundan geçtikten sonra soruşturmaya kaydedilmiş ve yine ilgili vekil tarafından müvekkilime tevzien verilmiştir. Tüm bu aşamalar Müvekkilimin bilgi ve onayı dışında ki süreçlerdir. Yargıtay tarafından silahlı terör örgütü olarak kabul edilen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüte ilişkin evrakın bahsedilen aşamalardan geçip tevzien gelmesi karşısında yapılabilecek tek şey soruşturma defterine kayıtla başlamış soruşturmayı sürdürmektir. Bu her Cumhuriyet Savcısının CMK’nun 160 ve 161. maddeleri kapsamında yasal görevidir. Kaldı ki bu kadar insanın canına kıydığı kesinleşmiş yargı kararlarıyla sabit olan kanlı bir örgütün takibi bahsedilen Cumhuriyet Başsavcılıklarının kuruluş amacının gereğidir. Tüm terör örgütleri ve çetelere ilişkin soruşturmalar bu şekilde yürütülmektedir. Esasen “Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran’a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütsel eğitimin yanında silah ve mühimmat yardımı aldıkları, İran’a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldığı” kesinleşmiş yargı kararlarıyla sabit olan bu terör örgütünün, diğer terör örgütlerinden farklı bir soruşturma usulüne tâbi tutulması gerektiğine ilişkin bir düzenleme de olmadığı ve olamayacağı da izahtan varestedir. Burada dikkat çekilmesi gereken bir hususta şudur ki; müvekkilimin bir örgüt uydurduğunu beyan eden ve Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı’sının ifadesiyle her hangi bir yasa dışı eylemin bulunmadığı ifade edilen dosyaya ilişkin olarak atılan iftiradan sonra yayınlar aniden kesilmiş ve olayın üzerine gidilmemiş, “yüzyılın telekulak skandalı” denilen dosyanın içeriğine ilişkin olarak hiçbir bilgi paylaşılmamıştır.
Endişemiz odur ki gerek yapılan yayınlardan gerekse Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın beyanlarından, son dönemin belki de bu en önemli terör soruşturması akamete uğratılmak ve kapatılmak istenmektedir. Şayet bu yola gidilirse, geçmişte aydınlar başta olmak üzere birçok cana kıymakta tereddüt etmeyen bu örgütün yapabileceği yeni eylemlerle akacak kanın mesulü dosyayı kapatanlar olacağı gibi ciddi suç delillerini barındıran bu dosya ileride yeniden gündeme gelecek ve ilgililer hukuki sorumluluktan kurtulamayacaklardır. Burada söz konusu örgütün yapabilecekleri konusunda tüm yetkilileri bir kez daha uyararak, müvekkilimin Türk Milleti adına yerine getirdiği Cumhuriyet Savcılığı görevinin bir gereği olarak vicdani sorumluluğumuzu yerine getirmek istiyoruz.
3)- Soruşturma kapsamında binlerce kişi dinlenmiş midir ?
Basın yayın organlarının bir kısmında (7000) diğer bir kısmında (3000) olarak bildirilen ve Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın (2280) kişi dinlenmiş dediği 2011/762 sayılı soruşturma da 2011 yılı mart-2013 yılı aralık ayı arasında ki yaklaşık (33) ayda dinlenen kişi sayısı toplam olarak (230) kişi civarındadır.
Mahkeme kararıyla dinlenen yaklaşık (230) kişiden;
- 2011 yılı mart-ağustos ayları içerisinde örgütün lideri ve çekirdek kadrosundan (30) civarında şüpheli müvekkilim Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen tarafından,
- 2011 mart-2012 ağustos ayları arasında (80) civarında şüpheli Cumhuriyet Savcısı İsmail Tandoğan tarafından,
- 2012 ağustos-2013 aralık ayları arasında (120) civarında ki şüpheli ise Cumhuriyet Savcısı Adem Özcan tarafından,
Mahkemelerden yapılan talepler doğrultusunda verilen kararlarla dinlenilmiştir. Yapılan dinlemelerin tamamı yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak yapılan yasal dinlemelerdir.
