Savunması "Yetkili Öcalan" diye yansıtılmıştı; Demirtaş’ın avukatları SEGBİS’ten yapılan savunmanın tam çözümünü paylaştı

Savunması "Yetkili Öcalan" diye yansıtılmıştı; Demirtaş’ın avukatları SEGBİS’ten yapılan savunmanın tam çözümünü paylaştı

T24 Haber Merkezi

Edirne Cezaevi'nde tutuklu olan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın avukatları, müvekkillerinin 6 Eylül'de kamuoyuna yanlış yansıdığını belirttikleri savunmasının SEGBİS çözümünün tam metnini paylaştı.  Avukatlar savunmanın SEGBİS çözümünün mahkeme tarafından hazırlandığını ve dosyasına girdiğini de belirtti. Kobani davasında yaptığı savunmanın "Yetkili Öcalan" şeklinde özetlenerek kamuoyuna yansıtılması üzerine, Demirtaş'ın basın danışmanı Zınar Karavil, söz konusu ifadenin bağlamından koparıldığını açıklamıştı.

Demirtaş'ın, Edirne Cezaevi'nden 6 Eylül'de SEGBİS sistemi aracılığıyla verdiği ifade; "HDPonline/6-8 Ekim Gerçekleri " adlı hesaptan, saat 15.30 sıralarında Demirtaş'a atfen, "Çözüm için Abdullah Öcalan yetkilidir. Türkiye Cumhuriyeti demokrasi karşılığında Öcalan ile görüşmelidir." " ifadeleriyle paylaşıldı.  HDP'nin sitesinde de aynı ifadelere yer verildi. 

Ancak yaklaşık beş saat kadar sonra, Demirtaş'a atfen verilen bu sözleri içeren tweet, HDPonline/6-8 Ekim Gerçekleri adlı hesap tarafından silindi.

Demirtaş'ın danışmanı: Bağlamından koparıldı!

Selahattin Demirtaş'ın Basın Danışmanı Zınar Karavil de, 22.21'de Twitter'da yaptığı açıklamada, "sözleri haberleştirilirken acele edildiğinden Demirtaş'ın sözlerinin bağlamından koparıldığını" vurguladı.

Kobani davasında yaptığı savunmanın "Yetkili Öcalan" şeklinde özetlenerek kamuoyuna yansıtılması üzerine, basın danışmanı Zınar Karavil aracılığıyla açıklama yaptı. Karavil, "Demirtaş bugün duruşmada bir saati aşkın süre savunma yaptı. Sorunların silahla, şiddetle çözülemeyeceğini, PKK'nin silahları bırakması gerektiğini, bunun için de Öcalan ile görüşülmesi gerektiğinin doğru olacağını belirtti" dedi.

Demirtaş'ın avukatları savunmanın çözümünü paylaştı

Avukatlar yaptıkları yazılı açıklamada, "HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 6 Eylül 2022 tarihinde katıldığı Kobani Davası duruşmasındaki savunması, basına yansıyan haberlerde hatalı aktarılmış, bu konuda basın danışmanı ile kendisi açıklama yapmışlardı Söz konusu açıklamalarda, Demirtaş’ın savunmasının SEGBİS tam çözümünün, mahkeme tarafından hazırlandığında paylaşılacağı da belirtilmişti. Sayın Demirtaş’ın savunmasının SEGBİS tam çözümü mahkeme tarafından hazırlanmış ve dava dosyasına girmiştir." denildi. 

Açıklamada şunları kaydedildi: 

Sayın Demirtaş, ilgili bölümde tam olarak şunları söylemiştir:

“Kürt sorunu aynı zamanda bir sınıfsal sorun, bu yüzden bir sınıfsal sorundur. Emperyalizmle, kapitalizmle doğrudan ilintili olduğu için. İkincisi Kürt’ün kendisi emekçidir, yoksuldur, işsizdir, emek sömürüsü altındadır. Bu yönüyle de bir sınıf meselesidir. E Türk’ün de kendisi yoksuldur, işsizdir, açtır. Bu döngüyü, bu kısır döngüyü, bu paradoksu cesur birilerinin çözmesi lazım. Siyasetin de bir nevi buna cesaret göstermesi lazım.

Neyini feda edecek? Yeri geldiğinde canını feda edecek. Öldürülmekten, hapse atılmaktan korkmayacak. Koltuğundan feragat edecek. Makamından mevkisinden, parasından pulundan, evladından anasından babasından.

Başka türlü Türkiye’yi düze çıkaramayız. Korkak siyasetçilerle, kaypak siyasetçilerle Türkiye düze çıkamaz. Kim olursa olsun, hangi partiden olursa olsun açık söylüyorum, iktidar muhalefet fark etmez, benim partim dahil. Fedai siyasetçiler gerekir fedai. Kendini feda edecek. Bu dönem için feda edecek. Hiçbir beklentisi olmayacak. Diyecek ki, “Ben resmi olarak 1071’de Alparslan’ın Malazgirt’ten Anadolu’ya girişiyle tanışmış Kürt ve Türk halkının o günden bugüne kurmaya çalıştığı güçlü kardeşlik bağlarını Cumhuriyetin yüzüncü yılında bozulmayacak şekilde tescilleyecek bir siyaset yapacağım” demesi lazım.

İşte bunun için fedailik gerekir. Eleştirilmeyi göze almanız lazım, kendi mahallenizden kovulmayı göze almanız lazım, hapse atılmayı göze almanız lazım, terörist yaftası yemeyi göze almanız lazım. Biz bunları göze alıyoruz. Ben bunları göze aldım, almaya da devam ediyorum.

Şiddete karşıyım. Silaha karşıyım. Bugün PKK’nin silah bırakmasını istiyorum. Halen görüşlerimin arkasındayım Ama yolunu, yöntemini de öneriyorum. Diyorum ki, Abdullah Öcalan bu konuda etkilidir. Görüşme olmalı. Açık, şeffaf Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu özgüvenle yapmalı, PKK’ye silah bıraktırmalı.”

Sayın Demirtaş’ın savunmasından bazı başka bölümler de şöyledir:

Biz bu işi artık kendi içimizde Türkiye’nin birliği içerisinde özgürlükler ve adalet eşitlik çerçevesinde çözebiliriz, silahsız, şiddetsiz, terörsüz, bombasız, kansız, gözyaşı olmadan çözeceğiz. İmralı çözüm süreci budur. Bugün lanetlenen bugün tu kaka edilen işin felsefesi budur.

(…)

Bir Kürt’ün aklından artık Türkiye Cumhuriyeti Devletine taş atmak, silah sıkmak, bomba atmak geçmemeli, kendi devleti olarak görebilecek noktaya gelmeli. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Kürt’üne vatandaşına yurttaşına öz Kürt halkına kendi anavatanında parya muamelesi yapmaktan vazgeçmeli ki Kürt de devleti kendi devleti olarak görebilsin, çözüm sürecinin felsefesi buydu. Birlik teklik değil birlik bunu başarmak için yola çıktık, bizim siyasetteki hedefimiz buydu, çözüm sürecindeki amacımız buydu.

(…)

Türkiye hepimizindir, benimdir, itirazı olan var mı, Türkiye Cumhuriyeti devleti benim devletimdir, itirazı olan var mı? Ben Kürt’üm itirazı olan var mı? Anavatanım da kürdistan coğrafyasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletini böyle sahiplenmek istiyorum, itirazı olan varsa beri gelsin. Şiddete de silaha da karşıyım. Türkiye Cumhuriyeti Devletine de herkesten çok sahip çıkacağım, Kürt’ün de devleti yapacağım, Kürt’ün ana diline saygı duyacak, Kürt’ün ana dilde eğitimine saygı duyacak, Çerkez’e, Alevi’ye, Sünni’ye, başı kapalıya, başı açığa hukuk devleti olacak diyorum, itirazı olan var mı? Var, az önce bahsettiğim kesimlerin hepsi buna itiraz ediyor, emperyalistler, hırsızlar, talancılar, cemaat ve benzeri yapılar ve içeride sivil MGK dediğimiz devletin bekasını tekçilik üzerine inşa etmiş olanlar. Çünkü onu elinden aldığında onun hayalindeki Türkiye yıkılmış oluyor. Çünkü yanlış arsaya yapmışsın, yanlış temel atmışsın, temeli yeniden düzeltmemiz lazım, çok kültürlü çok dillilik üzerine bir ulus olarak yolumuza devam etmemiz lazım Cumhuriyetin 100. yılında."

TIKLAYIN | Savunması "Yetkili Öcalan" diye yansıtılınca Demirtaş'ın danışmanı açıklama yaptı; HDPonline hesabı paylaşımı sildi!

