Sayın Başbakanım; kendimize yeni bir yuva mı arayalım?

Sayın Başbakanım; kendimize yeni bir yuva mı arayalım?

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan;

Bu mektubu size 34 yıldır, yani doğduğundan beri bu topraklarda yaşayan ve eğer mümkünse daha uzun yıllar bu topraklarda yaşamak, bu topraklarda üretmek, bu topraklarda çoluk çocuk sahibi olmak isteyen bir yurttaşınız olarak yazıyorum. “Eğer mümkünse” kısmını sizin mektubuma vereceğiniz doğrudan ya da dolaylı cevap gösterecek Sayın Başbakanım. Cevabınız benim gibi milyonlarca Türkiye yurttaşının geleceğini çok yakından ilgilendirdiği için sizden mektubumu büyük bir samimiyetle ve önyargısız bir biçimde okumanızı, cevabınızı ondan sonra vermenizi rica ediyorum. Şimdiden teşekkür ederim.

Sayın Başbakanım, son zamanlarda yaptığınız konuşmalarda kullandığınız ötekileştirici dil benim gibi size daha önce oy vermemiş ve muhtemelen sizinle aynı toplum idealini paylaşmayan pek çok yurttaşı endişelendiriyor, hatta korkutuyor. Özellikle Gezi olaylarından sonra hiddet dozu artan, 17 Aralık soruşturmasının başlamasının ardından farklı kesimleri de içine alacak şekilde kapsamı iyice genişleyen nefret söyleminiz maalesef toplumun farklı kesimleri arasına düşmanlık tohumları ekilmesine ve birbiriyle daha önce en ufak bir münakaşası dahi olmamış arkadaşların, komşuların, mesai arkadaşlarının hatta gencecik öğrencilerin birbirine sadece sahip oldukları farklı kimlikler, hatta kimliği geçtim, farklı siyasi ya da toplumsal görüşler üzerinden düşman gözüyle bakmasına yol açıyor. Sizin bu söyleminizden cesaret alan çevrenizdeki bazı kişilerin, hatta eski bakanlarınızın benzer bir üslup ile toplumun geniş kesimlerini küstürdüğü kederli zamanlardan geçiyoruz.

Şimdiye dek sizin bu kutuplaştırıcı söylemi özellikle seçtiğiniz, bu yolla seçimler öncesi “safları sıklaştırarak”, “kendi tabanınızı konsolide ederek” Türkiye’deki gergin ortama ve yolsuzluk iddialarına rağmen bir önceki seçimlerdeki oy oranınızı koruma stratejisi güttüğünüze dair sayısız yorum yapıldı. Hatta sizin uyguladığınız bu stratejiyi “siyaset yapmak” olarak adlandıran köşe yazarları da oldu. Siyaseti bir müzakere ve uzlaşma sanatı olarak görmek yerine tek bir kazananın olacağı sıfır toplamlı oyun olarak kurgulamak maalesef Türk siyasetinin genlerinde var. Ancak bu kez ben sizin kullandığınız dilin ve uyguladığınız gerginliği tırmandırma “taktiğinin” sadece bir seçim kazanma stratejisi olduğundan emin değilim. Size meramımı anlatmaya çalışayım, hâlâ sabırla mektubumu okuyorsanız. Zira asıl cevap beklediğım soruya müsaadenizle şimdi geliyorum.

Aslı Aydıntaşbaş’ın programına katılan Hayko Bağdat, Türkiye’deki en geniş seçmen tabanını ikna edebilme konusundaki muazzam gücünüzden söz etti. Ve haklı olarak, daha önce benim de defalarca kendi kendime sorduğum şu soruyu yöneltti ekranlardan, mealen aktarıyorum:

“Sayın Başbakan'ın kitleleri ikna etme konusunda bu kadar büyük bir potansiyeli varken neden bu potansiyelini onları Kürtçenin de anadil olduğu ve okullarda okutulması gerektiği, Aleviler ya da başka inançlara sahip olanların veya ateist olanların da Sünnilerle aynı hak ve özgürlüklere sahip olduğu, başörtüsü takmayan kadınların da takanlar kadar bu ülkenin yurttaşı olduğu hususunda ikna etmek için kullanmıyor?”

Bir başka deyişle, Sayın Başbakanım, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en güçlü siyasi liderlerinden biri olarak, camide içki içtiler, Kabataş’ta başörtülü bacımı dövdüler, gibi doğruluğu hiçbir zaman kanıtlanmamış iddialar üzerinden toplumu birbirine düşürmek yerine niçin farklı görüşlerin birarada yaşama idealini destekleyen bir barış dili yaratmıyor ve kitleleri bu yönde seferber etmiyorsunuz Gerçekten neden?

Bu, çokça ifade edildiği gibi kısa vadeli seçim hesapları gözeterek tabanınızı korumak için uyguladığınız bir strateji mi? Yoksa mesele bundan ibaret değil mi? Dilerseniz daha açık ifade edeyim Sayın Başbakanım:

Siz gerçekten siyasi iktidarınızı desteklemeyen veveya sizin toplum tasavvurunuzu o ya da bu biçimde paylaşmayan, bu nedenle her konuşmanızda yürekleri zehir gibi yakan düşmanlaştırıcı söylemlerden doğrudan veya dolaylı olarak nasibini alan milyonlarca yurttaş ile aynı toprakları paylaşma iradesine sahip misiniz? Polisin attığı biber gazı kapsülü ile başından yaralanan ve 269 günlük komanın sonunda hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın ailesine başsağlığı dilemek yerine “biz çocuklarımızın eline sapan vermiyoruz” derken amacınız suçunuzu örterek seçmen tabanınızın desteğini garantilemek mi? Yoksa Berkin’in, Berkin’lerin varlığı mıdır sizi asıl rahatsız eden? Sayın Başbakanım, siz bizimle aynı ülkede yaşamak istiyor musunuz?

Cevabınız ben ve benim gibi pek çok kişi için kritik önem taşıyor. Örneğin başını örtmeyen, dini vecibelerini yerine getirmeyen ama bütün inançlara son derece saygılı bir kadın olarak ben, bu ülkede bundan birkaç yıl sonra, siz yine ezici bir çoğunlukla seçilirseniz, nefes almaya devam edebilecek miyim? Bu ülkede bir evlat sahibi olmalı mıyım ben Sayın Başbakanım, onu güvenle ve istediğim koşullarda özgürce yetiştireceğim bir ülke vaat ediyor musunuz bana? Ya da benim Alevi komşum dilediği gibi cemevine gidebilecek mi, örneğin 2015 yılında? Hatta cemevini geçtim, can korkusu olmadan ekmeğini alıp evine dönebilecek mi? Sizin yeri geldiğinde "çapulcu", yeri geldiğinde "marjinal", hatta "terörist" diye damgaladığınız, oysa tek arzuları daha demokratik, hür ve müreffeh bir ülkede yaşamak olan milyonlarca insana bu ülkede bir gelecek var mı Sayın Başbakanım? Yoksa kendimize yeni bir yuva mı arayalım?

Samimi cevabınızı beklediğimi hatırlatıyor, saygılar sunuyorum.

Sezin Tekin Özsakınç

Yurttaş