Dinleme kararlarından yaklaşık olarak (110) kişiye ilişkin taleplere CMK’nın 250. Maddesiyle Yetkili Mahkeme Hâkimleri tarafından karar verilmiş,
Yaklaşık (120) şüpheliye ilişkin dinleme kararları ise TMK’nın 10. Maddesiyle yetkilendirilen ve kamuoyunda “özgürlük hâkimleri” olarak adlandırılan toplam 5-6 farklı Hâkim tarafından verilmiştir.
Görüldüğü üzere bahse konu soruşturmada ki dinleme taleplerine Özel Yetkili Mahkemeler döneminde onlarca hâkim, bu Mahkemelerin kapanmasın sonra da özgürlük Hâkimleri tarafından karar verilmiştir. Dolayısıyla örgüt uydurulduğu ve adeta herkesin dinlenildiği yalanının ne kadar dayanaksız olduğu ve büyüklüğü ortadadır. Örneğin basın yayın organlarının iddialarını bir anlık doğru kabul edersek, bu durumda söz konusu Cumhuriyet Savcılarıyla birlikte dinleme kararı veren tüm hâkimlerin bu eylemi bilerek ve isteyerek işlediğini kabul etmek gerekir. Çünkü dinleme kararı verme yetkisi hâkimdedir. Hâkim tüm dosya ve belgeleri inceleyerek vicdani kanı oluştuktan sonra dinlemeye hükmeder.
Burada doğrudan-dolaylı dinleme ve özellikle Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın (2280) rakamına nasıl ulaştığının üzerinde de biraz durmak gerekir.
Hukuki anlamda dinleme; Mahkemeden karar alınmak suretiyle hedef yani hakkında dinleme kararı alınan şahsa ilişkin ilgili iletişim vasıta ya da vasıtalarının dinlenilmesidir. Bu dinleme doğrudan dinleme dediğimiz dinleme şeklidir.
Peki dinlediğimiz şahsı arayan ya da dinlenen şahsın aradığı kişilerde dinlenmiş sayılır mı, bu hususta uygulama nasıldır?
Malum olduğu üzere telefon görüşmesi iki tarafı olan bir faaliyettir. Hakkında dinleme kararı aldığınız bir şüphelinin diğer şahıslarla yaptığı görüşmelerin tamamını dinlemeniz yapılan işin doğası gereği zorunludur. Çünkü dinlenen şüphelinin kimleri arayacağını, ya da kimlerin bahsi geçen şahsı arayacağını önceden bilmek mümkün değildir. Bu kapsamda örneğin 3 ay boyunca dinlenen bir şüpheli (1000) kişiyi aramış, (2000) kişide şüpheliyi aramışsa, hukuki anlamda dinlenen kişi (1000+2000+1=3001) 3001 değil yalnızca (1) kişidir.
Peki dolaylı olarak dinlenen şahıslar açısından özel hayatın gizliliği ihlal edilmiş olmaz mı?
Yukarıda ki örnekten devam edersek, dolaylı olarak dinlenen (3000) kişiye ilişkin olarak şayet bu şahısların takip edilen suç ve ya suç örgütüyle alakası yoksa, görüşmelere ilişkin tüm kayıtlar soruşturma sürecinde ya da en geç evrak sonuca bağlanacağı aşamada imha edilir, hatta ses kayıtları dahi imha edilerek tutanaklar ilgili Zabıta memurları ve Soruşturma Savcısı tarafından imza altına alınır. Dolayısıyla suçla alakası olmayan şahıslara ilişkin görüşmeler hiçbir şekilde soruşturma dosyasına konulamaz, başka bir yerde kullanılamaz. Bu nedenle bu şahısların bir hak kaybına uğradığından da bahsolunamaz. Bu işlem tüm dünyada ve ülkemizde uzun yıllardır bu şekilde uygulanmaktadır. Dinlenen şahısla görüşen ve suçla ilgisi bulunmayan şahısların görüşmelerini kaydetmeyip ayıklayan bir teknoloji henüz icat edilememiştir. Dolayısıyla dinlenen şahsın yaptığı tüm görüşmeleri dinlemeniz teknik ve hukuki bir zorunluluktur.