 

Avukatların paylaştığı SEGBİS tam çözüm metni

*Not: Metinde herhangi bir redaksiyon yapılmamıştır, mahkeme dosyasına girdiği haliyle paylaşılmıştır

SELAHATTİN DEMİRTAŞ’IN 06.09.2022 TARİHLİ ANKARA 22. ACM 2021/6 E. SAYILI DOSYA DURUŞMASINDAKİ BEYANLARI

06/09/2022 TARİHLİ 32. CELSE 1, 2 VE 3. KAYITLAR ÇÖZÜM TUTANAĞI

BAŞKAN: Sanık Selahattin Demirtaş'ın SEGBİS ile bağlandığı görüldü. Evet Selahattin Demirtaş, savunmanızı yapacak mısınız şimdi?

SANIK SELAHATTİN DEMİRTAŞ: .......?BAŞKAN: Yok, esas. İlk sorgunuzu.SANIK SELAHATTİN DEMİRTAŞ: Mütalaa tebliğ edilsin, mütalaaya karşı beyanda bulunacağım.

BAŞKAN: Tamam. O zaman savcı beyin mütalaasını.... İstanbul'u bağlayalım. Avukat bey duyuyor musunuz bizi?

06/09/2022 TARİHLİ 32. CELSE 5. KAYIT ÇÖZÜM TUTANAĞI

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi 2021/6 Esas sayılı dosya kapsamında 06/09/2022 tarihli duruşması sırasında sanık Selahattin Demirtaş'ın SEGBİS ile kayıt altına alınan savunması;

Sanık Selahattin Demirtaş: Orada söz isteyen mi var, orada bi şey varsa ben göremiyorum arkadaşları da.

Başkan: Burada ilk olarak sanıklara söz veriyorum avukatlardan söz isteyen var, siz mi konuşacaksınız, avukatlarınız mı konuşsun, bizim için fark etmez.

