Sean Penn’in oyunculuk başarısı yürüyüşünden bellidir. Daha ilk filminden itibaren karakterlerinin ruhuna ve yürüyüşüne bürünür. Pulitzer ödüllü yazar Jane Smiley The New York Times'a Sean Penn'in başarısını yazdı;Sean Penn’i ilk kez 27 yıl önce ‘Fast Times at Ridgemont High’da seyretmiştim. İtiraf etmeliyim ki bu filmden hiçbir şey hatırlamıyorum, ne konusunu, ne diğer oyuncuları. Aklımda sadece Sean Penn’in taş gibi donmuş, radikal bir masumiyet içindeki yüzü, yarı açık ağzı, yarı kapalı gözleri ve iki yana salınan saçları kalmış. Çirkin ama iyi huylu ve çekiciydi. Yürüyüşünde sizi atletik ve güçlü bir sörfçü olduğuna ikna eden, sanki onu plajda bulmuşlar da filme katıvermişler duygusu uyandıran bir şeyler vardı. Yürüyüşüne dair bir şey... Aynı şey ‘Milk’ için de ‘Benim Adım Sam’ için de ‘Çevirmen’de de vardı. ‘Çevirmen’de belinde silahıyla gezinen sert, kendine güvenen bir gizli ajan gibi yürüyordu, yani filmlerdeki bütün diğer adamlar gibi. Tüm diğer adamların yürüyüşlerinden onunkinin farkı, bir oyunculuk performansı olduğunu belli etmesiydi. ‘Milk’te gevşek ve kavisli bir yürüyüşü var. Siyasi bir gösteri sırasında kamera onu arkadan gösteriyor; kalçaları bir o yana bir yana oynayan Milk utanması olmayan bir eşcinsel; diğer eşcinselleri de utanmamaya çağırıyor. Penn’in Harvey Milk olarak performansının esas takdire şayan tarafı ise kendine güveni ve etkinliği arttıkça, mahallesi Castro popülerleştikçe yürüyüşünün de evrilip değişmesi. Hiç kimse Penn’i aktör bakışlarına sahip olduğu için suçlayamaz. Fakat perdede göründüğünde yüzündeki güçlü ifadeyle tüm diğer aktörlerin solup gitmesine neden oluyor. Düşünceleri ve duyguları kiminle konuştuğuna ya da kameranın nereye baktığına aldırmaksızın an be an beden diline yansıyor. Bu etki, birlikte oynadığı diğer yıldızları bazen bir tahta parçasına dönüştürebiliyor; tıpkı ‘Biz Melek Değiliz’de Robert De Niro’ya ya da ‘Benim Adım Sam’de Michelle Pfeiffer’a olduğu gibi. Sonuçta Sean Penn, yaralı karakterleri oynamakta ve onların yaralarını iyileştirmekte bir usta. Mistik Nehirler’deki Jimmy Markum’u hatırlayın... Jimmy geçmişi saldırgan davranışlarla dolu, vahşi mizaçlı biridir ve Penn, Jimmy için eski davranışlarından vazgeçip yaptıklarından utanç duymanın ne kadar zor olduğunu bize gösterirken oyunculuğunda üst seviyelere çıkar. Jimmy gibi sert tabiatlı biri, en eski arkadaşlarından birinin katili olduğu gerçeğiyle yüz yüze kaldığında bile, güneş gözlüklerinin arkasına sığınarak izleyicinin bu duygusal mücadeleye ve mateme bir sempati duymasına mani olur. Hem Jimmy’i canlandıran Penn, hem Sean’ı canlandıran Kevin Bacon, daha büyük acıların geleceğinin farkındadır. Anahtar komik olması Bence Penn’in Harvey Milk portresinin anahtarı, komik zamanlamasıdır. Penn, Harvey’e komik bir performansın enerjisini ve çabukluğunu veriyor. Bütün hareketleri, konuşması, yürüyüşü filmdeki herkesin dramatik ağırlığıyla bir çatışma içinde. Hepsi Harvey’in gerçekdışı, çılgın ve salakça olduğunu düşünüyorlar. Fakat salaklık Harvey’in en büyük meziyetidir ve bu nedenledir ki rakibi Dan White, onun tırmanışını sineye çekemez. Harvey’in çevresindekiler ona güler, biz güleriz ve Penn ölümün yakınlarda bir yerde olduğuna aldırmadan bu kahkahaların arasına dalacak kadar cüretkâr birisidir. Filmin son sahnelerinde Dan, onu vurduğunda, biz seyirciler hiç şaşırmadan olayı izlerken Harvey’in ağzı ve gözlerinin şaşkınlıkla açıldığını görürüz; işte finalin etkileyiciliği de buradan doğar. The New York Times’ın 8 Şubat tarihli Oscar ekinden alınmıştır. Pulitzer ödüllü yazar Jane Smiley’in Möö Üniversitesi, Yedek Anahtar, Bin Dönüm gibi dilimize de çevrilmiş romanları var.