Meseleye bu açıdan bakıldığında Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı’sının (2280) rakamını nasıl telaffuz ettiği daha iyi anlaşılmaktadır. Sayın Başsavcının göreve atandıktan sonra adliyede yapılan tüm iletişimin dinlenilmesi işlemlerini tek elden yürütmek üzere kurduğu Teknik Büro şu anda uygun görülen talepler neticesi Mahkeme Kararlarıyla dinlemeler yapmaktadır. Sayın Başsavcı acaba yapılan bu dinlemelerde hakkında karar alınan şüpheliyi arayan ve ya şüphelinin aradığı şahısları dinlemiyor mu? Eğer aksi söz konusu ise şüphelinin kendi kendine yaptığı konuşmalar mı dinlenmektedir? Kimin suçla ilgili görüşme yapacağını, kimin suçla ilgisiz olduğunu dinleme yapmadan önce tespit eden bir mekanizma mı bulunmuştur
Görüldüğü gibi binlerce insanın dinlendiği iddiası büyük bir yalanın ötesinde çirkin ve seviyesiz bir iftiradır.
4- Gazete manşetlerinde resimleri yayınlanan ve iç sayfalarda listesi verilen şahıslar dinlenilmiş midir?
Yukarıda izah edildiği şekilde K.Y’nin ihbarıyla başlayan soruşturmada bildirilen isimlere yönelik olarak dinleme kararları alınmış, daha sonra ki aşamalarda ise örgüt mensuplarıyla ve örgütle irtibatlı şahıslar dinleme kapsamına dahil edilmiştir. Bu bakımdan bu örgütle ilgisi bulunmayan hiç kimse için dinleme kararı alınmamıştır. Kaldı ki örgütle ilgisi olmadığı halde hakkında dinleme kararı alınan kimseler olsaydı zaten çoktan deşifre edilirdi. Bu açıdan gazetelerde verilen liste ve fotoğraflar asılsız ve uydurmadır. Telefonları mahkeme kararıyla dinlenilmekte olan örgüt üyeleriyle her hangi bir şekilde görüşen ancak örgütle irtibatı olmayanlara ilişkin dinleme kayıtları ise zaten soruşturma sürecinde peyder pey ve nihayet soruşturma nihayete erdiğinde imha edileceğinden, bunların dinlenildiğini söylemek teknik olarak söz konusu değildir.
5- Haberde geçen “Soruşturmayı yürütenler dört sayfalık ihbar mektubunun bir kenarına 'Tayyip Erdoğan' notu düştü. Belgelerin üzerindeki 'Tayyip Erdoğan' ibaresi daha sonra eklenen bir ok işaretleriyle belirgin hale getirildi. 5 kişiyle başlayan soruşturmaya önce Başbakan Erdoğan, daha sonra başta danışmanlar olmak üzere Başbakan'ın tüm çevresi dahil edildi” ibaresi doğru mudur ?