Sanık Selahattin Demirtaş: Tamam yani orada bi sıralama yapılmışsa bozmak istemediğim için arkadaşların müsaadesini isteyerek birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle herkese selamlarımı sevgilerimi iletiyorum. Bülent Barmaksız arkadaşımız uzun süredir babasının acısı nedeniyle duruşmalara katılamıyordu, buradan kendisini selamlıyorum, başsağlığı dileklerimi bir kez daha iletiyorum. Değerli babasına Allah’tan rahmet diliyorum, kendisine sabırlar diliyorum, acısını yürekten paylaştığımı tekrar belirtmek istiyorum. Ha keza dün avukatlarımıza dönük dünkü saldırıyı buradan kınadığımı belirtmek istiyorum. Kobani kumpas davasıyla ilgili kamuoyunda yaratılmak istenen algı ve yakıştırmalar üzerinden üretilmek istenen siyasetin kirli siyasetin duruşma salonunun önüne kadar vardırılmış olması vahim bir durumdur. Savunmaya dönük kısıtlamalar yetmiyormuş gibi avukatlarımıza dönük fiziki saldırıları kabul etmemiz mümkün değil. Avukat arkadaşlarımıza hem dayanışma hem geçmiş olsun dileklerimizi iletmek istiyorum. Ha keza salondaki bütün siyasi rehine arkadaşları, avukat arkadaşları, izleyicileri buradan selamlayarak birkaç konuya değinmek istiyorum. Şimdi tabi ki davayı hukuki yönüyle tartıştık tartışıyoruz, kanuna aykırılıklar, hukuka aykırılıklar bütün bunları her aşamada bizler değerli avukatlarımız dile getirdik getirmeye devam ediyoruz. Dosyamızda bulunan Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin benimle ilgili birleşmiş olan dosyasında bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var ve o dosyanın içinde de bir yargılamanın tutuklamanın siyasi olduğuna dair kesin hüküm var. Dolayısıyla bu yargılamanın da siyasi saiklerle yürütüldüğü artık kabul edilebilir. Neden? Çünkü 19. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası sizin dosyanızla birleşti, şu anda dosyanızın içinde. O nedenle davanın siyasi yönünü es geçerek siyasi amaçlarını es geçerek tartışmakta hukuku kabul etmemek, hukuku görmemek olur. Davanın siyasi yönü artık davanın hukuki yönünün bir parçasıdır, bizim bi iddiamız olmaktan çıkmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire kararıyla dosyanızda bulunan kararla davanın siyasi olduğu bir hükme bağlanmıştır. Peki dava niye siyasidir, her celsede anlatmaya çalışıyoruz dilimiz döndüğünce, neden önemlidir, Bülent arkadaşımızın da kapsamlı şekilde değindi ve rahmetli babasının da belirttiği gibi neden bir dönem davasıdır, neden bu davayı biz Türkiye siyasi tarihinin önemli bir davası olarak görüyoruz. Birkaç cümleyle bunu anlatmaya çalışayım ki mütalaanın ne yapmaya çalıştığı mütalaada savcının ne yapmaya çalıştığı daha net anlaşılmış olsun. Şimdi hiç uzatmadan çok kısa kısa kronolojik Osmanlı’nın son döneminden günümüze sirayet eden Türkiye siyasetine bakarak değerlendirme yapmamız gerekir. Bir defa Osmanlı çökerken dağılırken İttihatçıların kendi içindeki iki ayrı kanadının çatışması Osmanlı’nın yıkılması Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte son bulmadı. Yani kendi içinde 1946’da Demokrat parti ve CHP olarak ikiye ayrılan ittihatçı gelenek ta kuruluştan beri bir gerilim çatışma zaman zaman uzlaşma halindeydi. Cumhuriyet kurulurken kerhen birlikte hareket etti bu iki kanat, bugün de dillendirilen devletin bekası gereği o gün İslami söylemlerle halkı arkasına alıp Kurtulup Savaşını yürütebilmek için muhafazakar söylemlerle öne çıktılar, ancak Cumhuriyetin ilanından sonra da muhafazakar söylemi İslami söylemi terk edip laik seküler Türkiye Cumhuriyeti Devletini bütün kültürel birikimleriyle, bütün etnik kimlik halkların inançlarıyla birlikte inkarı üzerine yeni bir ulus inşası üzerinden kurmayı kararlaştırdılar. Şimdi o günden bu güne bu Kobani davasına gelinceye kadar yaşananları göz önünde bulundurduğumuzda bu dava neden Türkiye’de bir dönem davası, neden bir siyasi ......... davasıdır, daha iyi anlaşılır. Bir defa Kemalist Cumhuriyet kuruluşu itibariyle jakobendir, yukarıdan toplumu dizayn etme hedefi ve amacı vardır. Toplumun tabandaki farklılığı binlerce yıllık kültürü, oluşmuş medeniyet üzerine bir devlet inşası veya devlet mimarisi düşünmek yerine yukarıdan inşa edilen ve topluma dayatılan bir devlet yönetim anlayışı ve bir ulus anlayışı söz konusudur. Jakoben tarz budur. Osmanlı dağılırken Milliyetçi akımların Osmanlı’yı böldüğü paranoyası ve korkusu nedeniyle Anadolu’daki millet tanımı birleştirici bir unsur etrafında inşa edilecekse bunun harcı, çimentosu ne olacak diye tartışılırken uzun tartışmalar sonucunda en nihayetinde Türklük üzerinden bir ulus inşasına karar veriliyor. Hatta o dönem parlamentoda yapılan tartışmalar, komisyonda yapılan tartışmalarla Türkün ne olduğu, Türklüğün ne olduğu çok tartışılıyor. Kimi bi üst kimlik olarak tartışıyor, kimi bir etnik kimlik olarak tartışıyor, kimi Müslümanlığa İslam’a denk aynı anlama gelen bir Türklük olduğunu belirtiyor, kimi büyük Turanın Orta Asya’dan gelen Türkmen halkının bu günkü ismi olarak tartışıyor. Fakat en nihayetinde pratikte varılan uzlaşma sonucunda etnik bir Türklük tanımı bütün Anadolu coğrafyasında ancak devletin ve ulusun birliğini sağlayabilecek bir çimento olarak kararlaştırılıyor. Bunu yapamazsak başaramazsak Anadolu’da bölünür, son Türk yurdu da elimizden gider korkusu, kaygısı hataya sürüklüyor Cumhuriyet’in kurucularını. Büyük bir yanlışa sürüklüyor, İttihat Terakki’nin iki kanadı da bu konuda uzlaşma halindedir, o günden bu güne halen uzlaşma halindeler, bu konuda bir tartışma yok aralarında. Anadolu’daki bütün farklılıklar ya eritilmeli ya asimile edilmeli ya katledilmeli ya sürgün edilmeli. Herkes Türklük çatısı altında birleşmeli ve buna Türk Milleti denmeli, milletin bir tek dili olmalı o da Türkçedir, onun dışında ana dilde eğitim yapılmamalı, Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağıyla bağı olan herkes Türk olarak tanımlanmalı, Türklük bilinci aşılanmalı, Türk tarihi anlatılmalı okullarda, resmi ideoloji olarakta bunun dışına çıkan herkes rejimin tehdit algısı radarına girmeli ve bunun gereği yapılmalı. Resmi ideoloji budur. Şimdi İttihat Terakki’nin bu iki kanadı da Demokrat Parti ve CHP olarak ayrıldıktan sonra da kendi aralarında egemenlik yarışı, iktidar yarışı içerisine girmiş olsalar da her dönemde uzlaştıkları mevzu budur, devletin bekası denilen husus budur. Barış Ünlü adlı akademisyenin Türklük Sözleşmesi ismiyle yayınladığı kitapta bu uzun uzun bilimsel şekilde irdelenmiş ve anlatılmıştır. Şimdi karşınızda duran ve yargılanan sanıklar tam da bu bekaya tehdit oluşturduğu iddiasıyla siyaseten hukuken ve fiilen linç edilmek isteniliyor. Kim bu siyasetçiler, az önce çok özetle birkaç cümleyle anlattım bu resmi ideolojiye karşı gelenler, muhalif olanlardır. Dolayısıyla bu resmi ideolojiye biat etmiş, inanmış, bağlılığını açıklamış herkes devlet yanlısı, vatansever, yurtsever, milliyetçi olarak tanımlanırken, hayır bu bir hatadır diyenler hangi yöntemi kullanırsa kullansın bakın silah yöntemini kullanmışsa teröristtir, isyan etmişse haindir, silahı da isyanı da seçmemiş, siyaset yapmışsa vatan haini ve teröristtir, yazı yazmışsa yazarsa teröristtir bölücüdür, şarkıcıysa türkücüyse hiç fark etmez resmi ideolojiye uymuyorsa o bölücüdür, teröristtir ve bir teröriste bir vatan hainine ne yapılması gerekiyorsa 1925 Şeyh Sait’ten bugüne aynısı tekrar edilerek yapılmak isteniyor. Şimdi ben sizlerin de heyet olarak savcının da ve salonda bulunan aslında birçok insana yani sanıklar ve avukatlarımız hariç güvenlik personeli dahil bir çoğunun bu resmi ideolojiye inandığını düşünüyorum. Kendi içinde tutarlılığı var, çünkü şöyle düşünülüyor peki Türklük olmazsa bizi birleştirecek ulusal birliğimizi sağlayacak bu çimento olmazsa biz devletin varlığını nasıl koruyacağız, Anadolu’nun bütünlüğünü nasıl sağlayacağız, bu durumda devlet parçalanmaz mı, emperyalist güçler kışkırtıp efendim iç savaş çıkarıp ülkeyi bölmez mi, işte PKK terörü de zaten bunun için yok mu, HDP’de zaten bunun yan kolu değil mi, e dolayısıyla buna karşı çıkan herkese yönelik mücadele devletin birliği milletin selameti ülkenin bekası açısından şarttır. Buna biat etmiş buna yürekten inanmış kadrolar kendini devlet yanlısı geri kalanları da millet düşmanı devlet düşmanı halk düşmanı olarak tanımlamış gidiyorlar. Tarih 1925, tarih 2022 aynı kodlarla devam ediyoruz. Şimdi biz de diyoruz ki bizim gibi düşünenler diyoruz ki yanılıyorsunuz, yanılıyorsunuz. 