Örgüt lideri H.A.Y.’nin eşi K.Y. İstanbul Emniyet Müdürlüğün de tespit edilen ifadesinde özetle; eşinin örgütsel faaliyetlerini anlatmış, örgüt üyelerine yönelik olarak eğitim notları ve sair örgütsel işleyişi notladığını ifade ederek, bu notların fotoğraflarını çekip getirebileceğini söylemiştir. Bu kapsamda gazete haberine konu belge ile bunun dışında çok sayıda belgeyi fotoğrafını çekerek Emniyete teslim etmiş, dijital ortamdaki bu belgeler fotoğraf haline getirilip soruşturma dosyasına konulmuştur. Yani dosyada bulunan bahse konu belgeyle birlikte birçok belgenin aslı soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Soruşturma dosyasındaki belgeler K.Y.’nin H.A.Y’nin belgeleri olduğu beyanıyla fotoğraflayıp getirdiği belgelerdir. Dolayısıyla Emniyet Müdürlüğü’nde ya da Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bu belgelere ekleme yapılması söz konusu değildir. Dosyada ki belgeler incelendiğinde el yazıları dâhil tümünün fotoğraf oldukları rahatlıkla fark edilecektir. Bu yazıların K.Y’nin iddiasına göre örgüt lideri H.A.Y’nin eli ürünü olduğu düşünülmekte ise de, kesin sonuç ancak yapılacak kriminalistik incelemede ortaya çıkacaktır.
Peki H.A.Y. Sayın Başbakan’ın ismini neden el yazısıyla yazmıştır?
Bu husustaki tahminimiz şudur; sağ terör örgütleri dediğimiz El Kadie, Hizbullah ve Selam terör örgütlerine ilişkin yürütülen soruşturmalarda ele geçirilen dokümanlarda daha önce de sıkça görüldüğü üzere; örgüt kendi anlayışına göre Müslüman, münafık, kafir ve benzeri tanımlamalar yapmaktadır. Bu bağlamda Kur’an dan bir ayeti kendine göre yorumlayıp, bu ayetin kapsamına girdiğini düşündüğü şahısları da bu tür belgelerde kendince not etmektedir. Bu kapsamda söz konusu belgede Kur’an dan bir ayet yazılmış, bu ayetin olduğu satırdan üç ok çıkarılarak Nasrallah, Ahmedi Nejad ve Sayın Başbakan’ın adı ve soyadı yazılmıştır. Dolayısıyla şüpheli H.A.Y. kendi anlayışına göre bu isimleri bir ayetin kapsamında değerlendirmiştir.
Bütün mesele bu iken, Ahmedi Nejat ve Sayın Başbakan’ın kalemle isimlerini yazmak suretiyle terör örgütü lideri yapıldıklarına dair beyanlar, en başta Sayın Başbakan’ın şahsına yapılmış bir hakaret ayrıca müvekkilim ile diğer Cumhuriyet Savcılarına atılmış büyük bir iftiradır.
Kaldı ki Bakanlar Kurulu üyelerine ilişkin soruşturmaların nasıl yapılacağı Anayasa da açıkça tasrih edilmiştir. Müvekkilim mesleğin değişik kademlerinde görev yapmış ve mesleğini profesyonelce icra etmeye çalışan bir hukuk adamıdır. Sayın Başbakan ve ilgili Bakanlar ile bürokratlar hakkında nasıl soruşturma yapılacağını çok iyi bilmektedir. Sayın Başbakan’ın uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir örgütle ilintilendirilmesi, bu haberleri yapanların ayrıca utanmaları gereken bir husustur.
6- Müvekkilimin haberde belirtilen ve “Pensilvanya derin kulak, paralel yapı, çete” olarak adlandırılan yapılanmayla ilişkisi var mıdır?
Müvekkilime yönelik bu iddia savunma yapmaya dahi değmeyecek derece açık bir karalama ve iftira olmakla birlikte birkaç hususu da kamuoyunun bilgisine sunmakta fayda görmekteyiz.
Müvekkilim 2011 yılında İstanbul da görülen ve PKK/KCK ana davası olarak adlandırılan soruşturmalara ilişkin olarak operasyonlar yürütmüş, bu kapsamda o tarihte KCK Türkiye Meclisi sorumlularının aralarında bulunduğu üst düzey örgüt mensupları hakkında 2401 sayfalık iddianameyi düzenleyerek 19.03.2011 günü Mahkemeye teslim etmiştir. Bu iddianame PKK/KCK terör örgütünün yapısı, çalışma tarzı, yol haritası, ulaşmak istediği hedef ve çözüm sürecine ilişkin hilelerin dercedildiği kaynak bir eser mahiyetindedir. Müvekkilim bu iddianamede delilleriyle somut olarak PKK/KCK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ırkçılık esaslarına dayalı, Devlet otoritesi dışında alternatif paralel bir yapılanma hedefi güttüğünü ortaya koymuştur. Nitekim yazar Gökçe Fırat yakın tarihte kaleme aldığı “Paralel Devletler Savaşı” isimli kitabının önsüzünde “paralel yapı” ibaresinin PKK/KCK iddianamesinde müvekkilim tarafından ilk kez resmi bir belgede dile getirildiğini ve (4) yerde ifade edildiğini yazmıştır.
Bu operasyonun hemen akabinde, örgüt adına terör örgütü hükümlüsü Abdullah Öcalan’la yakalandığı tarihten itibaren sürekli görüşerek Kandil-İmralı-Avrupa-KCK/TM dörtgeninde terör örgütünü ayakta tutan ve eşgüdümü sağladıklarına ilişkin kuvvetli deliller bulunan (50) civarında Avukata operasyon yapılmış ve söz konusu Avukatlar hakkında kamu davası açılmıştır. Bu ağır darbeleri alan ve idare sistemi adeta çalışamaz hale gelen örgütün yayın organı mahiyetinde ki Özgür Gündem gazetesi Müvekkilime yönelik karalama kampanyası başlatmış ve hakkında çok sayıda yazılar yazılmıştır. Bu yazılardan bir tanesi de Baki Gül isimli yazarın 2012 yılı mayıs ayında yazdığı yazıdır. Söz konusu yazar bu yazısında Müvekkilimin Fethullah Gülen cemaati mensubu olduğu yazmış, Odatv isimli internet siteside bu haberi kaynak belirterek sitesinde kullanmıştır. PKK/KCK terör örgütünün aldığı darbelerin etkisiyle oluşan kuyruk acısından mütevellit iftirası böylece internet sayfalarına girmiştir.
PKK/KCK terör örgütünün “paralel devlet” kurmaya çalıştığını ilk kez resmi belgelerde dile getiren müvekkilimin “paralel yapı” mensubu olmakla suçlanması bir ironi olmanın yanında ve kendisine yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Ülkemizin her noktasında ve özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde gerçek paralel devleti tesis eden, yazılı bir anayasa hazırlayan, mahkemeler kurup yargılamalar yapan, zorla vergi toplayan, kurduğu sözde birliklerle şehir merkezlerinde bile yol kontrolleri yapan ve son beyanlarda Özerklik ilan edeceğini açıkça dile getiren, petrolden pay isteyen somut ve gerçek paralel devlet ortadayken bunlara en ufak bir söz söylemeyenlerin, hayatını tehlikeye atarak bu terör örgütüyle mevzuatın verdiği yetkiler çerçevesinde hukuki alanda mücadele eden ve Türk Milleti adına şerefiyle görev yapan müvekkilimi hedef seçmeleri bir gafletten öte açıkça ihanettir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslar arası sözleşmelerde yer alan kriterler uygun gerçek bir hukuk devleti olduğunda, bunu yapanların yargı önünde hesap vermekten kurtulamayacağı inancında olmamız hukuka olan saygımızın bir gereğidir. MÜVEKKİLİM BU SORUŞTURMADA EN AZ KATKISI OLAN CUMHURİYET SAVCISI OLMASINA RAĞMEN NEDEN ÖZELLİKLE HEDEF HALİNE GETİRİLMİŞTİR?