1924-1925’te yapılan hata düzeltilebilir, devlet bölünmeden millet parçalanmadan yeni tanımlarla yeni bir hukuk oluşturarak yeni bir ilişki tarzı oluşturarak devletin birliği de ulusun bütünlüğü de sağlanabilir. Devletin birliği ve ulusun bütünlüğünün sağlanabilmesinin tek yolu tek yöntemi sizin yaptıklarınız inandıklarınız biat ettikleriniz değil, başka yolları da var, bunun dünya deneyimleri de var, geçelim bunu dünyada hiçbir deney olmasa başarılı deney olmasa bile Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası benim de anavatanım olan kürdistan coğrafyası Mezopotamya’nın bir kısmı, aynı zamanda Mısır gibi büyük bir medeniyet merkezi, Suriye gibi Bağdat merkezli medeniyetlerin merkezi, İstanbul gibi medeniyetlerin merkezi, Dicle Fırat havzası, bunlar insanlığın ilk medeniyet kurduğu bölgelerdir. Dünyada hiçbir deneyim olmasa biz kendimiz bulabiliriz. Ama dünya deneyimleri de 12 bin yıllık toplumsal yaşam deneyimi de bize bir şey öğretti, yan yana yaşayabilmenin farklı formülleri var, gelinen aşamada uluslararası insan hakları sözleşmeleri, kadın hakları sözleşmeleri, çocuk hakları, kültürel sosyal haklar sözleşmeleri, emek sözleşmesi, çevre sözleşmeleri, bütün bunlar insanlığın deneyiminden yola çıkarak oluşturduğu evrensel hukuktur. Dinlerin ve inançların bizlere kazandırdığı, medeniyetlerimize kazandırdığı muazzam birikimler var, bunlardan da yararlanmamız gerekir, yararlanma imkanımız var. Ama aynı zamanda kişisel deneyimlerimiz var, yaşadığımız acılar travmalar katliamlar soy kırımlar savaşlar var. Kurutuluş Savaşı başta olmaz üzere. Çanakkale Savaşı başta olmak üzere yaşadığımız deneyimler var. Kürt isyanları var ki sayısı 29 olarak belirtiliyor, hayır 5, 6 tane isyan denebilecek Kürt isyanı var, öyle sayı 29 falan da değildir, bundan çıkarmamız gereken deneyimler dersler var. Şimdi HDP çizgisi veya bizim gibi düşünenler başka bir tez ortaya koyuyoruz, diyoruz ki biz Türkiye coğrafyası Trakya’sıyla birlikte Anadolu diyorum Trakya’yı dışında tutarak söylemeyeyim Trakya’da savunma yapıyorum şu anda, Anadolu coğrafyası bir halklar medeniyetler bileşkesidir. Çok sayıda farklı kültür dil vardır, bunları yok etmeye çalışmak tekleştirmeye çalışmak mümkün değil, bunun için uğraşmak hem kültürel medeniyete karşı büyük bir ihanettir, birikimlerimize karşı büyük bir ihanettir, tarihe karşı büyük bir ihanettir, hem de imkansızdır ve gereksizdir. Aynı zamanda gereksizdir. Ulusal birliği nasıl sağlayabiliriz, bir dil veya bir etnik kimlik etrafında birleşmeden bütünleşmeden ortak ulusal değerler yaratılabilir. Vatandaşlık bunlardan biridir. Devletin ve bizim demokratik ulus çoğulcu ulus çok kültürlü, çok dilli ulus dediğimiz ulusun bağımsızlığını simgeleyen bayrak bunlardan biridir. Ha keza hukuk, hukuk kanundan söz etmiyorum, hukuk ulusal birliğin güvencelerinden biridir. Dil de bunlardan biridir ama buna dil değil diller demek zorundayız. Ülkenin bir resmi dili olur, ülkenin tamamında geçerli olur ama yerel diller Anayasal güvence altında olur, herkes dilini özgürce öğrenir, eğitimde kullanır, kamusal alanda kullanır, ortak iletişim dediğimiz resmi dil olur, Türkçe olur problem değil bugün olduğu gibi, ulusal birlik bir ulusun birliği illa ki tek bir ana dil veya tek bir etnisite etrafında gerçekleştirilmek zorunda değil, böyle bir mecburiyet yok, bu bir paranoyadır. Efendim burası Türk yurdudur, Türk olmayan veya kendini Türk kabul etmeyen ya sevsin ya terk etsin, tam da faşizm dediğimiz budur, ülkenin sorunlarının kaynağı budur. Burası hepimizin yurdudur, Edirne’de bir Türk’ün ne kadar hakkı varsa benim de o kadar hakkım var. Kürt olarak benim hakkım var Ankara’da Trabzon’da benim hakkım var. Bu coğrafya hepimizin ortak vatanıdır. Bölünmeyi önlemenin yolu tekleştirmek değil, birleştirmektir. Tek devlet tek millet tek dil sloganına karşı bizim sloganımız şudur, bir millet tek millet değil, bir millet, birlik çokluktur, bağrında çokluğu barındırır, tek dil tek millet Hit’lerin sloganıdır, Nazizm’in sloganıdır, biz nar gibi olmayı öneriyoruz nar, kabuğumuz bir içinde tanelerimizle yan yana durabilmektir hedef. Şimdi İttihat Terakki yani Cumhuriyetin kuruluş felsefesi bir dönem Kürtleri, Türkiye’deki Anadolu Müslümanlarını, Alevileri, Bektaşileri özellikle, Çerkezleri, Kurtuluş Savaşına dahil edebilmek için bu çok kültürlü çoğulcu demokratik söylemi kullanmıştır. Ve Anadolu halkları da Kurtuluş Savaşına şu veya bu düzeyde katılmış, katkı sağlamıştır, işte 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanıyor bu günlerde, işte geçtiğimiz aylarda 19 Mayıs Atatürk’ün Samsun’a çıkışı kutlandı, Atatürk Samsun’a çıktıktan sonra nereye doğru gitti, Aydın’a İzmir’e Antalya’ya doğru mu, Kürtlere doğru mu gitti, Erzurum’a Diyarbakır’a Sivas’a geldi, dağıtılmamış ordular Kazım Karabekir komutasında doğudaydı, Kürt beylerine ilk mektupları Mustafa Kemal yazdı. Silvan’da Van’da Bitlis’teki Kürt beylerine mektup yazdı, destek istedi. O mektuplarla Mustafa Kemal siz Kürt değilsiniz demedi, biz Cumhuriyeti kurunca Kürtçeyi yasaklayacağız demedi, biz Cumhuriyet’i kurduğumuzda kürdistan diyenin kafasına copu indireceğiz demedi, Mustafa Kemal orada kürdistan diye söz ediyordu, ilk Meclisi Mebusan’da Türkiye Büyük Millet Meclisinde özür dilerim, kürdistan mebusu, lazistan mebusu sıfatıyla yer aldı o insanlar. Hatta bugün tartıştığımız davamızın konusu olan Kobani o gün Misakı Milli sınırları içindeydi. Rojava bölgesi olarak adlandırılan Suriye’nin kuzeyinin mebusu Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yaparken milletvekili olarak görev yaparken Lozan’daki anlaşmayla temsil ettiği bölgeye Türkiye’nin sınırları dışında kaldı. Adam orada milletvekili, seçim bölgesi Türkiye’nin dışında kaldı. Misakı Milli kadük kalmıştır, tamamlanmamıştır. Kürdistanın Rojava bölgesi Kürdistanın güney bölgesi de Misakı Milli sınırları içerisinde tartışılıyordu o gün. Kürtlerin Türklerin birliği bunun üzerine inşa ediliyordu. Ama hem Lozan’da bu iş bozuldu, hem 1924 Anayasa’sıyla sözleşme ters yüz edildi, Kürtlerin inkarı başladı, İttihat Terakki’nin iki kanadı bu konuda uzlaştı ve Türkleştirme resmi ideolojisi tam yüz yıldır uygulanmaya konuldu. Esnetildi, geri çekmeler oldu, çözüm süreçleri oldu, başka şeyler oldu, oldu da oldu, hepsini biliyoruz. Ama en nihayetinde sene olmuş 2022 savcı önümüze bir mütalaa koymuş, mütalaanın tamamında siyasi faaliyetler Kürtlükle ilgili Kürtçeyle ilgili kürdistanla ilgili Kürt sorununun çözümüyle ilgili mevzular ve biz tartışıyoruz, halen tartışıyoruz. Çözüm yeri burası mı, değil, bu mahkeme salonunda çözemeyeceğiz, çözülmeyecek. Ama bir kırılmaya doğru gidiyoruz. 