Müvekkilim PKK/KCK operasyonlarını yürüttüğü süreçte, aramalarda elde edilen belgelerden, terör örgütü mensubu olarak aktif faaliyet gösteren bir kısım şüphelilerin kimliklerinden, gizli tanık beyanlarından ve sair belge ve bilgilerden söz konusu terör örgütünün içerisine haber elemanı olarak sızmış ancak daha sonra örgütün bir parçası haline gelmiş kamu görevlilerinden oluşan bir derin yapılanmanın ayak izlerine rastlamıştır. AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın çok isabetli bir biçimde “Kürt Ergenekonu” diye isimlendirdiği bu yapılanmanın örgütün çözülmesi yönünde bilgi sızdırmak bir yana, terör örgütü ile amaç ve eylemsel birliktelik kurduğu belirlenmiştir. Bu saptamalar ışığında yapılan operasyonlarda derin yapılanmaya mensup değişik kimlikler altında terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet sürdürenlere karşı Cumhuriyet Savcılarının CMK’nun 160. Maddesindeki görev ve yetkisi gereği yasal işlem başlatılmıştır. Kıyametin koptuğu nokta da işte bu soruşturmaların başlatılması olmuştur. Bu derin yapılanma fark edildiğini anlayınca olayı kamufle etme gayretine girmiştir. Bu kapsamda müvekkilim ve ilgili Cumhuriyet Savcılarınca yürütülen faaliyet, terör örgütü ile bütünleşmiş yapıları tasfiyeye yönelik olduğu halde, olay “siyasi iktidara yönelik bir komplo olarak” sunulmuş ve ne yazık ki bunda da başarılı olunmuştur. Devam eden süreçte Müvekkilim hedef haline getirilmiş, PKK/KCK İstanbul ana davası olarak adlandırılan iddianameyi henüz yazdığı ve örgütsel tehditlerin had safhada olduğu bir zaman diliminde iki kişi olan koruma sayısı bire indirilmiş, ayrıca tahsis olunan koruma aracı hiçbir gerekçe gösterilmeden alınmıştır. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı süreçte hiçbir soruşturma geçirmediği ve üstün performansla çalışmalarını sürdürdüğü halde özel yetkisi kaldırılmış ve TMK’nın 10. Maddesiyle Yetkili Cumhuriyet Savcıları arasında yer bulamamıştır. Derin yapılanmanın bu faaliyetlerinin karar mercileri üzerinde ki etkisini Hürriyet Gazetesi yazarı Şükrü Küçükşahin 13.08.2012 günlü yazısında açıkça ortaya koymuştur.
Burada şu hususun da belirtilmesinde fayda vardır; bir yandan hakkında birçok ağır nitelikli suçtan dolayı halen soruşturma yürütülmekte olan ve bir süre bu suçlardan tutuklu kalan kişilere usulsüz korumanın sağlandığı basına yansımakta iken diğer taraftan müvekkilimin yürüttüğü yüksek riskli soruşturmalara rağmen Devlet tarafından sağlanması gereken korumanın (belli kişilerin müdahalesi ile) yerine getirilmemesinin getirebileceği bütün olumsuz sonuçların hukuki ve vicdani sorumluluğu ilgili kişilere aittir.
Müvekkilim tarafından başlatılarak yürütülen ve basında “telekulak skandalı olarak lanse edilen 2011/762 sor. numaralı dosya, İran Devrim Muhafızlarına bağlı olarak Türkiye’de faaliyet yürüten ve Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve benzeri cinayetleri gerçekleştiren Yabancı Menşeli ve İran Ajanlarınca yönetilen bir kanlı terör örgütü olmasına rağmen dinleme olayını manşetlerine çeken gazeteler örgütün bu yönünden hiç bahsetmemiş, hatta müvekkilim ile birlikte diğer Savcıların örgüt uydurduklarını iddia etmişlerdir.
NEDEN?