2023 Cumhuriyet’in yüzüncü yılı, bizim iddiamız şu ki herkes hepimiz yüz yıldan ders çıkaralım, Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluş zihniyetiyle bugün yönetenleriyle birlikte ders çıkarsın. Biz Kürtler ders çıkaralım, şu dersi çıkaralım kendi adıma konuşuyorum, kardeşim bu iş isyanla silahla olmuyor, Türkiye Cumhuriyeti Devletine herkesten çok biz sahip çıkalım, devletin demokrasisini büyütelim, Cumhuriyetin demokrasisini büyütelim, isyanla olmuyor bu iş, benim düşüncem bu, bu yüzden siyasete girdim. Silahla şiddetle olmaz. İsyanla olmaz ama isyanı bastırmakla da olmaz, terörle mücadeleyle de olmaz, devletin de bakış açısını zihniyetini değiştirmesi lazım. Yüz yıldır birbirimize çektirdiğimiz acıların artık son bulması lazım, buluyor mu peki, gidişat oraya doğru mu, hayır, hayır, tehlike burada işte. Şimdi konuyu birazdan bağlayacağım mütalaaya bağlayacağım bakın neden çok önemli. Yüz yıldır yapılanlardan dersler çıkarma aşamasına geldiğimiz günlerde 2012 sonu 2013 başı İmralı çözüm süreci, artık Kürtlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Türkler demiyorum çünkü bu Kürtlerle Türkler arasındaki bir çatışma bir gerilim değil, devletin politikasını destekleyenler var, içinde Kürtler de var Türkler de var, Türk çoğunluğu var ama Kürtlerle Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi politikası arasındaki bir sorundur Kürt sorunu. Bunun çözümüyle ilgili artık yeterince hepimiz ders çıkardık, biz bu işi artık kendi içimizde Türkiye’nin birliği içerisinde özgürlükler ve adalet eşitlik çerçevesinde çözebiliriz, silahsız, şiddetsiz, terörsüz, bombasız, kansız, gözyaşı olmadan çözeceğiz. İmralı çözüm süreci budur. Bugün lanetlenen bugün tu kaka edilen işin felsefesi budur. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi dediğimiz az önce anlattığım doğru felsefe 1924’ten itibaren ters yüz edilmiştir, bunu ayakları üzerine oturtmamız lazım tekrar. Türk Kürt kardeşliğini tarihsel kardeşliğini Türkiye’de değil sadece Irak’ta, Suriye’de, İran’da dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık Kürtlerle barışmalı, artık Kürtlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti de barışmalı, Kürtlerle devlet de barışmalı, barışık olmalı. Bir Kürt’ün aklından artık Türkiye Cumhuriyeti Devletine taş atmak, silah sıkmak, bomba atmak geçmemeli, kendi devleti olarak görebilecek noktaya gelmeli. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Kürt’üne vatandaşına yurttaşına öz Kürt halkına kendi anavatanında parya muamelesi yapmaktan vazgeçmeli ki Kürt de devleti kendi devleti olarak görebilsin, çözüm sürecinin felsefesi buydu. Birlik teklik değil birlik bunu başarmak için yola çıktık, bizim siyasetteki hedefimiz buydu, çözüm sürecindeki amacımız buydu. Şimdi peki biz bunları yaparken dünya durdu mu, dünya olduğu yerde durdu ve bizim bunları başarmamızı mı bekledi, hayır. Dünya hızla dönmeye değişmeye devam etti, bölge hızla değişmeye devam etti, Türkiye değişmeye devam etti, devam ediyor. Nedir bu değişimin bize etkileri, birincisi emperyalizm, emperyalizm sizin bizim kara kaşımıza kara gözümüze hayran değil. Türk’ün Kürt’ün anasının gözyaşına hiç bakmaz. Türk Kürt’ü öldürmüş, Kürt Türk’ü öldürmüş, umurunda olmaz, emperyalizm kapitalizmin küreselleşmiş üst aşaması olarak sadece kârına bakar, başka türlü ayakta duramaz. Nereden para kazanacağına nereden piyasaya mal süreceğine nereyi sömüreceğine bakar, başka bir şeye bakmaz. Peki siz biz kendi aramızda oturduk anlaşıyoruz, anlaşmak üzereyiz, yüz yıllık tersyüz edilmiş tarihimizi düzeltip Türkiye’yi birlikte büyütmeye karar verdik, bu senin işine yarar benim işime yarar, bu ülkenin yurttaşıyız hepimiz, senin çocuğun bundan faydalanır, benim ki de, senin de torunun benim de, kim zarar görecek peki, bir; emperyalist, bu işin sınıf temeli işte, Bülent arkadaşımız ve diğer arkadaşlarımız uzun uzun bunu anlatmaya çalıştılar. Kürt sorunu aynı zamanda bir sınıfsal sorun bu yüzden bir sınıfsal sorundur, emperyalizmle kapitalizmle doğrudan ilintili olduğu için. İkincisi Kürt’ün kendisi emekçidir, yoksuldur, işsizdir, emek sömürüsü altındadır, bu yönüyle de bir sınıf meselesidir. E Türk’ün de kendisi yoksuldur, işsizdir, açtır. Bu döngüyü bu kısır döngüyü bu paradoksu cesur birilerinin çözmesi lazım, siyasette bir nevi buna cesaret göstermesi lazım. Neyini feda edecek yeri geldiğinde canını feda edecek, öldürülmekten hapse atılmaktan korkmayacak, koltuğundan feragat edecek, makamından mevkisinden, parasından pulundan, evladından anasından babasından, başka türlü Türkiye’yi düze çıkaramayız, korkak siyasetçilerle, kaypak siyasetçilerle Türkiye düze çıkamaz, kim olursa olsun, hangi partiden olursa olsun açık söylüyorduk, iktidar muhalefet fark etmez, benim partim dahil. Fedai siyasetçiler gerekir fedai kendini feda edecek bu dönem için feda edecek, hiçbir beklentisi olmayacak, diyecek ki ben resmi olarak 1071’de Alparslan’ın Malazgirt’ten Anadolu’ya girişiyle tanışmış Kürt ve Türk halkını o günden bugüne kurmaya çalıştığı güçlü kardeşlik bağlarını Cumhuriyetin Yüzüncü yılında bozulmayacak şekilde tescilleyecek bir siyaset yapacağım demesi lazım. İşte bunun için fedailik gerekir, eleştirilmeyi göz almanız lazım, kendi mahallenizden kovulmayı göze almanız lazım, hapse atılmayı göze almanız lazım, terörist yaftası yemeyi göze almanız lazım, biz bunları göze alıyoruz, ben bunları göze aldım, almaya da devam ediyorum, şiddete karşıyım, silaha karşıyım, bugün PKK’nin silah bırakmasını istiyorum, halen görüşlerimin arkasındayım, ama yolunu yöntemini de öneriyorum, diyorum ki Abdullah Öcalan bu konuda etkilidir, görüşme olmalı, açık şeffaf Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu özgüvenle yapmalı, PKK’ye silah bıraktırmalı. Bunu neyin karşılığında yapacak, Türkiye’nin büyük demokrasisi karşılığında, büyük bir demokrasi kurmamız lazım, birbirimizin hakkını özgürlüğünü tanımamız kabul etmemiz lazım. Özgürlükler içerisinde kardeşçe eşitçe bu ülkede birlik içinde yaşamamız lazım, PKK’ye bunu vadetmek başka bir şey değil. Zaten İmralı’da konuşulanlar bunlar. Şimdi ne oldu dedim ya bir emperyalizm, iki; içerideki güç odakları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratikleşirse, şeffaf bir hukuk devleti, laik sosyal bir devlet ve gerçek anlamıyla bir hukuk devleti olursa sizce Türk Hava Kurumu Üniversitesinin bir rektörü bir üniversite rektörü ya gitti adam ben söylemiyorum, 180 milyon Dolar bir kalemde servet yapabilir mi, 180 milyon Dolar, iddialara bakın ya. Bunu yüz binle çarpın yüz bin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içine üstüne çöreklenmiş bunun gibi yüz bin kişi var şu anda belki. Bu danışmanlar gibi bu kadrolar gibi yüz bin kişi her yerden sülük gibi yapışmış çekiyorlar, kan emiyorlar. 10 milyon Dolar, 50 milyon Dolar, 500 milyon Dolar, 1 milyon Dolar, kim ne götürürse. Neden? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin beka sorunu var, beka sorunuyla ilgilenirken şu para çaldı, öbürü ihalede yolsuzluk yaptı, bunlar önemli değil, vatana millete bağlı mı, e bağlı, bayrağa bağlı, e canım para da çalsın canım, Demirtaş değil ya, Figen Yüksekdağ değil ya, ne olacak. Biz para çalmadık, bu devletin tek kuruşuna tamah etmedik, 102 belediyenin eş genel başkanlığını yaptık, 102, 3’ü büyükşehir belediyesi ben ve Gültan hanım, Figen hanım döneminde belediyemiz yoktu, belediyeler BDP’deydi, 102 belediyeyi yönettik. Hakkımızda açılmış 110 fezleke var benim hakkımda, bir tanesinde tek bir kuruş yolsuzluk yakınımıza ihale verme iddiası var mı, olamaz. Devletin milletin parası. Ben milletvekilliğimin altıncı yılında krediyle ev alabildim. Yıllarca kredi ödedim. Bundan da gurur duyuyorum, halen evi olmayan çok sayıda milletvekili arkadaşımız var, belediye başkanımız var. Nedir derdimiz peki, işte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin PKK’ye silah bıraktırması, Kürtlerle barışması, demokratikleşmesi, güç odaklarının işine gelmez. Sayın heyet siz emekli olana kadar maaşınızın tek kuruşunu harcamadan biriktirseniz, emekli ikramiyesini de üstüne koysanız bu bahsettiğim sülüklerin bir günde harcadığı parayı bile kazanamazsınız. Bir günde harcadığı, kazandığı paradan söz etmiyorum, harcadığı paradan söz ediyorum, öyle paralar harcıyorlar. Lüks villalar çocuklarına lüks cipler, bunlar abartı değil, bunlar gerçek. Dolayısıyla emperyalizmin dışında kan emici devletin milletin başına çöreklenmiş bu yolsuzluk rüşvet çarkı çözüm sürecini istemedi, barış istemedi, istemiyorlar halen istemiyorlar. Üçüncüsü cemaat, 15 Temmuz’da işte darbe meselesi onların üstüne ağırlıklı olarak yüklendi ama cemaat istemedi. Ben bunları konuşunca avukatlarım sosyal medyayı takip eden avukatlarım diyorlar ki cemaatin yurt dışındaki sözcüleri temsilcileri Demirtaş’a kızıyorlar efendim niye bize böyle söylüyor. Bunların bizzat tanığı burada tanığı, siz kime ne anlatıyorsunuz, çözüm sürecini bozabilmek için envaı çeşit fırıldak çevirdiniz ya. KCK operasyonlarını yapan sizsiniz, KCK basın operasyonu, KCK avukat operasyonu, halen benim dosyamda cemaatçi hakimlerin imzasıyla yapılmış yasa dışı hukuka aykırı delili savcı mütalaaya koyabiliyor ya, ben milletvekiliyim, beni nasıl dinleyebilir, dinlemiş bak kendince. Neden? Çözüm süreci arayışındayız, bak konuşnanın içeriğinde tamamı bana ait olsa okuyun bakın ne arıyoruz orada neyi konuşuyoruz, barışı konuşuyoruz. Barışı konuşuyoruz, PKK nasıl silah bırakır, onu nasıl ikna ederiz, devleti nasıl ikna ederiz, toplumu nasıl ikna ederiz, kamuoyu nasıl yaratırız. Cemaatçi savcılar hakimler polisler bunu dinlemiş, o zaman da fezlekeye dökmemişler, istihbarat bilgisi olarak kullanmış, CIA’ya satmış önce Türkiye’de bu işler yapılıyor, Kürtlerle devlet bakın anlaşıyor haberiniz olsun ve bu işi bozacak operasyonlara girişmişler. Tutuklamalar, gözaltılar, şiddetler, cinayetler, Paris katliamında olduğu gibi. Peki o sırada AKP ne yapmış hükümet bunların hepsine destek olmuş. Hiç karşı çıkmamış. Bizatihi AKP hükümeti işte bugün de ortaya çıktığı gibi beraber iş tutmuşlar. Dördüncüsü bakın emperyalizm, burjuvazi, burjuvaziyi sınıf olarak belirtmeyeyim ama kan emici hırsızlardan söz ediyorum, cemaat, dördüncüsü de statükocular. Bakın burası çok önemlidir, altını çizerek belirtiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ordusuna son on yılda iki temel operasyon çekildi. 2009’da Balyoz Ergenekon, 2015’te 15 Temmuz, ikisi de Türk ordusuna burun sürtme operasyonudur, ikisi de CIA merkezlidir. Vesayeti kırma amaçlıdır ama özünde Türkiye Cumhuriyet ordusunun burnu sürtülmek istenmiş, onun yerine başka şeyler ikame edilmeye çalışılmış ve kullandıkları aparatların da ne olduğu aşağı yukarı biliniyor. Ha burnu sürttü sürtmedi bunu tartışacak değilim. Balyoz Ergenekon darbeydi değildi tartışacak değilim. Davamızın konusu değil. Ama en nihayetinde Türkiye’deki değişim yine jakoben tarzda dış müdahaleyle bu defa gerçekleştirilmeye çalışıldı. Statüko, vesayet dış müdahaleyle CIA merkezli operasyonlarla yapılmaya çalışıldı, biz buna da karşıyız. Değişim olmalı ama 1924’te olduğu gibi değil, ne içeriden jakoben tarz ne dış müdahaleyle. Biz kendimiz bunu başarmalıyız, kendimiz halk olarak. Halk olarak biz yapmalıyız. Kürt Türk bunu yapmalı, bu değişimi gerçekleştirmeli. Bakın Türk ordusunun Genelkurmay başkanı terör örgütü yöneticisi olarak içeriye atıldı. 15 Temmuz’da Türk ordusunun kuvvet komutanları işkence görmüş haliyle Anadolu Ajansına çıkarıldı, darbeciler görüntüsü adı altında darbeci mi değil mi bilemem, yargılanmış adil yargılanmışlarsa darbeye karışmışlarsa bir şey diyemem. Ama en nihayetinde o görüntü Türk ordusunun burnunu sürtme operasyonlarıydı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’yi ordu yönetmiştir. Hükümetler değil ordu yönetmiştir. Darbeler tarihinden itibaren de ya Milli Güvenlik Konseyi ya Milli Güvenlik Kurulu yönetmiştir. Hangi iktidar hükümete gelirse gelsin Milli Güvenlik Kurulu davet etmiş ona brifing vermiş, politikayı belirlemiş sonra da devletin koruyucu gücü olarak vesayet makamı olarak siyasi hükümetlerin meclisin üstünde konumlanmıştır. Raydan çıktıklarını düşündükleri anda da fiili müdahaleyle askeri darbe gerçekleşmiştir. 1960’tan beri de bu şekilde yapmıştır ama önemli dediğim noktaya geliyorum Cumhuriyet tarihinde ilk defa 15 Temmuz sonrasında Milli Güvenlik Kurulu, Genelkurmay karargahı dışında oluşmuştur. Çünkü Türk ordusunun beyni dağıtılmış, yapılan iki burun sürtme operasyonuyla MGK’nın iradesi kırılmış, ancak bu boşluğu Genelkurmay Başkanlığı karargahı dışında oluşturmak ihtiyacını gören güçler ve çevreler devletin bekasını artık biz temsil ediyoruz, MGK dağıldı biz temsil ediyoruz diyerek yeni tırnak içinde sivil bir MGK oluşturmuşlardır. İşte bunlar Devlet Bahçeli, bunlar Süleyman Soylu, bunlar Doğu Perinçek, bunlar efendim tetikçileri Alaattin Çakıcı, Mehmet Ağar vesaire vesaire. Bunlar artık kendini devletin yeni bekasının koruyucu gücü olarak tarif etmişlerdir. Genelkurmay’da artık Milli Güvenlik Kurulu karargahında siyaset belirlenmiyor, yeni MGK artık sivil MGK olarak kendini tanıtıyor. Ancak işte zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Eski MGK hiçbir zaman seçime girmezdi, partiler seçime girer kim kazanırsa kazansın hep kasa kazanırdı MGK, devlet oydu. Ama tarihi bir hata yaptılar, 50+1 diye cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiler, sivil MGK’da artık seçimle iş başına geliyor. Eski MGK seçime girmiyordu, yeni MGK seçime girmek zorunda kaldığını anladı bir anda. Sağ oyların %60’ın altına düşmeyeceğini, Kürtlerin ezileceğini, solcuların bertaraf edileceğini düşünülerek artık MGK her seçimden meşruiyetini halktan alarak oluşacak diye kurdukları plan ilk bir yıl içinde 2018’den sonra 2019’da çöktü ve işte seçime girecek olan MGK seçim kazanamıyor şu anda problem bu. Devletin bekası dedikleri bu. Bahçeli’nin bas bas bağırıp beka beka dediği bu. Biz de buradan şu çağrıyı yapıyoruz, paniklemeyin ya paniklemeyin. Sizin kurduğunuz beka çoktan yıkıldı. Tekçilik üzerine ırkçılık üzerine inşa ettiğiniz beka yıkıldı, değişim zamanı. Artık MGK’lara ihtiyaç yok, Türkiye’yi ayakta tutacak bir arada tutacak şey MGK’lar değil, demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür, özgürlüklerdir. İşte şimdi bir kısım muhalefet partisi dahil HDP’yi dışlayanlar şeytanlaştırmaya çalışanlar kapatmaya çalışanlar işte bu eski ve yeni sivil MGK’nın gerekliliğine inanlardır. Bizse değişim zamanının geldiğini düşünenleriz. Bu dava işte savcının mütalaası sivil MGK’nın mütalaasıdır. Devleti bu şekilde korumaya çalışıyorlar halen, yanlış yapıyorsunuz, yanlış. Başaramayacaksınız. Ülke bölünmeyecek Bülent arkadaşımız dedi tehdit altında, doğru tehdit altında bırakılan biz değiliz işte budur, bu mütalaanın arkasındaki zihniyettir. Türkiye’yi tehdit altında bırakan budur, Türkiye hepimizindir, benimdir, itirazı olan var mı, Türkiye Cumhuriyeti devleti benim devletimdir, itirazı olan var mı? Ben Kürt’üm itirazı olan var mı? Anavatanım da kürdistan coğrafyasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletini böyle sahiplenmek istiyorum, itirazı olan varsa beri gelsin. Şiddete de silaha da karşıyım. Türkiye Cumhuriyeti Devletine de herkesten çok sahip çıkacağım, Kürt’ün de devleti yapacağım, Kürt’ün ana diline saygı duyacak, Kürt’ün ana dilde eğitimine saygı duyacak, Çerkez’e, Alevi’ye, Sünni’ye, başı kapalıya, başı açığa hukuk devleti olacak diyorum, itirazı olan var mı? Var, az önce bahsettiğim kesimlerin hepsi buna itiraz ediyor, emperyalistler, hırsızlar, talancılar, cemaat ve benzeri yapılar ve içeride sivil MGK dediğimiz devletin bekasını tekçilik üzerine inşa etmiş olanlar. Çünkü onu elinden aldığında onun hayalindeki Türkiye yıkılmış oluyor. Çünkü yanlış arsaya yapmışsın, yanlış temel atmışsın, temeli yeniden düzeltmemiz lazım, çok kültürlü çok dillilik üzerine bir ulus olarak yolumuza devam etmemiz lazım Cumhuriyetin 100. yılında. Şimdi tam böylesi bir tarihsel kırılmaya doğru bizler giderken hiç hesapta olmayan bir şey yaşandı, hiç hesapta olmayan. AKP iktidarı 1400 yıllık İslam medeniyetinin yeni ve en modern temsilcisi olarak yeni ve en modern temsilcisi olarak biraz İhvani Müslim Mısır merkezli biraz Türkiye merkezli milli görüş karışımı içine liberalleri de alarak Kürtleri hatta bir kısım Alevileri de katarak 1400 yıllık İslam serüveninin en yeni ve modern temsilcisi olarak 2002 Kasım’ında seküler laik Atatürk Cumhuriyetinde tek başına iktidar oldu. Hiç kimsenin hesaba katmadığı bir şey oldu. Bakın Mısır’da değil, Endonezya’da, Malezya’da, Pakistan’da değil, Tunus’ta, Ürdün’de değil Türkiye’de oldu. Seküler Atatürk Cumhuriyetinde oldu, çok ilginç bir gelişmedir bu tarihsel olarak. İki açıdan önemlidir bir Cumhuriyetin yanlışlarının düzeltilmesi, iki İslam’ın haksız yere horlanmasının giderilmesi açısından çok önemlidir bu gelişme. İslam artı demokrasi ve insan hakları yan yana olabilir mi, bu tartışmaya pratikte cevap verebilmesi açısından önemliydi. İki Cumhuriyetin dışladığı kesimler muhafazakarlar, Kürtler, Aleviler başta olmak üzere Cumhuriyete dahil edilecek mi, devletin parçası olacak mı? Yani bu terslikte düzeltilecek mi? AKP’nin iktidara gelişi bu yüzden önemliydi, tabi ki Amerika’nın desteği şunu bunu bir kenara bırakarak başka bir sosyolojik çerçeveden bakıyorum. Aradan geçen 20 yıla ne oldu peki? Son 300 yıldır kapitalizmin ve sanayi devriminin gelişmeye başladığı günden bu yana kültürel hegemonyayı diplomatik hegemonyayı, askeri hegemonyayı ve mali ekonomik hegemonyayı ele geçirmiş batıya karşı horlanmış İslam’ın haksız yere horlanmış, bir zamanlar medeniyetin merkezi olan Bağdat, Şam, Halep bilimin, tıbbın, astrolojinin merkezi olan doğu bugün horlanmışsa İslam horlanmışsa batı medeniyeti bugün kültürel üstünlüğünü ilan etmişse bu haksızlığı giderebilmenin yolu İslam’ın demokrasi ve insan haklarıyla özgürlüklerle bir arada olabileceğini ki vakti zamanında oldu, Peygamber zamanında oldu, 1400 yıl önce oldu, bugün neden olamasın diyenler bunu denediler. Bu çok önemli bir şey başarılı olsaydı çok çok önemli. 1400 yıllık İslam tarihinin en önemli hamlelerinden biri olacaktı. Peki geldiğimiz gün itibariyle durum nedir? Yolsuzluk, hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş, dehşet bir şey dehşet. Haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, İslam’ın İ’si bile olmadan İslam adına en kötü örnek sergilendi. Anlattığım şeyle bağı ne? Şimdi işte bu yolsuzluk, zulüm iktidarı ayakta kalabilmek, suçlarının hesabı sorulmasın diye iktidarda kalabilmek için az önce bahsettiğim sivil MGK ile ittifak yaptı. Yani Erdoğan Bahçeli ittifakı budur. Biri beka, öbürü de kendi etrafındaki suça bulaşmışların tarihi yenilginin en azından hesabı sorulmasın diye her türlü hukuksuzluğu yapmaya devam ediyorlar. Bakın iki büyük yenilgiden söz ediyoruz, biri İslam adına çıkılan yolda bırakın başarı elde etmeyi tam bir hezimetle sonuçlanan ve kurumsal İslam’ın çöküşüyle sonuçlanan kurumsal İslam’ın, İslam’ın kendisi değil, kurumsal İslam’ın çöküşüyle sonuçlanan bir trajedi, AKP yenilgisi, ideolojik kültürel çok derin bir yenilgidir. İkincisi de Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği statükonun resmi sivil MGK’nın tarihsel yenilgisidir, ikisi de yenilmiştir. Türkiye artık değişim kapılarını aralamıştır. İkisinin de yenilmesi iyi olmuştur. Türkiye açısından hayırlıdır. Şimdi kazananın ne olduğunun tartışılması zamanıdır, kazanan ne olmalıdır. Kazanan özgürlükler, demokrasi, laiklik, İslam, bakın bunlar hepsi bir arada kazanmalıdır, Kürt, Türk, emekçiler, kadınlar aynı anda kazanmalıdır. Ben de bir solcuyum, kendimi sosyalist olarak tanımlıyorum, Kürt’üm, ilk gençliğimden beri kendimi solcu olarak tanımlarım ama İslam medeniyetiyle yetiştim ben. Ailemde öyle yetiştim. Bu medeniyetin küçümsenmesine hor görülmesine bir solcu olarakta asla rıza göstermem. Büyük bir medeniyettir. Görkemli bir medeniyettir. Bugün giyim kuşamımızdan ev yaşamımıza kadar, taziyelerimizden düğünlerimize kadar, folklorümüzden mutfak kültürümüze kadar İslam medeniyetinin etkisindedir. Türkiye’nin en komünistinin mutfağına girin İslam medeniyetinin etkisini görürüsünüz, farkında değillerdir. 1400 yıl önceki gericilik falan deyip aşağılayan bazı solcular var, yadırgıyorum, tarihten bihaberler, kendi medeniyetinden bihaberler. Kendi topraklarımızı medeniyetimizi küçük görmeyelim. Batının hegemonyasını olduğu gibi kabul edip, batıdan ne gelirse baş göz üstüne demeyelim. Biz büyük bir medeniyetiz Kürt’üyle Türk’üyle, buradaki Hristiyan’ı, Yahudi’si, Ermeni’si, Süryani’si, Ezidi’siyle görkemli bir medeniyetiyiz. İslam’da bu medeniyetlerden biridir ve AKP her şeyi berbat etmiştir. Ben bir solcu olarak bunun başarılmasını isterdim, İslam’ın bu şekilde horlanmasına üzüntü duyuyorum. Ama İslamcılar duymuyorlar, utanç duymuyorlar. İşte Kobani davası bizim rehin alınmamız bu çatışmaların bir sonucudur. Biz teröre şiddete falan bulaşmadık, silaha da bulaşmadık, PKK orada, devlet savaşıyor. Komutanı belli, savaşçısı belli, yardımcısı belli, vesairesi belli, destekçisi belli. Biz HDP’yiz, biz siyasetçiyiz. PKK’ye bakışımız da farklı, öldürelim terörle mücadele edelim demiyoruz, ikna edelim diyoruz, uzlaşalım, anlaşalım dağdan indirelim diyoruz, yöntemimiz bu. Kürt sorununa bakışımız farklı, Türkiye’nin geleceğinin kurtuluşuna bakışımız farklı, söylemimiz jargonumuz farklı ve bunlardan yola çıkarak bir kurgu oluşturuldu. Devletin bekası diyenlerle hırsızlık yolsuzluğa büyük suçlara bulaşmış olanların kurduğu ittifak sonucunda yeni MGK 50+1’le seçileceği için bu 50+1’i de kolay kolay alamayacakları için HDP’nin tasfiye edilmesi lazım. HDP’nin oyuyla belirlenecek bir MGK devlet açısından tehdit olarak görülüyor. Biz niye tehdit olalım, en büyük tehdit sizsiniz, devletin üzerine 100 yıldır çöreklenmiş, yiyip içip yedi sülalenizi doyuracak kadar büyük paralar kazanan sizsiniz. Binalı Yıldırım’ın sadece Hollanda’da 26 milyar Dolar’ından söz edildi, inkar etmediler, tekzip etmediler, 26 milyar Dolar, ya söylerken insanın tüyleri diken sadece onda bak, ya sen ne sattın ne aldın 26 milyar Dolar ya. Amerika’da 100 yıllık aileler var, petrol şirketleri var, 50 milyar Dolar’ları yok ya. 100 milyar Dolar’ı olan Dünya’nın en büyük zenginlerinden sayılıyor, başbakanlık yapmış biri sadece Hollanda’da nasıl 26 milyar Dolar servet bulundurabilir. Biz mi vatan hainiyiz. Biz bir şeyleri çözmeye çalışıyoruz. Bakın Kürtlerin Orta Doğu genelinde de solun hem Türkiye’de hem Dünya genelinde bir yükselişi söz konusudur. Nedir o? Kürtler Orta Doğu’nun orta yerinde seküler, seküleri de laikçilik anlamında kullanmıyorum, yanlış anlaşılmasın din inançlara özgürlükten inançsızlara da özgürlükten söz ediyorum. Bilinen anlamıyla laikçilik Türkiye’deki laikçiler örneğin bir tek İslam’a karşıdır, İslam karşıtıdır, mesela bir Papazla sorunları yoktur, İmam’la sorunu vardır bizim laikçilerin, ilginçtir. İslamafobi’dir Türkiye’deki laikçilik, oysa laiklik dediğimiz şey ki tarifi de yanlış yapılmış, Türkiye’ye uyarlaması da yanlış yapılmıştır, yeni bir kavram da bulunamamıştır maalesef. Fransa’daki laiklik Avrupa merkezindeki laiklik Türkiye’ye uygun değildir aslında. Yeni bir kavram yeni bir tanım bulunması lazım, bir türlü Türkiye’de oturmadı, mecburen laiklik deyip farkı yaratmak için de özgürlükçü laiklik demeye