Müvekkilim yukarıda belirtildiği üzere KCK/PKK operasyonlarını yürütürken terör örgütü içerisinde bir kısım kamu görevlilerinden oluşan ve Devlet içerisinde hayati mevkileri işgal eden derin yapıya soruşturma sürecinde rastlamıştır. Bu kez de Tevhid/Selam Kudüs Ordusu terör örgütüne ilişkin 2011/762 sayılı soruşturmada, Mahkeme kararıyla yapılan dinlemeler ve fiziki takipler sonucunda, derin yapının bir kanadının da bahse konu Tevhid/Selam terör örgütünün içerisinde fiilen yer alarak örgüte üst düzey istihbarat ve lojistik destek verdiği saptanmıştır. İşte bu tespitlerden haberdar olan derin yapılanma, yasal takibata uğramamak için “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözünü doğrular şekilde, soruşturmayla hiçbir ilgisi bulunmayan binlerce insanı sanki bu dosya kapsamında dinlenmiş gibi gösterip bu kara propaganda ortamında kendisini gizlemek istemiştir. Ayrıca Müvekkilim tarafından başlatılan bu soruşturma, bahse konu Tevhid/Selam Kudüs Ordusu isimli terör örgütünün ülkemizde gerçekleştirmeyi planladığı kanlı cinayetlerle oluşturmak istediği kaos ortamını engelleme noktasında çok önemli bir rol oynamıştır. Nitekim takibata uğradıklarını fark eden örgüt üyeleri derin yapının adamları tarafından uyarılmıştır. Soruşturmayla örgütün faaliyetleri adım adım izlenmiş ve rahat hareket etmeleri engellenmiştir.
Yıllarca kaos planları yapan örgütün bu soruşturmayla akamete uğrayan faaliyetleri, bu soruşturmayı yürüten Emniyet ve Yargı güçlerine karşı örgütte bir intikam duygusunun oluşmasına neden olmuştur.
Bu kapsamda şu sorularda yapılan kara propaganda ve iftira haberlerinin arkasındaki niyetin açığa çıkması için cevaplanması gerekli sorulardır;
- Ülkenin faili meçhul cinayetlerle karışması ve kaos ortamının oluşması için faaliyet içinde olan yapılar ve arkalarındaki irade kimdir?
- Müvekkilim ve ilgili Cumhuriyet Savcılarınca yaklaşık (3) yıl boyunca gizlilik içerisinde yürütülen soruşturma neden deşifre edilmiştir?
- Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının bu soruşturma ile ilgili olarak mevzuata aykırı olarak ve basındaki iftira kabilinden haberleri doğrular mahiyetteki basın açıklamasını yapması için kendisinden talepte bulunan olmuş mudur?
Hakkında tarafımızdan yapılacak suç duyurusunda detaylandırılacağı üzere, Sayın Başsavcı, bir yargı mensubu olarak dinleme işlemlerinin nasıl yapıldığını bilmesine ve dolaylı dinlemelerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmesine rağmen neden gerçeğe aykırı içerikte bir basın açıklaması yapmak zorunda kalmıştır?
- Soruşturmanın basına yansıtılması terör örgütü ile ilgili yapılan takibatı neticesiz bırakmamış mıdır? Bu yayınlar örgüt elemanlarının kaçmalarına fırsat vermiş midir?
- Soruşturmanın gizliliği açıkça ihlal edilmemiş midir? Türk yargı tarihinde manşetlerden bu şekilde günlerce deşifre edilen ve gizliliği ihlal edilen bir örgüt soruşturması var mıdır?
- Bundan sonra meydana gelmesi muhtemel faili meçhul cinayetlerin sorumluları bu soruşturmayı deşifre edip, üzerini kapatmaya tevessül edenlerde olmayacak mıdır?
NETİCE-İ TALEP: Yukarıda detaylıca izah edildiği üzere, müvekkilime hakaret ve iftira eden, gizli bir soruşturmayı deşifre ederek sekteye uğratan ve örgüt mensuplarının kaçmalarını sağlayan şüphelilerden şikâyetçiyiz. Cezalandırılmasını talep ediyoruz. 02/05/2014
Adnan ÇİMEN