çalışıyoruz, kastettiğim bu anlamdaki pratikteki laiklik değil. Bu açıdan Kürtler seküler bir halktır, inanç özgürlüğüne saygılıdır ama inançlıdır çoğunluğu. O yüzden yükselen bir değer gibi tehdit olarak algılandılar. Demokrasi değerlerine inanmıştır Kürtler. Neden? Bakın benim annemin babamın okuma yazması yoktur, ikisi de emekçidir, ikisi de inanç özgürlüğüne saygılıdır, ifade özgürlüğüne saygılıdır, işkenceye karşıdır, ikisi de idama karşıdır. İkisi de kadın eşitliğine inanır, çevre haklarına saygılıdır, ikisinin de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden haberi yoktur ama hepsine bağlıdırlar, neden, çünkü damdan düştükleri için. Hakkari’deki Kürt’te böyledir, Van’daki Kürt’te, İstanbul’daki de, neden, çünkü hepsi damdan düştüğü için. Hepimiz insan hakları demokrasi uzmanı olduk. Çok iyi hatırlıyorum meclisi yöneten bir başkan vekili vardı, bugün kendisi bir muhalif partinin kadın genel başkanıdır, ben grup başkan vekiliydim o zaman, 22 kişilik bir grubumuz vardı DTP grubu, kendisi meclisi yönetirdi o zaman Milliyetçi Hareket Partisinden vekildi, aramızda şöyle bir diyalog geçmişti kuliste sohbet ederken, demişti ki bana sayın başkan sizin vekillerin hepsi demokrasi, özgürlükler, kadın hakları, işçi hakları konusunda çok çok iyi hazırlanıyorlar, danışmanlarınız kim sizin? Sizin vekillerin konuşmaları çok çok iyi demişti, ben de demiştim ki hepimiz sadece bu konunun uzmanıyız. Danışmanlarımızdan değil biz hepimiz demokrasi insan hakları konusunda mecburen uzman olduk. Hepimizin hayatı bunla geçti çünkü. Algıda seçicilik mi dersiniz başka bir şey ama bizim danışmanlarımızdan değil kendimiz böyleyiz zaten. Şimdi değerli arkadaşlar Kobani kumpas davası ve HDP kapatma davası böylesi bir tarihi momente denk geldi. Tabi ki bu heyetin omuzlarına bu yükü yükleyip bu tarihi kırılmada işte şöyle tavır alın diyecek halimiz yok. Muhatabı iktidardır. Bütün bu söylediklerimin muhatabı iktidardır. Ama değişim artık kaçınılmazdır. Bakın 1900’lü yılların başında bir avuç Kürt ailenin siz belki tanımaz bilmezsiniz, belki de duymuşsunuz Celadet Bedirxan, Mir Bedirxan’ın Cizre-Bohtan beyinin oğludur ve kardeşleriyle birlikte sürgüne giderler Berlin’e, Almanya’ya oradan Suriye’ye gelirler, ........... diye bir örgüt kurarlar, Osmanlı dağılırken Kürtler’in haklarını kabul ettirmek için uğraşan küçük bir grup aydındır bunlar. Celadet Bedirxan aynı zamanda prenstir, prens. Babası Mir’dir, Kürdistan Bohtan beyinin oğludur Celadet Bedirxan, Kilis’te en son Abdulmecit’e yenildikten sonra toparlanamamıştır, Abdulmecit Kürdistan’ın fethi üzerine bir Kürdistan madalyası da bastırmıştır, tarihte duruyor şu anda var Kürdistan madalyası üstünde yazar, Arap harfleriyle. Prens Celadet Bedirxan ve kardeşleri prens olmalarına rağmen Berlin’de bir kahve içecek paraları yoktur ceplerinde, o halleriyle Suriye’ye gelirler ve Kürtlerin hakları ve özgürlükleri için dergi gazete çıkarırlar. Sayıları 20-25’i geçmez, o kadar kişidirler. Kürtler dağınıktır, Kürtçe deyişle belengaz çaresizdir. Tarih 1900’lerin başıdır. Bugün tarih 2022’dir. Bugün Kürtler Türkiye Büyük Millet Meclisinde üçüncü büyük gruptur, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucu unsuru olarak 25 milyonluk nüfuslarıyla Anadolu’nun öz be öz evladıdır ve bugün Kürtler aldıkları 7 milyondan fazla oyla iktidara taliptir, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de en güçlü demokrasi dinamiğidir. Aradan 100 yıl geçti prens Celadet Bedirxan’ın cebinde kahve parası yoktu, bugün Kürtler Türkiye’nin Edirne’sinden Hakkari’ye büyük ekonomiyi yöneten işverenleriyle, emekçisiyle Türkiye ekonomisinin büyük gücüdür. Binlerce Kürt avukat binlerce Kürt doktor mühendis öğretmen vardır. Ne yapacaksınız bunları? 25 kişilik cebinde tek kuruşu olmayan Celadet Bedirxan’ı yok edemeyenler silip süpüremeyenler 25 milyonluk Kürt halkını tam olarak nereye göndermeyi, ne yapmayı düşünür. Biz Türkiye Cumhuriyetinin artık asli unsuru gücüyüz, ekonomisiyle, bürokrasisiyle, sosyal yaşamıyla, siyasal yaşamıyla bir gerçeğiz, barış bunun üzerine kurulacak kurulacaksa. Kobani davasında bizi cezalandırarak terörist muamelesi yaparak değil, partimizi kapatarak değil, barış kurulacaksa bu hakikatler üzerine kurulacak. Biz bunu başaracağız işte. Eskiyi savunanlar yenilmiştir, iyi olmuştur. Yenilen Türkiye değildir, yenilen Türk halkı değildir, zarar gören Türkiye değildir, bu yenilgiden büyük bir zafer çıkacaktır, onun adı demokratik Cumhuriyet’tir. Onun adı demokratik Türkiye’dir ve biz de Kürtler olarak anavatanı kürdistan olan bu toprakların öz be öz evladı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit özgür yurttaşları olmak için Türkiye Cumhuriyeti Devletini yeniden birlikte inşa etmek için var gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz. Ne Kürt’ü ne kürdistan’ı inkar ederek, ne Kürt tarihini ne kürdistan tarihini inkar ederek, bunu kimse başaramadı. 100 yıldır Kürtler kendi devletini kuramadı, 100 yıldır Türkler Kürtleri bitiremedi. Bir yerde artık uzlaşmak barışmak anlaşmak yolumuza el ele kol kola devam etmek zorundayız. Başka çaresi yok, buna inandığım için siyasetteyim, buna inandığım için altı yıldır bir hücreden direniyorum, yazıyorum çiziyorum uğraşıyorum. Eleştirilmiyor muyum, çok çok fazla, kendi mahallemden de partimden de arkadaşlarımdan da çok eleştiri alıyorum, ama bunların hepsini göze alıyorum, çünkü bizim evlatlarımız artık bu ülkede birbirini öldürsün istemiyorum. Gerçekten kardeş gibi yaşasınlar istiyorum. Biz dedelerimizden bu sorunu devir aldık ama çocuklarımıza devretmek istemiyorum. Bir röportajımda da söyledim, 4 Kasım 2016 gecesi beni buraya getirdiklerinde boş bir hücreye üç tane boş ranza vardı, demir ranza başka da hiçbir şey yok odada, üç tane de demir dolap, yatağın orası dediler, durdum öyle bir baktım, iki kızım var, Allah hepinizin çocuklarını bağışlasın, kendime şu sözü verdim, benim kızlarım dedim bizim çocuklarımız bu hücrede yatmayacaklar, kendime bu sözü verdim, son yatan biz olacağız. Ve bugün burada bu sözü tekrarlıyorum, o mezarlarda Türk askerinin polisinin yattığı mezarlarda, Kürt çocuklarının yattığı mezarlarda bir daha kimse yatmayacak. Herkes eceliyle ölsün, ölüm Allah’ın emri, kimse bundan dolayı hapse düşmeyecek, kimse bundan dolayı dağa çıkmayacak. Kimse bundan dolayı terörle mücadelede canını vermeyecek. Biz bunu istiyoruz, başaracağız, kastettiğimiz budur, adına terör mü dersiniz, kumpas mı dersiniz, devleti bölmek mi dersiniz, efendim tweet attı 50 kişiyi öldürttü mü dersiniz, siz bilirsiniz, hukuken nasıl tanımlarsanız tanımlayın. Ama tarih bizim dediğimiz şekilde gerçekleşecek, bunun için de var gücümüzle çalışmaya devam edeceğim, beni eleştiren eleştirir, yargılayan yargılar, hapse atan hapse atar, ben halkın istediği halkın beklediği şey dışında hiçbir şeye tabi değilim, oraya bakıyorum, gözümü halka döndüm, o ne istiyorsa halk neyi hak ediyorsa neye layıksa ben halka tabiyim, başka bir yere değil. Partime de bu konuda güveniyorum, arkadaşlarıma da güveniyorum, başaracağımıza inanıyorum. Gelen giden evraklarla ilgili avukatlarımız söz aldığında belirtecektir, aleyhime olan hususları kabul etmiyorum, bütün arkadaşlarımın tahliyesini talep ediyorum, mağdurlardır, bundan eminim, zerre kadar şüphem yok haksız yere tutukludurlar, kendi tahliyemi bugüne kadar talep etmedim, yine talep etmiyorum, ama arkadaşlarımın özgürlüğünü talep ediyorum, mütalaaya karşı bu siyasi perspektifi sunmak istiyorum, geri kalan her şey boştur, hukukla alakası yok, kanunla alakası yok, her şey politiktir, belirttiğim çerçevededir. Teşekkür ediyorum söz verdiğiniz için bütün arkadaşlarıma saygılarımı sunuyorum.